İstanbullu Gelin'i neden izleyelim?

Galerinin tamamı için tıklayınız

SONUÇTA; Sürekli ‘Yok artık’ dedirten tesadüflerle ilerleyen Süreyya-Faruk yakınlaşmasını yıldırım evliliğe ulaştıran… ‘‘İstanbul’da yaşayanlar ne aile biliyor, ne sadakat’’ diyerek külliyen karalamaya girişen ‘İstanbullu Gelin’, olanca klişelerine ve bildik öyküsüne rağmen kendine özgü bir iş. İlaveten… Erkeğin ayağı eve gitmiyorsa o ayağı tutan bir kadının var olduğunu dillendirirken İstanbul’da yaşayanların yozluğundan da dem vuran Esma Sultan’ından, ‘her kuşun eti yenmez’ modunda posta koyarak yılların kurdu Faruk’u kuzuya çevirme akılcılığındaki kemancı-şarkıcı Süreyya’ya… Kız evinin naz evi olduğu bilinciyle diğer dizilerdeki annelerin aksine daha çekinik davranan Kısmet’ten, Esma’ya gelin olma ateşiyle yanıp tutuşurken masumiyete oynayan İpek’e… Güçlü ama ölçülü kadınların boy gösterdiği bir yapım olarak yaşamla özdeşleştirilmesi kolay bir içeriğe sahip. Dizideki erkeklerin dünyasındaysa, iş-güç ve anne-kardeş çekişmesinden ibaret durum… Aşk da bu çekişmelerin acılı ve kimi zaman iç bayan sosu! Hal böyleyken ‘İnsan birine yakınlaştıkça ancak onu tanıyabilir’ diyen Faruk’tan ilham alıp ‘‘İzleyici ‘İstanbullu Gelin’i izledikçe ancak onu sevebilir’’ diyerek bağlayalım sözümüzü.