Karadayı’nın akıl almaz hataları!

Medyafaresi.com yazarı Anibal Güleroğlu'nun çok konuşulacak analizi

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

ANİBAL GÜLEROĞLU / MEDYAFARESİ.COM

Ah cancağızım ahhh… Bu dizicilerin mantıklarını tahayyül etmek gittikçe zorlaşıyor. Zorlaşmak ne kelime, imkânsızlaşıyor. Öyle hatalar yapıp olayları, aklıselim gerçeklerden uzaklaştırıyorlar ki görmezden gelmek akla hakaret oluyor.

KARADAYI 49. BÖLÜM FRAGMANI

Dünyanın en iyi TV yapımlarına verilen Emmy ödüllerinin jürisinde yer almanın yanı sıra GQ tarafından yılın yapımcısı seçilen Kerem Çatay’ın ‘Karadayı’ dizisi de bu doğrultuda yol almaya başlayanlardan. Hani bundan önce de ufak tefek eksikleri gedikleri oldu, sizlerle de paylaştım. Lakin Speedye Gonzales gibi her duruma anında koşmayı beceren Turgut Savcıma bir ölüm senaryosu yazdılar ki evlere şenlik.

Hemen her bölüm mutlak surette Nazif Baba’ya bir şiir okutup bilge sözlerle vakit dolduran, gözleri buğulatan ‘Karadayı’nın 47. bölümünde Turgut’la cebelleşen Serra’yı ve uçurumdan aşağı yuvarlanan aracın patlamasını gördük. Gözü olanın aksini iddia edemeyeceği şekilde arabada sadece ikisi vardı.

Kuş uçmaz kervan geçmez yolda tıngır mıngır giden arabadan Serra’nın neden atlamadığını düşünmeyi bir yana bıraktığımız kaza sonrasında, iki seksen ve biraz da kavruk biçimde yatan cesetlerin teşhisine geçildi.

Böylece yabancı yapımlara özenilerek hazırlanan amma velâkin ele yüze bulaştırılan sahte ölümlü araba kazasındaki saçmalıklar da sergilenmeye başlandı.

Turgut’un ölmemiş olduğunu yüzde yüz bilsek de bu heyecansız parodiye katlandık. Koltukları dahi yanmış olan arabadan Turgut’un cüzdanının ve hüviyetinin kısmen yanık olarak çıkmasını; Feride ile Yasin’in yüzünün tamamen yanık olduğunu söyledikleri Turgut’u, bir uzman edasıyla ‘Kemik yapısı uyuyor’ diyerek şıp diye tanımalarını da ‘Dizidir ne yapsa yeridir’ hoşgörüsüyle kabullendik.

Nasıl olsa dizinin devamında Turgut’un nasıl olup da bu tezgâhı hazırladığının izahı verilecekti elbet. Ama ne yazık ki 48. bölümde bu beklentimizin boşa olduğunu gördük.

TURGUT SAVCI’YA KAZA SAHNESİ BENDEN!

Kundura ustalığını bir kez olsun işe yaratan Mahir’in keskin gözlerinden kaçmayan ayak ölçüsü farklılığını devreye sokacak kadar mahir olan senaryoda en büyük eksik, Turgut’un bu mizanseni nasıl hazırladığının ayrıntısına girilmeyişi.

Mantıklı bir izah beklentilerini boş çıkartan senaryo, Turgut’un uçuruma giden araçtan atlayışını verdi ama başkasına ait cesedin arabaya nasıl girdiğinin üstünde dahi durmadı. Bu da beraberinde soru işaretlerini getirdi doğal olarak.

Yol boyunca Serra ve Turgut Savcı dışında hiç kimsenin olmadığı arabaya diğer vatandaş nasıl konmuştu?

Hani ceset bagajdaydı desek, olay yeri ekibinin bunu fark etmesi gerek. Arabanın arka koltuğuna yatırmış da olamaz. O vakit Serra’nın bunu görme ihtimali mevcut. Kaldı ki, yolla arasında hayli mesafe olan uçuruma gidene kadar Serra’nın da araçtan atlayıp kurtulması olası.

Dolayısıyla Feride ile Mahir’in varsayımıyla canlanan tabloda Turgut’u yerde yuvarlanır gördüğümüzde Savcı’nın kurtuluşu cevaplanmış olsa bile direksiyon koltuğu boşta kalan araçta, diğer kişinin hangi ara yer aldığı halen belirsizliğini koruyor. Yani senaryonun hâlihazırda getirdiği açıklama yetersiz kalmış durumda ve buna acilen bir çözüm lazım.

Bu büyük ve düşündürücü hatayı düzeltip Turgut’un senaryosuna akla uygunluk katabilmek için formül çok basit aslında. Buyurun size ayaküstü yazdığım ve ‘Karadayı’ senaristlerinin dikkatine sunduğum Turgut’un kurtuluş sahnesi…

Turgut arabadan atlamak yerine Serra’nın kafasına vurup bayıltır. Cam gözü önceden öldürüp sakladığı yere gelince arabayı durdurur, paraları alıp iner ve kendi yerine adamı koyar. Ondan sonra da aracı uçurumdan aşağıya iter.

Şimdiye kadar bize gösterilen Serra’nın sahnelerinin aslında varsayımdan ibaret olduğu, gerçeğin nasıl geliştiği de Turgut’un bu sahne doğrultusunda gelişen anlatımıyla verilir. Böylece Serra’nın niye arabadan atlamadığı kazada ve Turgut’un kurtuluş olayında taşlar gediğine oturur.

Benden önermesi. İşinin ehli senaristlerimiz bu önerime karşı daha güzel bir sahne de yaratabilirler kuşkusuz.

BÖYLE ADALET SİSTEMİ OLUR MU?

Ayakkabı ölçüsünden dikiş tutturulamayınca daha net kanıt olarak damdan düşer gibi bir ‘cam göz’ yaratıp medet uman dizide, kayıp durumu polise dahi bildirilmeyen bir adamın izine jet hızıyla ulaşan Feride Hâkim’in dürüstlüğü dışında kalan cümle adalet mekanizması ürkütücü ayrıntılarla dolu.

Aslında adli vakada otopsi yapması gereken doktorların en baştan ölen kişinin tek gözünün takma olduğunu tespit edip bu cesedin Turgut Savcı’ya ait olmadığını bulması gerekiyordu. Bunun yapılmamasını, senaryonun nasıl bir yol izleyeceğini önceden kestirememiş olmasına versek bile gerek emniyet birimlerinin ciddiyetsizliği, gerekse cezaevlerinin konukevinden beter durumlarını boş geçmek olanaksız.

Kan grubu ve yanık kimlikle yetinip ‘Kesin Turgut Akın’ diyen polislerin dosya kapatma kolaycılığı…

Devletin resmi makamı olan mahkeme kürsüsünden verdiği beraat kararını, Feride’nin düğününde bulunma arzusuna bağlayan hâkimin özel hayata müdahaleciliği…

Kendisine yapılan ihbarı incelemek yerine Bakan emriyle işlem başlatmayan savcı ezikliği…

Ve en düşündürücüsü, Mahir’in ardından Küçük Nazif’i de ağırlayan cezaevinin koğuş halleri!

Görüş odasından kaçan Küçük Nazif’in dedesinin kaldığı koğuşu bulması ve elini kolunu sallaya sallaya kilitli kapıdan geçip içeri girmesi akıl alacak gibi değil.

Demir parmaklıklar ardındakilerin gardiyanlara rüşvet durumu, Kibarım’ın pasta vs. aldırması olağan haller. Fakat hapishane denilen yerin, torunların-tosunların canları çektiğinde gece konaklamasına geldikleri huzurevine çevrilmesi tam evlere şenlik.

Ben, vakti zamanında ‘Parmaklıklar Ardında’ dizisindeki cezaevine ‘otel’ benzetmesi yapmıştım. Ama minicik çocuğun kolayca girdiği koğuşuyla, ‘Karadayı’nınki onu solladı.

Daha okula bile gitmeyen Küçük Nazif’in o yaşta boyundan büyük laflar edip edebiyat parçalayışının normalliğini nasıl mantığınıza sığdırıyorsanız, koğuşa rahatça girişini de kabullenin diyorsanız, o başka. Buyurun dükkân sizin.

Yine de siyasetçi-adalet-basın üçgeninde ortaya çıkan bu vahim manzarayı içime sindiremiyorum bilesiniz. Sadece dizideki yansımanın kendini sorgulatan abesliğinden rahatsız olduğumdan değil. Bunları izledikçe, gerçek hayatta da hatırlı mahkûmların böylesi konforlu hapislik yaşadığını, adaletin yüksek makamdaki siyasilerin desteğiyle karartıldığını, basının da buna payanda olduğunu daha çok düşünmeye başladım da ondan.

Yaşamlarını suikastlar, kör kurşunlarla kaybedenlerin gerçek davalarında hâkimler uyuyorsa; suçla bağlantılılar, adalet kılıcını tatmak yerine terfi keyfi sürüyorsa; ihbarlar ve deliller rahatlıkla hasıraltı ediliyorsa; olayları aydınlatacak bilgi sahipleri, dikkate alınmak yerine susturuluyorsa bu tedirginliğimde pek de haksız olduğum söylenemez değil mi ama?

Kim bilir belki ‘Karadayı’ da gerçek hayattaki bu adaletsizliklere dikkat çekmek için dizi bünyesindeki adalet mekanizmasını böylesine çocuk oyuncağına ve komediye çevirmiştir! Neden olmasın?

Olmaz, olmazmış bu hayatta. Ancak biz yine de işin ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ tarafını bir yana bırakalım ve ‘Adalet mülkün temeliyse, akılcı gelişim de Karadayı senaryosunun özenidir’ diyelim.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal