Engin Akyürek'in yeniden doğduğu film

Farklı karakterlerde rol alan Engin Akyürek’i bugüne dek hep dizilerde izlemiştik.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ var ki…

FRAGMAN İÇİN TIKLAYIN

Ön yargılı olmaktan hep kaçınmışımdır. Ama bazı deneyimler insanı öylesine şartlandırıyor ki, ister istemez bu yanılgıya düşülüyor. İtiraf ediyorum, ben de ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’nin basın gösterimine giderken aynı yanılgıya kapılıverdim. ‘Yine bir dizi formatlı yerli film mi izleyeceğiz’ diye sorgulamaktan kendimi alamadım.

Aslında bu düşüncede bir bakıma da haklı sayılırdım. Çünkü filmlerde rol alan oyuncular sıklıkla dizilerde karşımıza çıktığından, yönetmenler de dizi tarzıyla bütünleştiklerinden sinema filmlerinin dizilerden çok da farkı olmuyordu.

Farklı karakterlerde rol alan Engin Akyürek’i bugüne dek hep dizilerde izlemiştik. İlk sinema deneyimini ‘Kelebeğin Rüyası’nda gerçekleştiren, şimdilerde ‘Kurt Seyit ve Şura’ ile gündemde olan Farah Zeynep Abdullah ise öncelikle ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisindeki performansıyla akıllarda kalmıştı.

Medyada yer alan haberlerden rahatsız olup dizi setlerinde ‘haber sızdırma’ hafiyeliği yapan Ay Yapım’ın işlerinin çoğunluğunun dizi alanında olduğunu; Kerem Deren’inse oyun ve dizilerin dışında bildiğim kadarıyla film senaryosunda imzası bulunmadığını düşünürsek ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’nden beklenti seviyesi de haliyle ‘dizi tadında bir film’ çizgisine iniyordu. Lakin beşer şaşarmış… Biz de ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’yle ilgili şaştık, yanıldık!

‘İNSAN BİR MUCİZEYİ NASIL TEKRARLAR?’

Bugüne dek, aşkı konu edinen pek çok yerli filmin yapısının dizi formatından kurtulamamış olmasıyla ortaya çıkan yanılma durumundan ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ni çözmeye başlayacak olursak, ilk etapta karşımıza çıkan eğreti sahneler rutinle paralel yol alan türdendi.

Nitekim denizin bulanık derinliklerine serpiştirilmiş farklı objelerden yüzeydeki içki şişesine yönelen kameranın hüzün haberciliğiyle yapılan açılışın ve ardından akşamdan kalmanın dağınıklığını yansıtan sahnedeki küfürlü uyanışın yarattığı ilk izlenim, düşüncelerimde haklı çıktığım kanısını uyandırdı.

Bu izlenim, sarı saçlarını savura savura yürüyüp ‘kırmızılı afet’ pozunda ortalıkta salınırken kendini, kendi yazdığı bir filmde başrol oynuyormuş gibi hisseden ve ekrandaki yasağa nispet yaparcasına sigara tüttüren Eylül’ün, müthiş jön Atıl Kurt’la ayaküstü takılıp araba kazası geçirmesine kadar da devam etti.

Ancak o kaza anından sonra Eylül nasıl değişim geçirdiyse, film de aynı şekilde bambaşka bir yapıya büründü. Konu aktarımı, karakterlerin ruh durumunu yansıtmaları dizilerdeki kıytırıklıktan çok öteye geçti.

Engin Akyürek’i, Bozcaada’nın dinginliğinde Tekin’in Tek’i olmayı sürdüren bir ‘çirkin adam’ olarak karşımıza çıkartan film, gerek işlenişi gerekse yansıttığı doğal tablonun güzelliğiyle adeta bir Hollywood çalışmasına dönüştü. Özellikle de bütününe harika oturtulmuş sürpriz sonuyla şaşırtıp etkilemesini çok sevdim.

Filmdeki Tekin karakterine, ‘İnsan böyle bir mucizeyi nasıl tekrarlar’ diye sordurtarak adeta kendi eserinin başarısına gönderme yapan Kerem Deren’i yarattığı şaşırtmacalı öykünün dengesinden dolayı yürekten tebrik etmek lazım… Zira önümüze koyduğu masalsı aşk öyküsünde her şey dozunda! Kilit noktalarını sindire sindire işleyerek, zaman içinde geri dönüşleri suyunu çıkartmadan ve kafa karıştırmadan vererek izlenmesi keyifli bir iş çıkartmış. Patlıcanlı böreği, domates reçeli de Bozcaada’dan tatlar olarak işin ekstrası…

ENGİN AKYÜREK’İ ORTAYA ÇIKARTAN ROL!

