Akşam yazarı babasının kanser olduğunu öğrenince ne yaptı?

Benim babam kanser! KANSER! Bu sözcüğü böyle içini doldura doldura söyleyebilmek 40 günümü aldı değerli okurlarım.

Hayat

Dışarıda müthiş bir yağmur var. Pencerenin kenarında oturuyorum ve cama vuran tanelerin sesini dinliyorum. Yaşama dair her şey ne büyük bir mucize! Benim pencere kenarında oturmam. Elimdeki çayı yudumlamam. İçeride hafif bir müzik çalması. Caddedeki korna sesleri. Koşuşturan insanlar. Hepsi, her biri birer mucize!


***
Oysa bundan 40 gün önce yağsaydı aynı yağmur öyle mi olurdu ya? 40 gün önce böyle bir yağmur olsa, bırakın damlaların sesini dinlemeyi, trafiği felç ettiği, hayat koşturmamı yavaşlattığı, beni ıslattığı için küfrederdim o yağmura. Bununla da yetinmez karşılaştığım herkese gerginliğimi geçirir, etrafıma stres yükler dururdum. Şayet bundan 40 gün önce yağsaydı yağmur...

***
40 gün öncesi, yani 21 Eylül 2010. 33 yılın sonunda nihayet yetişkin olduğum tarih. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığı, hayatın 'hey ben buradayım ve sen üzerimden bir süreliğine geçip  gidiyorsun' diye haykırdığı o kara gün...


***
O gün de yağmur vardı. Biz, yani annem, babam, ben ve kardeşim hastanedeydik. Babamın zatürree olduğunu ve o nedenle ciğerinde su biriktiğini düşünüyorduk. Basit bir operasyon geçirecek, birkaç gece hastanede kalacak ve hep birlikte eve dönecektik. Sonra o suyu çektiler...

***
Operasyonun ardından güle oynaya ameliyathaneyi aradığımı hatırlıyorum. Hayatı koşarak yaşıyorum ya... Her şey kontrolümde ya... Doktoru hemen bulup, ondan beklediğim sözleri duyacağım. Sonra da vınnn... Doğru canlı yayına yetişeceğim!


***
Telefondaki sesin şöyle dediğini hatırlıyorum: Ciğere girince 4 litre kanlı sıvı gördük. Zarda tümör... Tabii patolojiyi bekleyeceğiz. Kanser... demek... için... er... Gerisi yok! Daha doğrusu ne öncesi var ne de gerisi! O gün bu gündür, 33 yıldır olan birçok şey yok ve her şey yeniden anlam kazanıyor aslında.


***
Benim babam kanser! KANSER! Bu sözcüğü böyle içini doldura doldura söyleyebilmek 40 günümü aldı değerli okurlarım. 40 gün boyunca her Allah'ın gecesi bölük pörçük uykularıma dalarken hep bir kabustan uyanmak için dua ettim. Olmadı.
***
Ama ne oldu biliyor musunuz? 33 yılın ardından ilk kez ben yaşamın kendisini görmeye başladım. Allanıp pullanan yan ürünlerini değil, kendisini. Hastane odasında hasta yatağına vuran güneşin nasıl bir mutluluk kaynağı olduğunu mesela. Ya da ateşlenmeden geçen bir gecenin kıymetini. Dua etmenin ruha ne kadar iyi geldiğini. İştahlı bir yemek yemenin zevkini.  Sağlıklı olunca hayatta başka hiçbir derdin olmadığını...


***
Yıllardır bihaber olduğum ama şimdi teker teker gördüğüm mucizeler saymakla bitmez sevgili okurlar! Bu mucizeleri gösterdiği için babama, beni ben yapan insana teşekkür ediyorum. Babamın başından bir dakika bile ayrılmayan, hayatta tanıdığım en fedakar insan olan anneme ve bir tanecik kardeşime de...


***
Babam hastanede. Kemoterapi alıyor. Eskiden başımız ağrıyınca yüzlerimizi ekşiten bizler kanserle yaşamayı öğrendik. Umut etmeyi ve elimizdekilerin kıymetini bilmeyi de...


***
İşte dışarıdaki yağmura böyle bir 'ben' olarak bakıyorum. Elimde çay. Kulaklarımda müzik. Aklımda babam...

Nagehan Alçı/AKŞAM