28 Şubat Sözlüğü! Beşli Çete neydi?
28 Şubat dört başı mamur bir darbeydi. İşte Aksiyon dergisinin topladığı 28 Şubat'ın bilinmeyen gerçekleri...
28 Şubat sürecinin başaktörleri arasında “5’li Çete”yi saymak hiç de yanlış olmaz. İş dünyasının önemli kuruluşları; Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 5’li Çete’nin üyeleri olarak sayılıyordu. Başkanları Refik Baydur, Derviş Günday, Fuat Miras, Bayram Meral ve Rıdvan Budak, o dönem sivil siyasete karşı yapılan darbenin ‘sivil’ ayağını oluşturuyordu.
Refik Baydur, ‘Bizim Çete’ adıyla dönemin kitabını da yazdı. Fuat Miras, TOBB Başkanı’ydı ve 5’li Çete’nin en güçlülerinden biri sıfatıyla 28 Şubat sürecine destek verdi. Postmodern darbenin sendikacı iki ayağından biri Bayram Meral, 10 yıl Türk-İş’te başkanlık yaptıktan sonra 2002 yılında CHP’den milletvekili seçildi. ‘Bizim Çete’nin diğer işçi patronu, DİSK Başkanı Rıdvan Budak, 1999 seçimlerinde DSP’den milletvekili oldu. Kısa süre sonra DSP’nin halk nezdinde inandırıcılığını kaybettiğini söyleyerek Ecevit’e karşı bayrak açtı. Bağımsız milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. Dönemin TESK Başkanı Derviş Günday ise daha sonra CHP’den milletvekili seçildi.
28 Şubat’ın ekonomik aktörleri daha sonra basına yansıyan ifadelerinde, özeleştiri yapmayı da ihmal etmedi. Kamuoyunda “5’li Çete” olarak adlandırılan ‘sivil’ inisiyatif, gelinen noktada 28 Şubat’ın kötü bir dönem olarak tarihe geçeceğini düşünüyor veya en azından bunu ifade ediyor. Dönemin DİSK Başkanı Rıdvan Budak, “Keşke 28 Şubat hiç olmasaydı, sivil siyasi sürecin önü kesilmeseydi.” diyor. TİSK Başkanı Refik Baydur da 28 Şubat’ın millete zarar verdiği görüşünde. Ne o günlerde ne de şimdi, rejim tehlikesi olmadığının altını çiziyor. Rıdvan Budak, 28 Şubat’ın 10. yılında yaptığı açıklamalarda, “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... Sivil siyasi sürecin önü hiç kesilmeseydi Türkiye bugün olgun bir demokrasiye sahip olurdu.” ifadesini kullanıyor. Görünen o ki, pek çokları gibi sürecin ekonomik aktörleri de o dönem koparılan fırtına ile bunun arkasından çevrilen dolapları ve milletin çalınan sermayesini artık içlerine sindiremiyor!Darbenin dili!
. Refahyol hükümetinin düşürülmesi, yerine kurulacak olana doğrudan müdahale, ekonomik ve sosyal hayatı dizayn etme girişimleri hep klasik darbe özellikleri. İcra ediliş şekli ve kullanılan vasıtalardan dolayı ise ‘postmodern’ nitelemesini hak ediyor. Fiilî gücün yerine psikolojik harp unsurlarının tercih edilmesi, silahsız kuvvetlerin ön plana çıkması ve kendine ait bir literatürün oluşmasını beraberinde getirdi. Aktörlerinin kullandığı veya mağdurlarının dilinden dökülen kelimeler deyimleşti ve siyaset dilimize yerleşti. Söz konusu kelimelerin alt alta sıralanması bile tek başına darbe iddiasını ispatlamaya yetiyor. Nasıl ‘düşükler’ dendiğinde 27 Mayıs akla geliyor. ‘Ziverbey’i duyan 12 Mart’ı hatırlıyor. ‘Netekim’ ve ‘şartlar olgunlaştı’ ifadeleri 12 Eylül’le özdeşleşti. Aşağıda sıralayacağımız kelimeler de 28 Şubat sözlüğünün sayfalarını dolduruyor.
Bir üst düzey askerî yetkili: Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in müstearıydı. Böyle başlayan haberlerin onun telkin ve talimatı doğrultusunda hazırlandığını herkes bilirdi. O, meşhur bir meçhuldü.
Postmodern darbe: 28 Şubat’ın göbek adı. Askerin kışladan çıkmayıp süngünün ucunu göstererek sonuç almasını anlatıyor.
Silahsız Kuvvetler: Askerî müdahalenin aktif isimlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’ya izafe edilen plan. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün köşesinden duyuruldu. Daha sonra kimi yazarlar buna doktrin bile dedi. Hükümeti çekilmeye zorlamak için medyanın öncülüğünde dernek ve sendikalar harekete geçirildi. Yargı’ya ağırlıklı rol biçildi. Yardım ve yataklık ilk defa böylesine ödüllendirildi ve ‘silahsız kuvvetler’ olarak adlandırıldı.
Brifing: Karargâhta hazırlığı yapılan eylem planlarının uygulayıcı silahsız kuvvetlere aktarım süreci. Operasyonel birlik(!) olan medya ve yargıya toplu brifing seanslarıyla yükleme yapıldı.
Beşli Çete: Sefer görev emri almış ihtiyat birliği gibi darbecilerin yanında saf tutan iş dünyasından beş ‘sivil’ toplum örgütü. İki işçi sendikası, iki esnaf örgütü ve bir işveren sendikası.
Andıç: Eylem planı öncesi hazırlığı ifade eden askerî bir terim. Şemdin Sakık’ın ifadelerine yalanlar eklenerek gazeteciler ve sivil toplum örgütleri hedef gösterildi. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand hain ilan edilerek işini kaybetti. Akın Birdal uğradığı suikasttan 6 kurşunla kurtulmayı başardı. Genelkurmay andıcı resmen kabul etmesine rağmen, failleri ne idari ne de adli soruşturmaya uğradı.
Batı Çalışma Grubu: Deniz Kuvvetleri’nde kurulup bütün birliklere teşmil edilen çekirdek cunta kadrosu. Ordu içinde ve sivil hayatta fişlemeler yaptı, istihbarat örgütü şeklinde çalıştı. Yaklaşık 6 milyon kişiyi özel hayatıyla birlikte fişlediği tahmin ediliyor. Askerlik görevini yapan bir polis memuruna, Kadir Sarmusak’a yakalanınca çok kızdılar. Polis ve onun istihbarat birimlerinden intikam almak için her fırsatı değerlendirdiler.
Sincan tank geçişi: Belediyenin düzenlediği ve İran Büyükelçisi’nin de katıldığı Kudüs gecesine tepki olarak 20 tankın yürütülmesi. Asıl trajikomik olan, yürüyüşü kaçırıp fotoğraf çekemeyen gazeteler için yeniden geçiş yapılmasıydı.
Balans ayarı: Sincan’da tankların yürütülmesi sonrasında Çevik Bir tarafından kullanılan “Demokrasiye balans ayarı yaptık” cümlesinin kısaltılmış hâli. Şimdi Türkiye, ayar tutmayan darbe zihniyetine karşı mekanizmayı tümden değiştirmeye çalışıyor.
MGK: 1961 Anayasası’yla devlet cihazının üstüne yerleştirilen vesayet ve kontrol mekanizması. En aktif bu dönemde kullanıldığı için ismini ezberlemeyen kalmadı.
Yeşil sermaye: İşini yapmaktan başka suçu olmayan bazı vatandaşları olağan şüpheli ilan ettiler. Onların ticari hayatını bitirmek üzere kampanyalara giriştiler. En komiği bu işi sakallı köfteci avına kadar vardırmalarıydı. Bankalarında emekli general çalıştıran ve medyası olan holdinglerin hoşuna en çok giden operasyondu.
Kesintisiz eğitim: Adına siyasal İslam dedikleri öcünün kaynağı olarak eğitimi gördüklerinden ilk hedefleri okullar oldu. Özel okulları devletleştirmek ve imam hatip liselerinin önünü kesmek öncelikler arasındaydı. Zaten çok sorunlu yürüyen ortaöğretimi kaosa sokan ve milyonlarca öğrenciyi mağdur eden uygulamaydı.
F Tipi: 28 Şubat’ın emniyet başta olmak üzere kamu çalışanları arasında başlattığı cadı avının bahanesi. Birbiriyle taban tabana zıt çetelelerin dolaşıma sokulduğu ve isteyenin işine gelene inandığı şehir efsanesi. Adil Serdar Saçan’ın bile üst sıralarda yer aldığı listelerle oluşturulan paranoya.
Düğmeye basmak: Fethullah Gülen ve teşvikiyle açılan okulları yok etmek için başlatılan linç girişiminin ilk adımı. Televizyoncu Ali Kırca düğmeye kendinin bastığını ileri sürse de zamanla komplo kasetlerinin cunta eliyle hazırlandığı ortaya çıktı. Gülen’i yargılayan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin savunma avukatlarının kasetlerin bilirkişiye inceletilmesi talebine verdiği ret kararları dikkat çekti. Kes yapıştır montajları mahkemede olmasa bile kamuoyunda kasetlerin aslıyla ispatlandı.
Susurluk: Refahyol hükümetinin alamayıp şarampole yuvarlandığı viraj. Derin devleti suçüstü yakalamışken üzerine gidilemediği gibi kamuoyunda oluşan hassasiyet hükümeti götüren bir sürece dönüştürüldü. Bu hâliyle ‘en başarılı psikolojik harekat Oscarı’nı hak eden bir operasyon.
Havada ikmal: RP-DYP hükümetinin dönüşümlü başbakanlık formülünü hayata geçirmek istemesinin adı. RP lideri Necmettin Erbakan ‘”Başbakanlığı ortağım Tansu Çiller’e devrediyorum.” diyerek istifasını sundu. Hükümet kurmaya yetecek milletvekili imzasını ekleyerek havada ikmali gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak ‘kule’ yani Çankaya Köşkü devreye girerek planı suya düşürdü. Cuntanın tehdidiyle DYP bölündü ve Yol-Refah başlamadan bitti.
İsimli koalisyonlar: Daha önceki koalisyonlar parti isimlerinin kısaltmasıyla anılırken 95 seçimlerinden sonra Anayol, Anasol, Refahyol biçiminde kullanım başladı.
Senfoni ve çağdaş Türkiye: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın çaldığı Beethoven’ın 9. Senfoni’sinden sonra sahneye çıkan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ‘işte çağdaş Türkiye’ sözleri manşetlere taşındı. ‘Gerici’lere nispet havasında bir söz. Şehirlerine gelen orkestrayı dinledikten sonra “Urus’tan beri bele zülüm görmemiştik.” diyen Bayburtluların düşüncesi değişti mi bilinmiyor!
Bin yıl: 28 Şubat’a biçilen ömür. Hangi takvim ya da gezegene göre olduğu bilinmediği için 12 Nisan 2012’ye tekabül edip etmediği kestirilemiyor.
Çevik Bey: Emekli olduktan sonra cumhurbaşkanı seçilme hülyasına kapılan Çevik Bir, Rumeli İşadamları Derneği’nde seçilmiş bir kalabalığın önüne çıktı. Bir’in yelkenini şişirebilecekler çağırılmıştı. Bilmeden ilk darbeyi Orhan Keçeli indirdi: Size Çevik Bey diyebilir miyim? Büyü bir anda bozuldu. Bozulan sadece büyü değildi; 28 Şubat’ın kudretli generalinin kimyası da alarm veriyordu. Murat Birsel’in gollük pas olarak attığı ‘İlk 100 gündeki üç icraatınız ne olacak?’ sorusu Paşa’yı sinirlendirdi. Birsel’i kendisine dirsek atmakla suçladı. Çevik Bey’in Köşk hayali yerle bir oldu. Artık Kenan Evren’in yaveri olarak geçirdiği günlerin hatıralarıyla avunacaktı.
28 ŞUBAT’IN AKTÖRLERİ
ASKERLER
İsmail Hakkı Karadayı: Dönemin Genelkurmay Başkanı. Millî Güvenlik Kurulu’nda Başbakan Erbakan’ı terlettiği konuşuldu. Cumhurbaşkanı Demirel ile işbirliği yapıp Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in planladığı askerî darbeyi engellediği iddia edildi. 30 Ağustos 1998’de yaş haddinden emekli oldu. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’yu etkileyerek demokratik süreci engellediği ileri sürüldü. Bu kasetlerin montaj olduğunu ifade ederek hakkındaki suçlamaları reddetti. Encümen-i Daniş üyesi.
Çevik Bir: Batı Çalışma Grubu’nun planlayıcısı ve demokrasiye yapılan balans ayarının kahramanı! Postmodern darbenin Kenan Evren’i olmaya soyundu. Yargı organlarına ve savcılara Genelkurmay Başkanı adına talimatlar gönderdi. Önce Genelkurmay Başkanlığı beklentisi, sonra Cumhurbaşkanlığı hayalleri suya düştü. 1999’da emekli oldu. Balyoz Davası İddianamesi’nde Çetin Doğan hakkında söyledikleriyle teknik takibe takıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında savcılara ifade verdi. 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alınan ilk isim oldu.
Erol Özkasnak: Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri. 28 Şubat’ın sözcüsü ve vitrin isimlerindendi. Gazete yöneticilerine ve köşe yazarlarına ne yazacaklarını söylemek, yazmayanları tehdit etmekle görevli olduğu ileri sürüldü. Sürecin en önemli isimlerinden biri olarak yükselmeyi bekledi; ancak vazifesini tamamlamıştı. Emekli edildi. 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk gözaltı listesinde olmaması sürpriz karşılandı. Hatta bir çok internet sitesi gözaltına alındığını duyurdu, sonra düzeltti.
Güven Erkaya: Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı. Başbakan Necmettin Erbakan’ı ‘irticai tehdidin boyutları ve hükümetin bu konudaki duyarsızlığı’ tezleriyle MGK’da sıkıştırdığı gazetelere sızdırıldı. İrtica ile mücadele için Genelkurmay Başkanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın karargâhının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olduğu ortaya çıktı. Cuntanın omurgası, başında Oramiral Erkaya’nın bulunduğu Batı Çalışma Grubu’ydu. Erkaya, iki yıl önce kolon kanserinden vefat etti.
İdris Koralp: Emekli Tuğgeneral. Ergenekon Davası kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. Tunç Kılınç’la birlikte çalıştı. Kılınç’ın 3. Ordu Komutanlığı yaptığı dönemde Harekât Yardımcılığı Başkanı oldu. 28 Şubat sürecinde Hadımköy’deki 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda görevliydi. Gözaltına alınan ilk isimlerden oldu.
Abdullah Kılıçaslan: Emekli Tuğgeneral. Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilmesi sırasında Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısıydı. Son genel seçimlerde MHP’den adaylığını koymuştu. 28 Şubat sürecinde Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevliydi. Soruşturmada gözaltına alındı.
Ünal Akbulut: Emekli Tuğgeneral. 28 Şubat sürecinde Kurmay Albay rütbesiyle orduda görevliydi. Son olarak Genelkurmay Personel Daire Başkanı olarak Karargâh’ta görevliydi. Gözaltına alındı.
Oğuz Kalelioğlu: Emekli Albay. 28 Şubat döneminde Psikolojik Harp Dairesi’nde görev yapıyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir süre danışmanlık yaptı. Gözaltına alındı.
Hüsnü Dağ: Emekli Albay. 28 Şubat döneminde bugün Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı adını alan Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı görevini yürütüyordu. Gözaltına alındı.
Mustafa Babacan: Hüsnü Dağ’ın yardımcısı olarak görev yapıyordu. 28 Şubat’ta Basın İnceleme ve Değerlendirme Şube Müdürü’ydü. Gözaltına alındı.
Necdet Batıran: Emekli Başçavuş. 28 Şubat’ta Genelkurmay Karargâhı’ndaki Kozmik Oda’da evrak görevlisi olarak çalışıyordu. Gözaltına alındı.
ÜNİVERSİTE
Kemal Gürüz: Dönemin YÖK Başkanı. Millî Güvenlik Kurulu kararlarının üniversitelerde uygulanmasını sağladı. Üniversite giriş sisteminde değişiklik yaparak imam hatip ve meslek liselileri mağdur etti. İmam hatip liselerinin kapatılmasını istedi. Amerikancı olduğunu söyledi. 28 Şubat’ın darbe olmadığını iddia etti. Başörtüsü yasağının mimarıydı. 7 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Kadir Has Üniversitesi’nde Uluslararası Danışma Kurulu üyeliği görevini sürdürüyor.
Kemal Alemdaroğlu: İstanbul Üniversitesi’nin tartışılan rektörüydü. Eğitim özgürlüğü ve insan hakları konusunda yasakları sınır tanımadı. Yolsuzluk suçlamaları sebebiyle YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı. 2003 yılında Türk Tabipler Birliği Onur Kurulu tarafından intihal suçundan iki ay meslekten uzaklaştırma cezası aldı. Ergenekon soruşturması kapsamında 21 Mart 2008 tarihinde gözaltına alındı, iki gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Nur Serter: İkna odalarının mimarı. 28 Şubat sürecinde, başörtülü öğrencilere kök söktürdü. Yazdığı Siyasal İslam’da Din Tekeli isimli kitap, Refah Partisi’nin kapatılması sürecinde kaynak olarak gösterildi. Cumhuriyet mitinglerinde sıkça boy gösterdi. CHP Milletvekili.
YARGI
Nuh Mete Yüksel: Dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı. Türkiye’nin en çok konuşulan soruşturmalarına imza attı. Ankara’da ‘Demir Savcı’ lakabıyla ün saldı. Merve Kavakçı’nın evine gece yarısı baskın yaptı. Aydınlık Gazetesi’nin haberlerinden hareketle Fethullah Gülen Hocaefendi’ye dava açtı. İddianameyi mahkemeden önce medyaya vererek linç kampanyası yaptırdı. Çağdaş Eğitim Vakfı’nda yapılan aramada uygunsuz CD’leri ele geçirildi. Kendisine şantaj mı yapıldı şüphesi dile getirildi. Eski HSYK tarafından küçük bir ceza verildi. Geçen aylarda emekli oldu. 28 Şubat döneminde askerin yargıya baskı yapmadığını söyledi.
Vural Savaş: Dönemin Başsavcısı. İki partinin (Refah-Fazilet) kapatılması ve postmodern darbenin hukuki altyapısını hazırlayan isimdi. Kapatma iddianamesinde ‘kan içici vampirler’ sözleri hukuk skandalı olarak kayıtlara geçti. Emekli olduktan sonra elini attığı her dal kurudu. Siyasette ve sivil toplum örgütlerinde aradığını bulamadı. Şimdilerde Ankara’daki evinde kitap yazmakla meşgul.
SİYASİLER
Süleyman Demirel: 28 Şubat döneminin en önemli ismi. Erbakan’ın istifasından sonra görevi Tansu Çiller yerine Mesut Yılmaz’a verdi. Kendini her zaman ‘ülkeyi uçurumdan kurtaran kilit adam’ olarak gördü. İkinci kez Köşk’e çıkma formülü (5+5) kabul görmedi. Cumhurbaşkanı kalma hayali suya düşünce, ‘bir bilen’ olarak köşesine çekildi. Aktif siyasete dönmedi ancak siyaset mühendisliğine devam ediyor. Şimdilerde kendi rahatsızlığı ve Alzheimer hastası eşi Nazmiye Hanım’la ilgileniyor.
Mesut Yılmaz: 28 Şubat sürecinde başbakan oldu. 8 yıllık kesintisiz eğitimin yılmaz savunucusuydu. Beklentisi kısa vadede gerçekleşmiş olsa da 3 Kasım 2002’de partisinin yüzde 5 oy oranı ile barajın altında kalması onu hüsrana uğrattı. ‘Güneş Taner ile birlikte Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri’ gerekçesiyle Yüce Divan’da yargılandı. Siyasetten ayrıldı derken 2007 seçimlerinde Rize’den bağımsız milletvekili oldu. 2009 yılında Demokrat Parti’ye geçti. Namık Kemal Zeybek’in genel başkan seçilmesinin ardından partiden istifa etti.
Tansu Çiller: RP-DYP arasında kurulan 54. hükümette Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. Partisine yapılan müdahalenin arkasından Başbakan olma imkânını kaybetti. İstiaf eden vekiller DTP’yi kurdu. Çiller, 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde DYP’nin seçim barajını aşamaması üzerine genel başkanlık görevinden istifa etti. Yerini Mehmet Ağar’a bıraktı. Son olarak Başbakan Erdoğan’ın annesi Tenzile Erdoğan’ın cenazesinde görüldü.
Hikmet Uluğbay: Dönemin Millî Eğitim Bakanı. MGK kararlarını hayata geçirme onun göreviydi. 28 Şubat’tan sadece iki yıl sonra ruhsatlı silahıyla intihara kalkıştı. Dili parçalandı ancak kurtuldu. Şimdilerde kışları Ankara’daki evinde geçiriyor yazın ise Bodrum’da yaşıyor.
Necmettin Erbakan: Postmodern darbenin hedeflerinden biriydi. Asker ve medya baskısıyla başbakanlığını yürüttüğü 54. hükümet düşürüldü. Başında bulunduğu Refah Partisi anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı. Siyaseten yasaklandı. Kayıp trilyon davasında iki yıl dört ay hapse mahkûm edildi ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından affedildi. Geçen yıl 28 Şubat’a bir gün kala vefat etti. 28 Şubat’a karşı yeterince dik durmadığı için eleştirildi.
MEDYA
Dinç Bilgin: O dönemde etkin olan iki gruptan biriydi. Sabah ve ATV’nin sahibiydi. 2001 krizinde gazeteyi devretmek zorunda kaldı. 28 Şubat dönemi için “Çok büyük kabahatlerimiz oldu. Yalan haber ve yazıları servis ettik.” itirafında bulundu. Etibank’ın zarara uğratılmasıyla ilgili olarak, ‘nitelikli zimmet’ suçundan 4 yıl 10 ay hapis ve 129 milyon TL adli para cezası aldı.
Aydın Doğan: Doğan Grubu’nun patronu. O dönem gazetelerinde yayımladığı manşetlerle gündem belirledi, kamuoyu oluşturdu. Dönemin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün üst düzey askerî yetkililerle yaptığı röportajlar gazetenin manşetlerinde yerini aldı. 28 Şubat soruşturması kapsamında Aydın Doğan’ın da adının geçtiğine yönelik haberlerle, borsada işlem gören 5 Doğan Grubu şirketinin piyasa değeri bir günde 519,3 milyon lira eridi.
GİZLİ AKTÖRLER
Seyhan Soylu: Nam-ı diğer Sisi. 28 Şubat’ın gizli kahramanı! 28 Şubat sürecinin önemli bir unsuru olan ‘Ali Kalkancı-Fadime Şahin’ olayıyla duyulmuştu. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Sisi’nin bu tür olayları tezgâhlamak için JİTEM’de kurs gördüğünü iddia etmişti.
Fadime Şahin: 28 Şubat’a giden sürecin önemli figürlerinden biriydi. Aczimendilerin başındaki Müslüm Gündüz’le kameralara yakalanarak gündeme geldi. Aynı zamanda Ali Kalkancı ile benzer bir ilişkisi ortaya çıktı. Hakkında estetik ameliyat yaptırdığından, yabancı bir ülkeye iltica ettiğine ve Ergenekon davasının gizli tanığı olduğuna kadar bir dizi iddia ortaya atıldı. Geçen yıl görüntülenen Şahin, İstanbul’daki bir fabrikada çalışıyor.
Ali Kalkancı: Dönemin ‘sahte şeyhi’ olarak nam saldı. Hiçbir dinî bilgisi olmamasına rağmen çok sayıda müridi (!) vardı. Çarpık ilişkileri ortalığa saçıldı. Bir kimya fabrikası sahibi olduğu anlaşıldı. Burada 2 milyon captagon (uyuşturucu) hap ele geçirildi. İsmi Ergenekon sanıklarından Zekeriya Öztürk’ün iş ortağı olarak da geçiyordu. Öztürk’ün, iddianameye de giren bir telefon konuşmasında Kalkancı için ‘bizim hoca’ ifadesini kullandığı ortaya çıktı. Sergilenen oyunda ‘sahte şeyh’ rolünü başarıyla oynadı. Hâlen uyuşturucu suçundan cezaevinde.
Müslüm Gündüz: 1990’lı yıllarda televizyon kanallarında yaptığı açıklamalarla Aczimendilerin başı olarak tanındı. Kadıköy’deki bir evde Fadime Şahin’le uygunsuz bir vaziyette basıldı. Şahin’in imam nikâhlı eşi olduğunu söyledi. Geçen yıl bir televizyon kanalına çıktı. 28 Şubat’taki rolünün bir operasyon olmadığını iddia etti. Haksız yargılandığına dair Türkiye aleyhine AİHM’de açtığı davayı kazandı. Mahkeme, DGM’nin askerî üyeleri bulunması sebebiyle başvuruyu haklı buldu.
(NURSEL DİLEK MANAVBAŞI)
Sürecin ‘sivil’ paşaları
Ankara Cumhuriyet Savcılığı 28 Şubat’ın asker kanadını soruşturma konusu yapsa da, sürecin ekonomik boyutu, konunun sadece ‘siyasete yönelik askerî darbeden’ ibaret olmadığını ortaya koyuyor. 28 Şubat süreci, aynı zamanda ciddi bir ekonomik darbeydi. O dönemki hatalı uygulamalar, ihmaller ve banka hortumlamalarının ülkeye maliyeti 250 milyar lirayı, eski ifadeyle 250 katrilyonu buldu. Hortumlanan, içleri boşaltılan bankalar sebebiyle aralarında Murat Demirel, Hayyam Garipoğlu, Dinç Bilgin, Cavit Çağlar ve Ali Balkaner gibi banka sahiplerinin bulunduğu birçok isim yargılandı ve ceza aldı; ancak aynı bankaların yönetim kurullarında görev yapan 28 Şubat sürecinin emekli paşalarının adları hiçbir soruşturmada geçmedi. İddianamelerde onlardan bahis açılmadı. Oysa o dönemde hortumlanan bankaların hepsinin yönetim kurullarında emekli generaller, hatta ordu komutanları görev yapıyordu.
Sürece adını veren 28 Şubat 1997’deki meşhur MGK toplantısından, 21 Şubat 2001’e kadar geçen 4 yıllık zaman dilimi, milletin bugün bile bedelini ödemeye devam ettiği tam bir ekonomik ve finansal yıkım dönemi olarak tarihe geçti. Milletin cebinin nasıl boşaltıldığını ortaya koymadan, 28 Şubat darbesini konuşmak veya soruşturmak aslında sürecin çok önemli bir boyutunu atlamak anlamına geliyor.
Peki, bu soygun döneminin maliyeti nedir? Aslında bu konudaki veriler kısa süre öncesine kadar sadece bankacılık sektörüne yönelikti. 1994–2003 arasında toplam 25 özel banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi. Bunların 20’si, 1997’den 2001 krizine kadar devam eden süreçte fona geçti. Yani 28 Şubat sürecinde. El konan bankaların devlete getirdiği yük 17,3 milyar doları buldu. Bankaların zararının kapatılması için, faiz yüküyle beraber bu rakamın iki katına çıktığını da unutmamak lazım. Bunlara bir de malum süreçte 21,9 milyar dolar görev zararı veren üç kamu bankası eklendiğinde, 28 Şubat sürecinin bankacılık sektörü açısından devlete maliyetinin 50 milyar doları aştığı ortaya çıkıyor.
Elbette devlet bu hortumlamaların peşini bırakmadı. Pek çok banka sahibi yargılanıp ceza aldı, birçoğu da yurtdışına kaçtı. TMSF’nin bir önceki başkanı Ahmet Ertürk döneminde hırsızların peşine düşüldü ancak tahsil edilebilen rakam 20 milyar TL’ye ancak ulaşabildi. Bu arada, banka sahiplerinin oluşturduğu zarar sadece devletin hanesine yazılmadı elbette. 2000 – 2002 arasında bankacılık sektöründe çalışan 47 bin beyaz yakalı, işsiz kaldı. Bankacılık sektörü 2001 krizi öncesi istihdamına ancak 2010’da ulaşabildi. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın kısa süre önce bürokratlara hazırlattığı çalışma ise sürecin devlete toplam maliyetini de ortaya koydu. 2001 krizi sebebiyle oluşan yükü temizlemek için hazırlanan özel tertip Hazine kâğıtları Ziraat, Halk, Emlak Bankası, Merkez Bankası ve TMSF’ye verildi. Hazine’nin nakit ihtiyacını karşılamak adına yapılan bu işlem için devlet en son 2010’da 14 milyar 738 milyon liralık ödeme yaptı ve borçlar bitti. Böylelikle devlet, enflasyon ile güncellenmiş rakamlara göre, 2001 krizinin oluşturduğu kara deliği kapatmak için toplam 251 milyar 563 milyon TL ödedi. Başka bir ifade ile 28 Şubat’ın ekonomik sonucu denebilecek 2001 krizi, 2010’da bitmiş oldu.
5’li Çete
28 Şubat sürecinin başaktörleri arasında “5’li Çete”yi saymak hiç de yanlış olmaz. İş dünyasının önemli kuruluşları; Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 5’li Çete’nin üyeleri olarak sayılıyordu. Başkanları Refik Baydur, Derviş Günday, Fuat Miras, Bayram Meral ve Rıdvan Budak, o dönem sivil siyasete karşı yapılan darbenin ‘sivil’ ayağını oluşturuyordu.
Refik Baydur, ‘Bizim Çete’ adıyla dönemin kitabını da yazdı. Fuat Miras, TOBB Başkanı’ydı ve 5’li Çete’nin en güçlülerinden biri sıfatıyla 28 Şubat sürecine destek verdi. Postmodern darbenin sendikacı iki ayağından biri Bayram Meral, 10 yıl Türk-İş’te başkanlık yaptıktan sonra 2002 yılında CHP’den milletvekili seçildi. ‘Bizim Çete’nin diğer işçi patronu, DİSK Başkanı Rıdvan Budak, 1999 seçimlerinde DSP’den milletvekili oldu. Kısa süre sonra DSP’nin halk nezdinde inandırıcılığını kaybettiğini söyleyerek Ecevit’e karşı bayrak açtı. Bağımsız milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. Dönemin TESK Başkanı Derviş Günday ise daha sonra CHP’den milletvekili seçildi.
28 Şubat’ın ekonomik aktörleri daha sonra basına yansıyan ifadelerinde, özeleştiri yapmayı da ihmal etmedi. Kamuoyunda “5’li Çete” olarak adlandırılan ‘sivil’ inisiyatif, gelinen noktada 28 Şubat’ın kötü bir dönem olarak tarihe geçeceğini düşünüyor veya en azından bunu ifade ediyor. Dönemin DİSK Başkanı Rıdvan Budak, “Keşke 28 Şubat hiç olmasaydı, sivil siyasi sürecin önü kesilmeseydi.” diyor. TİSK Başkanı Refik Baydur da 28 Şubat’ın millete zarar verdiği görüşünde. Ne o günlerde ne de şimdi, rejim tehlikesi olmadığının altını çiziyor. Rıdvan Budak, 28 Şubat’ın 10. yılında yaptığı açıklamalarda, “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... Sivil siyasi sürecin önü hiç kesilmeseydi Türkiye bugün olgun bir demokrasiye sahip olurdu.” ifadesini kullanıyor. Görünen o ki, pek çokları gibi sürecin ekonomik aktörleri de o dönem koparılan fırtına ile bunun arkasından çevrilen dolapları ve milletin çalınan sermayesini artık içlerine sindiremiyor!
Her bankaya bir paşa!
28 Şubat döneminin karakteristik özelliklerinden biri de, batan bankaların bazılarının yönetim kurullarında emekli generallerin görev almasıydı. Peki, yönetim kurullarına giren generaller bankacılık veya finans sektörünü ne kadar biliyordu? Daha doğrusu görevlerine sektördeki birikimleri sebebiyle mi gelmişlerdi? Herkes biliyor ki onları bu görevlere getiren ana etken dönemlerinin ‘kudretli komutanları’ olmaları, devlet içindeki güçleri ve kamuoyu nezdindeki itibarlarıydı. Silah zoruyla elde edilen itibarın iş bitirme gücü ise tartışılmazdı!
