Twitter demokrasisi çağındayız!

MediaCat dergisi Temmuz sayısında, Medyafaresi.com Kurucusu Kubilay Tümen ile yapılan bir röportaja yer verdi.. İşte Tümen'in çarpıcı açıklamaları...

Kubilay Tümen Kubilay Tümen

ENES TAŞKIRAN / MEDIACAT

Gezi olayları esnasında haber kanalları da internet medyası da sosyal medya da çok konuşuldu, çok eleştirildi. Fox TV Haber Müdürü ve Medyafaresi.com'un Kurucusu Kubilay Tümen'e internet haberciliğini, halkın haber alma ihtiyacını ve olaylar esnasında medyanın yediği 'dayağı' sorduk, gazeteci bakış açısıyla cevapladı.


Medyafaresi.com'u kurduğunuz zamanki haber alma ihtiyacı ve mecra seçenekleriyle, bugün gündemdeki Gezi olaylarını da göz önünde bulundurduğunuzda haber tüketimi, haber ihtiyacını karşılama ve mecraların bundaki payı nereden nereye geldi?

Biz kurulduğumuzda birçok mecra vardı ve tabii gazetelerin internet siteleri vardı. O zamanla bu zaman arasında çok büyük bir fark var. Şimdi sayısız haber kaynağı var. Artık bir tek yayın kuruluşuna ihtiyaç yok ya da yüzlerce yayın kuruluşunun olması bir şey ifade etmiyor. Herkes, her insan bir yayın kuruluşu artık. Ben böyle bakıyor, yurttaş haberciliğini çok önemsiyorum. Twitter'ı da ortaya çıkarıp patlatan, Facebook'u da bu kadar güncel yapan, bugün internet sitelerinin sosyal medyayla bu kadar sıkı fıkı olmasının önünü de açan insanların bireysel haber alma ve haberi paylaşma isteği.

Yüzlerce organa gerek yok dediniz. Başı belada mı haber sitelerinin? Bunlar nasıl hayatta kalacak?

Aslında 'halka ne verirsen alır', 'ne verirsen yutar' diye düşünen kolaycı medya anlayışının başı dertte. Çünkü siz vermeseniz bile haberi veren bir sürü yer var. Sen kendi kendine birtakım ticari, siyasi kaygılarla otosansür yapsan da, at gözlüğü takıp etrafına baksan da, üç maymunu oynasan da oynamayan bir sürü yer var. Yani ancak kendi kendini rezil edersin. Bir haberi görmek ya da görmemek artık bir gazetecinin değerini değil de niteliğini belirliyor. Yani iyi gazeteci diye bir şey yok, hangi kurumda çalışırsa çalışsın işini doğru yapan gazeteci var mı yok mu ona bakacağız artık.

Haberin tüketicisi değişti mi?

Yeni bir Türkiye'de olduğumuzun en büyük göstergesi Gezi Parkı. 90 kuşağı dediğimiz, en apolitik kesim diye bakılan, 'bunlar ne anlar siyasetten', 'kayıp gençlik' yakıştırmalarının yapıldığı, şu anda 18 yaşlarında olan çocuklar Türkiye'nin en büyük demokrasi sınavını verdiler. Türkiye tarihine geçen bir halk hareketi oluşturdular.

"Twitter demokrasisine geçtik şu anda"

Dipten gelen bir hareketle, hiçbir partinin ya da örgütün yönlendirmesi olmadan, lideri olmadan. Ve bunu tamamen internet üzerinden yaptılar. İnternet demokrasisi çağında onlar. İnternette örgütlenip, orada eleştirip eylem tarzını belirliyor, yine bahsettiğimiz şekilde canlı yayınla şeffaf bir şekilde olan biteni paylaşıyorlar. Kendi medyalarını yarattılar. Twitter'ı en aktif kullanan bu gençlik oldu diyebiliriz. Tabii ki Twitter'da aslı astarı olmayan binlerce görsel, fotoğraf, haber de vardı ama doğru ve iyi tarafları yok muydu? Vardı; hem de fazlasıyla. Bence tüm bu manipülatif, karalama amaçlı paylaşımların yapıldığı hesaplar olmuş olsa da Twitter internet demokrasisinin bir numaralı aracı haline geldi. Bir başkası, Facebook değil, Twitter. Twitter demokrasisine geçtik şu anda.

Twitter'daki dezenformasyonu nasıl süzeceğiz? Neye inanıp neye inanmamız gerektiğini nasıl tayin edebiliriz?

Açıkçası burada gazeteciliğin en temeline dönmemiz lazım. Tek bir kaynaktan gelen bilgi ne kadar inanılır ya da güvenilir görünse de teyit edilmediği sürece haber değeri taşımıyor.

Ama bu gazetecilerin yapması gereken bir şey, Twitter kullanıcılarının değil...

Köpeğe biber gazı sıkan polis meselesi...Halkın öyle bir kaygısı yok ki. Öyle bir misyonu yok. Onlar kendilerine ilginç gelen –ister aşağılayıcı, ister hakaret içeren– şeyi paylaşıyor zaten. Bu orada rencide olanla bunu paylaşan arasındaki mahkemelik bir durum.

Medya Faresi'nde yazdık zaten 'Twitter yalanlarına dikkat' diye. Bir örnek; köpeğe biber gazı sıkan polis meselesi... Arkasında 'Policia' yazıyor. Bu kadarcık, küçücük bir detayı görmüyor halk. Bu ve benzeri kirli propaganda dünyanın her yerinde var, o yüzden bu bir ölçü olmamalı. Bizim iyi taraflarını da görmemiz lazım bu işin.

Peki Twitter demokrasisi Medya Faresi'ni nasıl değiştirecek?

Biz daha interaktif hale gelmenin bazı hazırlıklarını yapıyoruz ama gazeteciliği çok ciddi bir iş olarak görüyoruz. Twitter'da denetimsiz içeriğin nelere yol açtığını bu süreçte gördük. Twitter'a evet ama denetimsiz içeriğe hayır. O mutlaka editoryal bir perspektiften geçmeli. Sorunuzun en güzel cevabı son yaşananlar, demin konuştuğumuz konularda. Bunlar birebir kullanıcılar-tüketiciler tarafından sayfaya yansıtılırsa bu herkes için üzücü sonuçlar doğurabilir.

Haber siteleri toplumun 'gaz alma yeri' olmamalı. Biz haberi başkaları yanlış yönlendiriyor olsa bile doğru vermeliyiz. Bizi okuyanlar işin doğrusunu öğrenebilmeli. Editoryal denetim dediğimiz şey, en azından sırf bu yüzden, şart.

Gezi olayları patlak verdiğinde haber kanalları çok eleştirildi. Ne oldu sizce medyaya? Basireti mi bağlandı?

İnternet bağlanmadı. İnternetin özgüveni ve özgürlüğü aslında biraz kötüye kullanıldı. Ama internetin basireti bağlanmadı. İnternete şu oldu sadece: akıl tutulmasına yol açacak kadar yalan yanlış haberler çıktı ve bunun provoke edici etkisini hissettik her kesimde.

"Haber kanalları uzun zamandır habercilik yapmıyor"

Ama haber kanalları uzun zamandır habercilik yapmıyor. Bir kısmı yemek tarifi veriyor, bir kısmı penguen belgeseli... Sadece, bunlar o gün insanların gözüne battı. Yani algıda seçicilik. Normalde önemsenmeyen bir yayın, ihtiyaç duyulduğu anda, insanların baktığı anda onların gözüne öyle bir girdi ki farkına vardı insanlar: aslında burada habercilik yapılmamış. Gezi Parkı'nın en büyük kaybedenleri haber kanalları; siyaset değil. Herkes çuvaldızı kendisine batırsın. Hükümetin siyasi baskı yapıp yapmamasını tartışmadan önce –ben, bu siyasi baskıya çok inanmıyorum- devletle iş yapan patronlardan korkan gazetecilerin ya da habercilerin sayesinde, onların da kendi korkuları sayesinde ortaya böyle bir tablo çıktı. Herkes birbirinden kaygı duydu, biraz kraldan çok kralcılar devreye girdi ve haber kanalları bu rezaleti yaşadı.

Otosansür mü proaktif bir fren mi?

Fren var amaotosansür var daha doğrusu. Otosansür var ama bunu yapan zihniyetin bunu yapmamasının nedeni hükümetin onlara 'bunları yayınlamayın' diye baskı yapması değil. Mesela Reyhanlı'da yayın yasağı çıktı, doğru, mahkeme bir karar verdi ve yayın yasağı geldi. Bir gün sonra da öbür mahkeme kaldırdı. Ama buraya yayın yasağı gelmedi. 'Hükümetten bir yayın yasağı gelmediği halde haber kanalları neden bu kadar kör ve sağır kaldılar?' dersen ben bunu kendi patronlarının tepkisini öngöremeyen, kestiremeyen ve bu yüzden de açmazda kalan editoryal gruplara bağlıyorum.

Gezi olayları sebebiyle gördüğü tepkilerden medya ne dersler çıkarmalı?

Bence çıkarılması gereken en büyük ders: gazeteciler sadece habercilik namusuna karşı sorumludur. Haberi kime ne getirir, kimden ne götürür; ona ne kazandırır, ne kaybettirir diye düşünmeden –eğer haberse- vermek zorundasın. Orada onu gizlemek, örtmek, saklamak habercinin görevi değil.

"Gazeteci kraldan çok kralcı olmaz"

Yayın politikası belirlenmiş bir konuda haberleri ne şekilde görmesi gerektiği ona çizilmemişse gazetecinin kendisini bağlaması için bir sebep yok. Kraldan çok kralcı olmak gazetecinin işi değil. Biz sadece haberciliğimizi yapacağız, net bir şekilde fotoğraf çekeceğiz. Yorum yapmıyorum ki, olanı veriyorum. Ama iyi tarafıyla da kötü tarafıyla da vereceğiz. Polisin şiddetini verdiğin kadar, yaralı kızı kucaklayan polisi de vermek zorundasın. Zaten birinden birini vermediğin için tartışılıyorsun. İkisini de versen kimse bir şey demeyecek.

Kaynak: MediaCat

MEDIACAT DERGİSİNDEKİ RÖPORTAJ İÇİN TIKLAYINIZ!