‘Çirkin insanlar, güzeller kendilerini fark etsin diye öyle çabalarlar ki, biri kendilerini fark ederse hemen âşık olurlar’ mantığı doğrultusunda varlık gösteren Engin Akyürek’i mucizesinin odak noktasına oturtan ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’, öykü ve yönetimdeki başarısının dışında, Akyürek’in oyunculuk yeteneğini ortaya çıkartma açısından da önemli bir çalışma.

‘Yabancı Damat’, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’ gibi dizilerde sürekli aynı yüz ifadesiyle gördüğümüz Akyürek’in meğer ne kadar derin mimik yeteneği varmış da biz televizyonda bunu göremiyormuşuz.

Minimuma indirgenmiş konuşma durumuna karşın rolünü, bakışlarındaki duygu ifadeleriyle ve ezik bir insanın çekingenliğini alabildiğine yansıtan duruşuyla yürüten Akyürek, buradaki performansıyla bana, zengin kıza âşık olan dilsiz bir adamın canlandırıldığı filmdeki ‘Barfi’yi hatırlattı. ‘Aşkın dile ihtiyacı yoktur’ felsefesini ortaya koyan Barfi karakteri gibi Engin Akyürek’in Tek’i de, aşkını ve hüznünü yüz ifadeleriyle mükemmel yansıtmayı başarmış.

Dolayısıyla doksan dakikalık iç bunaltıcı dizi temposunun oyuncuları da yaratıcılıktan uzaklaştırdığının ve onları dizilerle değerlendirmemek gerektiğinin en güzel kanıtı oldu Akyürek’in bu rolü.

‘Eylül beni hatırlıyor musun? Sen burada, bu adada bana âşık oldun’ diyen bir garip adamla sinemada doğan Akyürek, bakalım yeni dizisinde de aynı rol yeteneğini gösterebilecek mi?

‘Bİ KÜÇÜK EYLÜL MESELESİ’NDE KADIN ACIMASIZLIĞI

Kerem Deren’in senarist ve yönetmen olarak hünerlerini ortaya döktüğü yapımda Farah Zeynep Abdullah, başlı başına bir mesele…

Niye diye merak edecek olursanız, Seyit’in Şurası olarak aşk ve özlem duygularını alabildiğine yaşatmanın öncesinde Farah’ın canlandırdığı Eylül karakteri, hayatta her şeye sahip olmanın rehavetiyle, hayat oyununu oynayan biri.

Çevresinde oyuncular olan, TV ve reklam dünyasının koşturmaca düzeninde aşk gibi duyguları öteleyerek kafasına göre takılan Eylül, bu dalgacı yaşam felsefesiyle ilişkilere yaklaşırken, modern kadının ne kadar acımasız ve bencil olabileceğini de en derin biçimde ortaya koyuyor.

Hani, kadın erkeği vezir de eder rezil de, derler ya… İşte, bir erkeği hiç tanımadan gazetede çizdiği karikatürlerden sevip evlenmek isteyecek ya da okunmuş gazete gibi bir köşeye fırlatıp atabilecek kadar aşka duyarsız olan, Eylül karakteri bu sözle çok güzel örtüşüyor.

Tabii Farah Zeynep Abdullah da sarı saçları sayesinde büründüğü yeni tipiyle böylesi türden bir ‘ölümcül cazibe’ olmanın hakkını layıkıyla veriyor doğrusu. Kâh şaşırtarak, kâh üzerek… Ama her durumda da ‘Kadının fendi erkeği bir kez daha yendi’ dedirterek!

Anlayacağınız 14 Şubat Sevgililer Günü’nde ‘aşk’ üstüne öyle ‘Bi Küçük Eylül Meselesi’ var ki ortada, ‘çirkin erkek-güzel kız’ objeleri üstünden yaratılan dramatikliği kadın hoyratlığıyla tetiklerken, ‘Kimi zaman hatırlamamak, hatırlamaktan daha iyidir’ çarpıcılığını en doğal haliyle hissettirip kendini bi güzel izletiyor!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal