ABD'li Türkler Erdoğan'a benziyor diye Trump'a oy veriyor
Medyafaresi.com ABD Temsilcisi Ayşın Savatlı, 3 kasım seçimlerinin nabzını tutuyor. Amerika’da da çoğunlukla Türk Amerikalılar oylarını Trump’tan yana kullanıyorlar. Peki Trump ve Erdoğan arasındaki hangi benzerlikler bu tercihte rol oynuyor?
Ayşın Savatlı / New York / Medyafaresi.com
ABD’nin 45. Başkanı Donald Trump, 3 Kasım Başkanlık Seçiminde göreve devam edip etmeyecek mi bir hafta içinde göreceğiz.
Türkiye’de genel olarak Trump’ın başkanlığının Türkiye çıkarlarına uygun olduğu konuşuluyor ve Amerika’da da çoğunlukla Türk Amerikalılar oylarını Trump’tan yana kullanıyorlar.
Trump’ın daha iyi bir seçenek olduğu algısının temelinde, kaynağını ve derinliğini bilemediğimiz Recep Tayyip Erdoğan ile Donald Trump arasındaki ilişki gösteriliyor.
Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan kimi zaman birbirlerine çok benzer karakterlere bürünebiliyorlar. Ben öyle zamanlarda Trump için “yerli ve milli Donald Trump” nitelendirmesini kullanıyorum.
Trump’ın tehlikeli bir özgüveni olduğunu söyleyebilirim. Kendine öyle çok güveniyor ki herhangi bir fikri olmadığı konularda düşüncesi ve daha da kötüsü yargısı olabiliyor. Yargılarını milyonlarca taraftarıyla hiç çekinmeden, sonuçlarını düşünmeden paylaşıyor.
Bu yazdığım ile ilgili verilebilecek en iyi örnek sanırım koronavirüs pandemisinde Trump’ın yaklaşımı olacaktır. Kendi takımındaki uzmanlarının sözlerine bile kulak tıkayan, Dr. Fauci gibi otoritelere karşı çıkan, bilimsel gerçekleri komplo teorileri ile yadsıyıp yalanlayan bir yaklaşımla önerdiği ilaçları, yarattığı aşı beklentilerini, politize ettiği maske kullanımını hepimiz görüyoruz. Neredeyse 220 bin Amerikan vatandaşının hayatını kaybetmesinde sorumluluğu kendinde hiç görmüyor ve sadece Çin’i suçluyor.
Trump’ın “America First” anlayışı bizim “Değerli Yalnızlık” dış politika filmimize benziyor. Özellikle film diyorum; çünkü bunun bir strateji değil, dönemsel bir taktik olduğuna inanıyorum. Kaldı ki değerli olan yalnız olmak değil; destek bulmak diye düşünüyorum. ABD, “America First” anlayışla aslında uluslararası arenada kendini yalnız bırakıyor. Dünya lideri konumunda olan bir ülkenin kendini dünyadan soyutlamasını ben anlayamıyorum.
Müttefiklerini yalnız bırakmak, güven kaybı yaşatmak; kendi kurucusu olduğu NATO’dan uzaklaşmak, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslar üstü kurumlarda küstüm oynamıyorum tavrı sergilemek, meydanı başkalarına bırakmak gibi geliyor; bu tutumu Amerikan çıkarlarına uygun bulmuyorum.
Trump ve Erdoğan akraba ilişkilerine dayanan takımlar kurmayı tercih ediyorlar. Damatlar yönetime giriyor, bakan oluyor; kızlar danışman yapılıyor. Hatta Trump’ın 2024 için kızı Ivanka Trump’ı başkanlığa hazırladığı bile iddia ediliyor.
Demokrasinin olmazsa olmazı özgür medya Trump’tan nasibini alıyor. Trump, hoşlanmadığı her türlü haber için “fake news”, sahte haber etiketlemesini yapıyor. Erdoğan da kendisini eleştiren ana akım medyaya pek toleranslı kalamıyor. Fatih Portakal ve diğer farklı düşüncelere defaten davalar açılıyor. Erdoğan kendine soru soran muhabire “Fox önce gazete olsun.” diyerek “Yalan haber üretmeyin.” diye çıkışıyor.
Erdoğan ile Trump hakkında ortak bir diğer polemik ise üniversite mezuniyetleri ile ilgili. Hak ve hukuka inanan vatandaşlar, kendilerini yönetenlerin hukuka uyanlardan olmasını bekliyor. Bir cumhurbaşkanının üniversite okumuş olması şartını sorgulamak elitistlikten değil; adaletten kaynaklanıyor. Dolayısıyla her ne kadar sonradan bu şart kaldırılmış olsa da, yürürlükte olduğu dönemde, üniversite okumadığı halde cumhurbaşkanı olmak hukuka aykırı sayıldığından Erdoğan’ın üniversite mezuniyet durumu sorgulanmıştı.
Aynı şekilde Trump hakkında da üniversite eğitimi ile ilgili ortaya atılı iddialar var ve bunların en konuşulanını kendi öz yeğeni dile getiriyor. Mary Trump, arası açık olduğu amcası Donald Trump’ın para karşılığı başkasını kendi yerine üniversite sınavlarına sokarak üniversiteyi kazandığını söylüyor.
Muhalefet ile iktidarın rolleri bilinçli olarak değiştiriliyor. Normalde iktidarda olan, yaptıkları ve yapmadıkları konusunda eleştirilir ve “hesap veren” pozisyonda olması beklenir. Ama hem Türkiye’de hem de Amerika’da iktidar saldırgan bir tutumla muhalefete yükleniyor; örneğin Türkiye’de ana muhalefet partisi CHP yolunda gitmeyen her gündemde “CeHaPe Zihniyeti” ithamıyla “Vurun CeHaPeye” tarzıyla spotların altına itiliyor. Maalesef muhalefet, “yöneten 20 yıldır sensin” diyemeyip, silik bir savunma mooduna giriyor. İktidar oyun kurucu oluyor; muhalefetse önüne gelen senaryoda doğaçlama yapmakta bile zorlanıyor. Muhalefet, davanın iddia makamıyken bir anda kendini sanık sandalyesinde buluyor.
Aynı şey ABD’de de geçerli… Trump ve Biden arasındaki televizyon münazaralarını izledik, haklı olan Biden suskun ve güçsüz kaldı. Trump, “senin ne olduğundan çok karşındakinin seni nasıl algıladığı önemlidir” şeklinde önceleri Amerikan ordu stratejisi ürünü olarak ortaya çıkan sonrasında reklam ve pazarlama stratejine dönüşen öğretiyi özümsemiş bir üslupla sahnenin yıldızı olmayı başardı. Trump sanık geldiği davanın önce savcısı sonra hakimi oldu… Her ne kadar adaylar arasındaki televizyon münazaralarının seçmenin oy verme saikini etkilemediği, sonuçlara etkisinin zayıf olduğu değerlendirmeleri yapılsa da; muhalefet için milyonlarca Amerikalının önünde konuşma fırsatı yakalanmışken etkili olamamak; hukukçu tabiriyle zarar doğmasa da yoksun kalınan kazancın söz konusu olmasına neden olan bir başarısızlık diye düşünüyorum.
Trump döneminde ABD’de başlayan en önemli problem olarak toplumun ayrışmasını, taraflara bölünmesini, hatta gözü kara bir fanatikleşme içine girilmesini görüyorum. Toplumsal ayrışmaların halk için son derece tehlikeli; mutlak kişisel başarı hırsıyla siyaset yapanlar için ise avantaj olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de ayrışmış bir toplumda insanlar farklı fikirleri sindirmeye uğraşmaktan, kendi aralarında kavgaya tutuşmaktan kimi zaman içinde bulanmaktan mutsuz oldukları düzenin yöneticilerine dönüp bakacak fırsatı bulamıyorlar. Çarkın yanlış işleyişine kafa yormayı akıl edemeyenler, çarkın dişlileri arasında un ufak olup daha da küçülüp dağılıyor, güçsüzleşiyor, sessizleşiyor ve sindiriliyorlar.
FBI’ın açıklamalarına göre Amerika’daki bu ayrışmayı Rusya, İran gibi ABD çıkarlarına zarar vermek isteyen güçler, özellikle sosyal medya kanalıyla daha da derinleştiriyor. Başta “Troller”, Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformlarını kullanarak açtıkları “sözde sol tandanslı” sayfalar, gruplar ve hatta haber kanalları ile demokrat seçmene gerçek olmayan bilgiler yayıp Joe Biden’ın kazanması engellemeye çalışılıyorlar.
ABD’nin kuvvetler ayrılığına dayanan “check and balance” sistemi, Kongre ve Beyaz Saray’ın aynı partinin renginde olması durumunda; hele hele bu parti, yargı ayağında da üstünlüğü ele geçirmiş, Yüksek Mahkeme üyeliklerinde 6’ya 3 oranı kazanmış Cumhuriyetçiler olursa pek de işlemeyecektir diye düşünüyorum. Kontrol ve denge olmaması bazılarının “istikrar” söyleminin aksine “tek adam” dönemine yol açıyor diye uyarımı yapmak istiyorum.
Amerikan toplumu, “Yes We Can” den kopup “Trumpism” savunucusu olmaya evriliyor. Biz olma bilincinden, örgütlü mücadeleden ve takım davranışından tek adamlığa geçiş çok da uzun sürmüyor.
Seçim günü ile ilgili Hillary Clinton’ın uyarı ve hatırlatmaları bana sözlerini ezbere bildiğim eski bir şarkıyı dinlemek gibi geliyor. Demokrat Partinin Ulusal Kongresi’nde Amerika’nın ilk kadın başkan adayı Hillary, Başkan Trump’ın ikinci döneme devam edebilmek için her türlü oyunu yapıp, işe hile karıştırabileceğini söylemişti. Devamında Trump cephesi derhal suçlamaları kınayıp yalanlamıştı. Amerika’da sokaklarda trafoya girecek kedi de yok… Sizce böyle bir durum oluşması mümkün mü?
İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçim sonuçlarını kabul etmeyen “milli iradecilerin” yaklaşımlarının bir benzerini “Seçimi kazanmazsam başkanlık için barışçıl bir yetki devri olmayabilir.” şeklinde ifadeler kullanan Trump cephesinde görecek miyiz merak ediyorum.
Ayşın Savatlı'nın yazısının tamamı için tıklayın