Kurt Seyit ve Şura’yı millet yemedi!

Bazı işler vardır ne kadar çabalarsan çabala belini doğrultamaz. Her gayret geri teper. Düzlüğe çıkmak istendikçe dibe gidilir. Bu gerçek, eskisinden yenisine büyük umutlarla ekrana taşınmış pek çok yapım için de geçerli. Nasıl ki, Star’ın geçen sezon Kıvanç Tatlıtuğ ismiyle yüceltip Kurt Seyit adına güvenerek ekrana çıkarttığı...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Onca reklama, olanak desteğine ve renkli oyuncu kadrosuna rağmen izleyiciye hitap edemeyerek getiri noktasında büyük bir fiyaskoya dönüşen dizi, yeni sezonu da hüsranla açtı.

Mekânların ve kıyafetlerin görselliğini müziğin gücüyle destekleyen Rusya atmosferinden yapılan başlangıçla yabancı yapımları aratmayacağı izlenimini uyandırarak umutlandıran, ancak Kırım ayağından itibaren klasik Törkiş dizi formatına dönerek rengini belli eden ‘Kurt Seyit ve Şura’, İstanbul’a geldikten sonra fena çuvalladı.

Tabii beklenen karar da gecikmedi… Netice; 13 bölüm devamla finale gitmek. Uğurlar ola…

ÜNLÜ İSİMLERİN BALONU YAVANLIKLA ‘FIS’ DEDİ

Birkaç sezondur ekranların ünlü yüzleri olarak görülen isimlerin başrolündeki işler tutmamaya başladı. Beren Saat’li ‘İntikam’ın dibe vurmasının ardından ‘Kurt Seyit ve Şura’ da aynı yolun yolcusu olup ünlülerin ekran başındakileri eskisi gibi etkilemediği gerçeğini bir kez daha çıkarttı ortaya.

Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Ne yurt dışında hayli ilgi gören bir yapımın uyarlaması olması, ne gerçekçi araştırmalara dayanılarak kaleme alındığı vurgulanan bir romandan bölüm başı 800 bin TL’lik maliyetle senaryolaştırılması, ne de mekân seçimlerinin başarısı ünlülerin çekiciliğine katkı sağlamıyor.

Çünkü eskinin ilgi furyasından gelen ünün ve paranın gücünü, senaryonun da rolün de üstünde tutanlar kendilerine gösterilen ilginin hakkını vermek, performanslarını geliştirmek için ekstra çaba harcamıyor. Sanki kendileriyle ilgili tüm yetenek sermayesini tüketmişler gibi.

Ama gelin görün ki bizim dizicilerin ‘ünlü’ olarak gördükleri isimlerim peşine takılması, onları şımartma-okkalama alışkanlığı tam gaz. Batmak üzer olan gemiyi, başka ünlü yüzlerin rüzgâr katkısından medet umarak yüzdürme çabası da bu merakın neticesi olarak her daim karşımızda. Gerçek öykünün hakkını veremeyip, içeriğe uygun bir oyunculuğun gerçekleşmesini sağlama becerisini sergileyemeyenlerin ‘ünlü yüz’ kolaycılığıyla yarattıkları son formül ‘Çalıkuşu’su tutmayan Fahriye Evcen oldu.

Hakkı’nın kardeşi Mürüvvet olarak çıkagelen ve annesi rolündeki Zerrin Tekindor’la birlikte ‘Kurt Seyit ve Şura’nın kadrosuna damdan düşer gibi dâhil edilen Fahriye Evcen’den, geçen sezon kaldığı yerden devam eden diziyi kurtarması beklendi… ‘Çalıkuşu’nun akıbeti düşünülmeden.

‘Hoş geldin Çalıkuşu’ dedirtircesine ürkek bir tiple konuya kaynak olup inandırıcılıktan hayli uzak bir mahalle tablosundaki hüzün kardeşliğine katılan ve namusuna halel gelmesinden korkulan Mürüvvet’in gücü yeter mi, bu aşktan ve cümle duygudan nasiplenememiş heyecansız akışın belini doğrultmaya?

Geçin bir kalem. Karakterler arasındaki Bulgaristan göçmenliği sohbetinden tutun da ayrılık sürecinde yaşananlara ilgi göstermenin her anına, o ne yavanlık öyle Allah aşkına?

‘Bir sus be kadın’ dedirtircesine car car konuşan annenin karşısında, suskunluğun hâkim olduğu donuk bakışların yarattığı buz kesme şokunun etkisini, Çalıkuşu’nun yaramazlığında, annesinin saçma sapan nasihatini dinlemeyen kız halleri de bertaraf edemezdi. Etmedi de.

Öte yandan Zeynep Farah Abdullah’la çok güzel uyuşan Şura karakterinin ‘aşk’ için çırpındığı dizide, Kurt Seyit cephesinde de durum Mürüvvet’ten farklı değildi. O başlangıçtaki Kurt Seyit’in ateşli bakışları, etkili duruşu gitmiş yerine bambaşka bir Kıvanç Tatlıtuğ gelmiş. Yazık.

Yağlı urgandan kıl payı kurtulup Şura’ya kavuşan ve kavuştuğu için neredeyse bin pişman görüntüsü veren Seyit’in sevgiden eser olmayan yüzünü geçtim, idam hücresi kardeşliğiyle ortama daldığı Mürüvvet’in mahallesindeki yangın da dâhil olmak üzere, tüm sahnelerdeki tavırları sanki ‘Bu dizide umut yok. Dolayısıyla rol yapmama da gerek yok’ tarzındaydı.