İşin garibi daha sonra banka patron ve yöneticileri yargılanırken, askerler davalardan muaf tutuldu. 1990–93 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhittin Fisunoğlu Genelkurmay Başkanlığı sırasını beklerken Doğan Güreş’in görev süresinin uzatılmasıyla emekliye ayrıldı. Fisünoğlu, Genelkurmay Başkanı olamayınca Sümerbank’ın Yönetim Kurulu üyesi oldu! Sümerbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Hayyam Garipoğlu yargılandı ve ceza aldı, hapse girdi ancak iddianameyi hazırlayan savcılar, onun mesai arkadaşı Fisunoğlu’nun ifadesini bile almaya gerek duymadı.
Aynı şekilde yöneticileri arasında ‘paşalar’ bulunan Etibank ve İnterbank’ın da sadece patronlarının cezalandırılması tabii o dönem kimsenin ilgisini çekmiyordu. İşin tuhafı yönetim kurullarında paşa bulunmayan Yurtbank ve Egebank’ın ise hem patronları hem de bütün yöneticileri yargıya hesap verdi ve cezalandırıldı. 28 Şubat’ın ünlü generallerinden Güven Erkaya, daha önce el konan Bank Ekspres’in ve sürekli el değiştiren Kanal-6’nın patronu Korkmaz Yiğit’in danışmanlığını yaptı. Yiğit’in kimyasını değiştiren, hükümetler deviren Türkbank skandalı yaşanırken, kimse danışmanına soru soramadı. Etibank’ın paşası eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Vural Beyazıt, Dinç Bilgin cezalandırılırken, diğer yönetim kurulu üyeleri cezalandırılmadığı için sorgulanmadan serbest kalan isimlerdendi. Aynı şekilde içi boşaltılan İnterbank’ın yönetim kurulunda görev alan eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman da ne sorgulandı ne de yargılandı.
Bedelini kısmen ödeseler de, 28 Şubat döneminde banka patronları ve büyük şirketler paşaların itibar ve etkinliklerinden epey faydalandı. Bu arada hemen belirtmekte yarar var. 28 Şubat döneminde sadece bankalar değil, aralarında Türkiye’nin en büyük holdinglerinin de bulunduğu pek çok şirketin yönetim kurullarında da görev yaptı kudretli komutanlar! Nitekim bankalar için itibar ve güç anlamına gelen komutanlı yönetim kurullarının, aslında diğer yandan Türk ordusunun itibarını zedelemeye başladığını ilk gören isim, 1998 – 2002 arasının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu oldu. Çünkü batan bankalar dolayısıyla paşalar kovuşturma geçirmese de, bu durumun kamu vicdanını yaraladığı aşikârdı. Kıvrıkoğlu’ndan sonra göreve gelen Orgeneral Hilmi Özkök ise sürece son noktasını koydu ve emekli generallerin banka yönetim kurullarında görev almasını yasaklayarak bir devri kapattı. Elbette bu kararla o karanlık dönemin sadece bir boyutu bitirilmiş oldu. Hukuki sorumluluklardan ve milletin gördüğü ekonomik zarardan, yönetim kurulu üyesi paşaların payına bir yaptırım düşüp düşmeyeceğini ise zaman gösterecek.
ADIM ADIM 28 ŞUBAT SÜRECİ
1996
28 Haziran: RP-DYP koalisyonu kuruldu. RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan başbakan oldu.
24 Temmuz: Yüksek Askerî Şûra toplantısında 600 civarında dindar subayın ordudan atılacağı söylentisi çıktı.
10 Kasım: Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin “İçim kan ağlayarak törenlere katıldım.” sözleri krize sebep oldu.
6 Aralık: Ankara DGM, Necmettin Erbakan ve Hasan Hüseyin Ceylan hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na suç duyurusunda bulundu.
24 Aralık: Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, “Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenler var.” açıklamasını yaptı.
28 Aralık: Aczimendilerin başı Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin bir evde yakalandı.
1997
5 Ocak: Türk-İş hükümete uyarı mitingi düzenledi.
11 Ocak: Genelkurmay, Sultanbeyli’de Atatürk heykeli diktiren Tuğgenaral Doğu Silahçıoğlu’na tepki gösteren Necati Çelik hakkında suç duyurusunda bulundu.
11 Ocak: Başbakan Necmettin Erbakan bazı cemaat liderlerine iftar yemeği verdi.
21 Ocak: Atatürkçü Düşünce Derneği, Başbakan hakkında, konutta verdiği yemek sebebiyle suç duyusunda bulundu.
23 Ocak: Bartın Adliyesi Yazı İşleri Müdürü Abdurrahman Güzelgün, memurların mesai saatlerinin ramazana göre düzenlenmesini öngören Bakanlar Kurulu kararlarının iptali istemiyle Danıştay’a dava açtı.
26 Ocak: Komutanlar, Gölcük’te bir araya geldi. Şu açıklama yapıldı: “Bir generalin, Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. Ramazan sebebiyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.”
28 Ocak: Danıştay, ramazan düzenlemesiyle ilgili ‘yürütmenin durdurulmasına’ karar verdi.
30 Ocak: Sincan’ın RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Kudüs’ü anma toplantısı düzenledi.
1 Şubat: Başbakan Erbakan, DYP’deki bazı bakanların “imza koymayız” direnişine rağmen üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan kararnameyi, Bakanlar Kurulu’nda imzaya açtı.
5 Şubat: Sincan halkı sabah tank sesleriyle uyandı. 20 tank ve 15 zırhlı araç beklenmedik bir şekilde Sincan caddelerinden geçirildi.
7 Şubat: İstanbul’daki üniversitelerin öğretim üyeleri, iktidarın üniversitelerden elini çekmesini istedi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerle mücadele edeceklerini açıkladı.
8 Şubat: ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Türkiye’de büyük bir tehlike olduğunu iddia ederek “RP’nin tabanı militanlaşıyor, hatta silahlanıyor.” dedi.
14 Şubat: DGM, Sincan davasında Bekir Yıldız ve Nurettin Şirin’le birlikte 9 kişiye daha tutuklama kararı verdi.
15 Şubat: Şeriata karşı kadın yürüyüşü yapıldı.
21 Şubat: “İran terörist devlet muamelesi görmeli.” diyen Çevik Bir, Sincan’dan geçen tanklarla ilgili olarak da, “Demokrasiye balans ayarı yaptık.” yorumunu yaptı.
25 Şubat: Oramiral Güven Erkaya: “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike hâline geldi.”
26 Şubat: Türk-İş, DİSK ve TESK, rejime yönelik tehditlere karşı güç birliği kararı aldı. İstanbul kadın kuruluşları birliği, laiklik için eylem başlattı.
28 Şubat: MGK, Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplandı. 9 saat süren MGK’da Atatürk ilke ve inkılaplarının ödünsüz uygulanması kararı alındı. MGK bildirisinin sonunda ‘tavsiye edilir’ yerine ‘yaptırım’ kelimesi kullanıldı.
2 Mart: Başbakan Erbakan MGK’da alınan 18 maddelik karar listesini bazı ifadelerin çok sert olduğunu öne sürerek imzalamadı.
3 Mart: Erbakan, ‘Demokratik sisteme destek için’ parti liderlerini ziyaret etti. Ancak umduğunu bulamadı.
4 Mart: Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Başkanı Derviş Günday, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak, MGK kararlarına tam destek verdiklerini açıkladı.
5 Mart: Erbakan, MGK kararlarını imzaladı. (Erbakan’ın çevresi, imzanın 18 maddenin Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesi için atıldığını söylüyor.)
7 Mart: Cumhurbaşkanı Demirel, MGK kararlarının uygulanmaması hâlinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.
14 Mart: 28 Şubat kararları Meclis’ten geçti.
26 Mart: Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tüm illere türban yasağı genelgesi gönderdi.
30 Mart: Ankara Müzik Festivali’nin açılışındaki konserde Demirel’in “İşte çağdaş Türkiye!” dediği an, izleyiciler ayağa kalkarak “Laik Türkiye!” sloganları attı.
13 Nisan: Valiler Laiklik Zirvesi için Ankara’ya çağrıldı.
20 Nisan: ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, “Size müjdem, bayramdan hemen sonra bu hükümet yolcudur. Falcılık falan yapmıyorum, bilerek söylüyorum.” dedi.
27 Nisan: MGK’da uyarılan hükümete bir ay süre verildi.
30 Nisan: TSK, yeni savunma konseptini açıkladı: “İç tehdit, dış tehdidin önüne geçti. İrticaın yok edilmesi hayati önemi haizdir.”
4 Mayıs: Merzifon Jet Üssü’nde düzenlenen törende Başbakan Erbakan gelince subaylar ayağa kalkmadı.
10 Mayıs: DYP lideri Çiller, partisinin Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde Sabah grubunun 200,4 milyon dolar, Doğan grubunun ise 424,8 milyar dolar devlet desteği aldığını açıkladı.
22 Mayıs: Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, “Türkiye’yi iç savaşa sürüklüyor” gerekçesiyle RP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
30 Mayıs: RP’li Şevki Yılmaz’ın 7 yıl önce yaptığı bir konuşma yeniymiş gibi televizyon kanallarında gösterildi.
6 Haziran: Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu.
11 Haziran: Genelkurmay’da hâkim ve savcılara brifing verildi. Bir gün sonra medyaya irtica brifingi verildi.
17 Haziran: Başbakan Erbakan, hükümetinin bir yılını değerlendirdiği basın toplantısında “Asker emrimizde” dedi.
18 Haziran: Erbakan, başbakanlıktan istifa etti.
1998
4 Ocak: Ders kitaplarında evrime dönüş için çalışmalar başlatıldı.
16 Ocak: RP, ‘laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı’ olduğu gerekçesiyle kapatıldı.
2 Şubat: Diyanet’in 5’inci sınıftan sonra Kur’an kurslarına gidilebileceğini öngören yönetmeliği, Danıştay tarafından bozuldu.
25 Mart: “5’li Çete” olarak adlandırılan TOBB, TİSK, DİSK, Türk-İş ve TESK, azınlık hükümetine tam destek verdi.
27 Mart: İçişleri Bakanlığı, tüm valilere bölücü ve irticai faaliyetlerle mücadele için sert talimatlar gönderdi.
21 Nisan: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı R. Tayyip Erdoğan, Diyarbakır DGM tarafından şiir okuduğu için 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
29 Nisan: Semdin Sakık’ın ifadesine dayanılarak (andıç) gazeteci Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ın yazılarına ara verildi.
24 Mayıs: Vakıf yöneticilerinin evlerine seri baskınlar düzenlendi.
9 Temmuz: Millî Askerî Stratejik Konsept’in (MASK) yeni hedefi, ‘İslami sermaye’ oldu.
2 Ağustos: Yeni cami yapılmasını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.
Zafer Özcan - Bülent Korucu/ Aksiyon