Eh o da haklı bir yerde. Orijinaline kıyasla bu kadar dandikleştirilmiş bir öykü akışında rol kesmek de kolay değil hani! Sen Rusya’nın o şaşaalı ortamından kalk gel İstanbul’un tiyatro sahnesi misali setine tıkıl, tüm karakterlere kucak açarak milletin buluşma mekânına dönüşen otelle çamaşırhane arasına sıkışıp bu kıytırıklıkta bir de memleketi kurtarma cevvalliğine soyunarak mantığı tamamen sıfırlanmış karakterlerle hasbıhal etmeye uğraş… İnsanda ne senaryoya, ne de canlandırdığı kişiye inanç kalır. İnancın sıfırlandığı yerde de rol çıkmaz.

Yani anlayacağınız senaryoların dibe vurduğu dizi dünyasında, dergi çekimi için seti bırakıp gitmenin, ‘O benden daha çok alıyormuş’ kıskançlığıyla para kavgasına girişmenin veya milyon liraları peşinen kapıp reklamların kolaycılığında işi yürütmenin alışkanlığa dönüştüğü ‘ünlü’ cephesinde şişirilen balonlardan fena halde ‘Fısss’ sesleri geliyor.

HAYVAN TERLİ, YEMİYOR ABİ

Aldığı sonuçlarla hüsran yaratan ve birilerine başarısızlık konusunda ilk günden beri el ovuşturtan ‘Kurt Seyit ve Şura’ aslında tüm bu süreci hak eden bir yapım değildi. Ne var ki, peşinen yayılan olumsuz eleştirilerle izleyicide yaratılan anti sempatikliği körüklercesine uygulanan yanlış taktikler, başarısızlığı bekleyenlerin ekmeklerine yağ sürdürüp çöküş sürecini yarattı.

Başlangıçtaki göz dolduran sahneleriyle yurt dışında beğeni kazanmasına karşın bizdeki genel izleyici kesimine pek de çekici gelmeyerek ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satan’ durumuna düşen dizinin Çarlık Rusyası’ndan yansıyan o haliyle neden tercih edilmeyeceğini daha önceden uzun uzun yazmıştım.

Şimdi bir kez daha özetleyecek olursak…

Büyük bütçeyle çekildiği söylenen bu tarz işlerde reytinglerin düşük gelmesindeki baş etken; balo malo da neymiş diyenlerin mantığında ağır tempolara, Rus klasikleri benzeri kapsamlı içeriklerle algıyı zorlaştıran işlere yer olmaması! ‘Son’ dizisi geçmişten gelen bir örnek.

‘Kurt Seyit ve Şura’ da bu tarzda bir dille ekrana çıktığından, AB grubundan bir parça ilgi görse bile totalde ‘Küçük Ağa’, ‘Kaçak’ gibi yapımların karşısında ayakta kalamadı.

Bunun dışında belli kesim izleyicinin, dizilerden ille de birbirine yakışan çiftler yaratma kaygısına kapılması, yapımları izleme tercihini buna göre ayarlaması da ekrana çıkartılan işin tutup tutmasında büyük etken.

Neymiş efendim, Farah Zeynep Abdullah ile Kıvanç Tatlıtuğ’un kimyası tutmamışmış… İzleyici değil mübarekler kimyager. Size ne kardeşim adamların kimyasından? Oturun paşa paşa içerikle ilgilenin… Diyeceğim ama malum, bu devirde içeriğin güzelliği, konunun mantıklı gidişatı çoğunluğun umurunda değil ki! Burada bir parantez açıp, ‘Kurt Seyit ve Şura’nın öyküsündeki ‘büyük’ aşkı senaryonun layıkıyla işleyemediğinin de altını çizelim.

İzleyici cephesinden yansıyan bu tabloya bir de değişen reyting sisteminin yarattığı negatiflik eklenince ‘Kurt Seyit ve Şura’ ile benzeri işlerin üstündeki baskının iyiden iyiye artması kaçınılmaz oluyor. Diziyi ilgi çekici hale getirelim derken gidişatı daha beter eden bocalamalar tetikleniyor. Böylece maliyeti yüksek dizilerin ekrandaki ömrü hepten riskli hale geliyor.

Sonuç; Büyük rakamlar ödemelerine karşın, reklam pastasından hisselerine düşen küçük payla yetinmek durumunda kalıp midelerinin gurultusunu gönüllerince dindiremeyen kanalların kendilerini zarara sokan yapımın ipini çekme rutini!

Çare; Reklamından dizisine, sırf popülerliğine bakıp oyuncuları balon rakamlarla şişirmemek! Kalitenin yanı sıra makul fiyatlarla bütçeyi sarsmayacak bir düzen kurup reytingleri şimdiki kadar etkili kılmamak. Aksi takdirde bir ‘Kurt Seyit ve Şura’ gider, devran döner yerine her gün ekranda yer almaktan cepleri fazlaca şişip popişleri uzaya uçmuşların yaratacağı bir başka hezimet gelir. Birilerinin gözü haddinden fazla aç olsa da milletin artık karnı tok bunlara. Hayvan terli, yemezse yemiyor işte abi!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal