Aydınlık Gazetesi'nde Talat Paşa Tartışması

Aydınlık Gazetesi yazarı Seyyit Nezir ve tarihçi-yazar Feyziye Özberk arasındaki Talat Paşa tartışması devam ediyor.

Tarihçi-yazar Feyziye Özberk’in Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan “Cumhuriyet, Talat Paşa ve Atatürk’ün mirasıdır” başlıklı söyleşisine Seyyit Nezir’in “Aydınlık’ta yazmak” köşe yazısıyla yanıt vermesiyle başlayan Talat Paşa polemiği devam ediyor.

Seyyit Nezir 10 Şubat’taki yazısında Talat Paşa’yla ilgili “Türkiye'nin düşmanı, Alman kuklası üçlünün en suçlusu nasıl olur da Atatürk'le bir tutulur?” ifadelerini kullandı.

Feyziye Özberk, 1 Mayıs tarihinde gazetenin Özgürlük Meydanı sayfasında kaleme aldığı yazısında Seyyit Nezir’e Atatürk’ün “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” sözleriyle yanıt verdi.

Seyyit Nezir polemiği dün köşesinden “Gerçek şu ki, beni böylesine sarsan nokta, Özberk’in Talât Paşa’ya Cumhuriyet kuruculuğu bahşetme cesaretiydi” sözleriyle devam ettirdi.

Seyyit Nezir’in 5 Mayıs tarihli “Cumhuriyet’in tura yüzü” başlıklı yazısı şöyle:

“Bir tarihçi olmadığım halde birdenbire bir Talât Paşa gayyasına düşmek, açık söyleyeyim, beni sendeletti. Nitekim tarihçi Feyziye Özberk de, Aydınlık’ta (01.05.22) yayımlanan yazısında bunu apaçık vurguluyor*. Gerçek şu ki, beni böylesine sarsan nokta, Özberk’in Talât Paşa’ya Cumhuriyet kuruculuğu bahşetme cesaretiydi. Hiçkimsenin göze alamayacağı bu büyük girişime şapka çıkarmak gerekirken, ben, aklıma takılan soruları elimin tersiyle kovmak yerine, şeytanın iğvasına kapılarak saygısızca sormaya yeltenmiştim. Paçayı kaptırdık ki, dünya tarih yarışmaları komitesi beni altı okka etse tarihçinin elinden minder dışına alamaz.

Asıl anlamaya çalıştığım şu: Emperyalizme karşı istiklal harbi veren bir önder olarak Mustafa Kemal’in nasıl olup da paranın tura yüzüne resmedilen Talât Paşa’nın arka yüzünde gösterilebildiği... Tarihçi Özberk, yazılarında, konuyu Tevfik Çavdar ve Aubrey’nin anlattığı gerçekler ışığında anlamanın mümkün olduğunu söylüyor. O kadar kolaysa hemen bakıp görelim:

MUSTAFA KEMAL, PAŞA’NIN ÖNDERİ Mİ?

Bekir Sami, Londra Konferansı’na giderken İtalya’da İttihatçılarla söyleşide Mustafa Kemal yanlılarının kafa karışıklığını ve deneyimli öndere duyulan gereksinimi üstüne basarak söyleyince, Talât Paşa’nın Anadolu’ya dönüş umutları doruğa ulaşır: “Artık, Mustafa Kemal’e karşı elinde büyük bir pazarlık gücü” vardır. “Büyük Millet Meclisi’ndeki muhalefetin güçlenmesi ve acımasızlığı oranında Mustafa Kemal ona yanaşacak, en azından pazarlık etmek isteyecektir.”(Çavdar, Tevfik; Talat Paşa, İmge K. Y., Temmuz 2001, s. 515 - 516).

Burada konuşulan, önderliği kabul mü, Mustafa Kemal’le önderlik pazarlığı mı?

EMPERYALİZM VE ‘YURTSEVER GİYOTİN’

Paşa’nın önderlik “umudunu pekiştiren, kanıtlarının doğruluğunu gösteren bir başka olay, Londra Konferansı arifesinde İngilizlerin onunla ilişki kurmak istemeleridir. ... Talât Paşa, İngilizleri bazı konularda ikna ettiğine inanmıştır.” Paşa, “Bolşeviklerle İngiltere arasında yıllarca Osmanlı İmparatorluğu’nun oynadığı denge oyununa benzer bir siyaseti izleyerek etkin bir savaşım verilebileceği inancında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu arada hem Bolşevikleri hem de İngilizleri kullanmak niyeti çok açıktır. ... Paşa’nın Ankara’ya yönelik bir umudu da Meclis’teki karmaşadır.” (s. 533) Hem Bolşevikleri hem de İngilizleri kullanmak... Karakol hayalhanesinde cihan harbi kafası...

Çavdar; Paşa’nın Aubrey’yle söyleşisindeki şu sözlerini acı ve çarpıcı bulur: “Biz Jön Türkler size ülkeyi hemen hemen sunduk, siz ise bizi reddettiniz. Bu durumun şüphe götürmez bir sonucu, Başbakanınızın müttefikler olarak ele almakta ısrar ettiği Hıristiyan azınlıklara mahvoluş getirmesiydi.” (s. 536)

İTC: ÇARESİZ ÖNDERLER ÖRGÜTÜ

Ülkesini soktuğu bataktan çıkarmaya çırpınan yavuz önder figürü için Çavdar’ın değerlendirmesi şudur: “Talât Paşa’nın bu sözleri, İttihat ve Terakki önderlerinin bütün iyi niyetlerine karşın kendilerini nasıl çaresiz ve çıkmazda hissettiklerini gösteren çok açık bir itiraftır.” Çavdar, buradaki çok özlü ve ders niteliğindeki yorumunu, “Talât Paşa’nın sözleri ibretle okunmalıdır” diye bitirdikten sonra (s. 537), Aubrey’den yine Paşa’ya ait şu sözleri nakleder:

“Fakat aramıza soğukluk girmesinden sonra bile dostluğumuzu yeniden kazanabilmek için çaba gösterdik. Yaptığımız hiçbir şey sizi memnun etmedi. Bizi Almanya’nın kollarına ittiniz. Başka seçeneğimiz yoktu.”

Oysa Mustafa Kemal’in daha 1906’da seçeneği çok açıktı: Vatan ve Hürriyet... Nitekim Çavdar, Talât Paşa’nın sözlerinden şu sonuca varıyor: “Hep çaresizliğin sergilenmesi ve kurtuluşu bir başka ulusun, üstelik emperyalist emellerinden kuşku duymadığınız bir ulusun güvencesinde aramak...” (s. 537 - 538)

Paşa, bu savaşta İttihatçıların her iki sonuçta da ülkeyi yok oluşa götürecek nasıl bir yurtseverlik anlayışıyla çıkmaza soktuğunu ise Aubrey’ye şöyle itiraf ediyor: “Eğer İngilizler kazanırsa, bu, Türkiye’nin paylaşılması demekti; Almanya kazanırsa bu da Türkiye’nin köleleştirilmesiyle sonuçlanacaktı.” (s. 540)

İZMİR’İN NÖBETİNİ BİZ TUTALIM

Paşa’nın Aubrey’ye İzmir’i geri almak karşılığında bütün ülkeyi peşkeş çekmesi ise beylik işbirlikçi mantığı faş etmektedir: “İzmir’i bize vermelisiniz ve barış yeniden kurulmalıdır; bu sağlandığında Anadolu’nun bütün kaynakları İngiltere’nin tasarrufunda olacaktır.” (s. 546) Falih Rıfkı’nın Lübnan’a dair dediği gibi, emperyalistler için İzmir’in nöbetini Paşa tutacak, ülkenin tüm kaynağını da onlara teslim edecek: “Eğer İngiliz hükümeti isterse derhal barış ve onunla birlikte Anadolu’nun gelişimi de sağlanabilir.” (s. 547)


Ben tarihçi değilim ama Demirtaş Ceyhun’un dediğince, tarih bilincini köreltmek üzere onu “neden - sonuç” bağlarından uzaklaştırarak masala döndüren tarihçilere terk edemem. Hakçası ben şimdi edebiyatı hemen şurada bırakıp tarih minderine yapışıyorum. Seyyit Nezir’in amacı ne? diye soruyor Özberk. Öyleyse iş başa düşüyor: Soruları yazı tura atmadan yanıtlamak...

DÜZELTME ve KAYNAKLAR

*Özberk’in “Cumhuriyet; Talât Paşa ve Atatürk’ün mirasıdır” (Aydınlık, 06.02.22) tarihli yazısını görünce şallak mallak olup 10.02.22 günü gazetenin “Yüklem” köşesinde “Aydınlık’ta Yazmak” başlıklı yazıyı kaleme almıştım. Ne ki Kovit19 küresel salgını boyunca zorunlu yer değiştirmeler yüzünden sandıklarda bekleyen yüzlerce kitabımdan yararlanamadığım gibi,bir anlık dikkat zayıflığı sırasında tarihleri bir yıl ileri götürmüşüm. Tarihler konusunda çok geç olmadan verdiği doğru bilgi ve düzeltmeleri için Sayın Özberk’e müteşekkirim... Elimdeki Söylev’de de (TDK, 1966, s. 284) yer alan bir yanlış 1927’den 2000’e değin süregelmiş, Nurer Uğurlu’nun başkanlığındaki haftalık Cumhuriyet Kültür Hizmeti(CKH) dizisinde konulara göre Nutuk’tan bölümlenerek hazırlanan kitap örneklerinden Ankara’ya Geliş (Gazi Mustafa Kemal) cildinde düzeltilebilmiştir (s. 76 ): “Halbuki Efendiler, Köprülü Hamdi Bey namında kahraman bir arkadaşımız, Kuva-yi Milliye’den bir müfreze ile 26/27 Ocak 1920 gecesi sallarla Rumeli sahiline geçti (Ocak, metinde yanlışlıkla Şubat olarak yazılmıştır; oysa Vesikalar adıyla yayımlanan 3. ciltte doğrusu yani Ocak yer almıştır).” Bu vesileyle, yeniden gözden geçirebildiğim CKH kitaplarını da belirtmek isterim: Talat Paşa’nın Hatıraları, H. Cahit Yalçın, Temmuz 1998; İlk Meclis, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Nisan 1999; Türk Devrim Tarihi, Prof. Dr. Suna Kili, Ekim 2000...”

Feyziye Özberk’in “Seyyit Nezir’in sorularına yanıtım: Atatürk: Vatan büyük bir teşkilatçısını kaybetti” başlıklı yazısı şöyle:

“Seyyit Nezir, Aydınlık’ta yayımlanan Kaan Arslan’ın benimle yaptığı, “Cumhuriyet, Talât Paşa ve Atatürk’ün Mirasıdır” başlıklı söyleşiye atıf yaparak, “Türkiye'nin düşmanı, Alman kuklası üçlünün en suçlusu nasıl olur da Atatürk'le bir tutulur? Bu nasıl bir kafadır?” diye yazdı. Demek Talât Paşa’ya ilişkin kanısı buydu. Paşa’yı pek fazla bilmediğini düşündüm. Ona ve diğer grup üyelerine Paşa’yı tanıtmanın en yalın, güvenilir yolu Atatürk’ün değerlendirmesi olabilirdi:

Talât Paşa’nın, vurularak şehit edildiği haberi Ankara’ya ulaştığında, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor: “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” diyor. Talât Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından milli şehit ilan ediliyor. (Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, der. Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.572; Perinçek, Aydınlık gazetesi, 30 Aralık 2011)

Seyyit Nezir’in cevabı şöyle oldu: “Bana masal anlatmayın. Soruları yanıtlayın. Yaşamı İttihatçılarca tehdit altında tutulan Mustafa Kemal, üstelik suikastle öldürülmüş bir siyasetçinin arkasından farklı şeyler söyleyecek değildir. Talât Paşa'da incir çekirdeği kadar işe yarar bir şey olsaydı, 1909'da İttihat Terakki'den ayrılmak zorunda kaldığı halde, Cumhuriyet döneminde onu saygıyla yad etmeyi unutmazdı Atatürk.”

Atatürk, hep açık tutumdan ve sözden yana olmuştur. Tabii katledilen bir Sadrazam’ın arkasından kötü konuşmazdı. Ama övmezdi de… Atatürk’ün yukarda alıntıladığım ve kaynağını da gösterdiğim cümlesi önemli bir övgü değil mi? Atatürk’ün Talât Paşa'ya ilişkin olumlu, övücü başka değerlendirmeleri de var. Ayrıca pek çok devlet adamının, politikacının, yazarın, askerin, bilim insanının sözleri kitabımdan ve diğer tarih-anı kitaplarından okunabilir. Talât Paşa'yı tam olarak tanımlayan söz: Vatansever yani ulusalcı antiemperyalist olmasıdır. Düşmanları bile onu bu niteliğiyle suçluyor.

MİLLİ KURTULUŞ HAMLESİNİN YÖNETİCİSİ

“Talât Paşa, Cumhuriyet ve sonrasına kadar uzanan siyasal gelişmelerin kaynağında bulunan anahtar kişidir. O ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, bugünün Türkiye’sinin temellerini atanlardır. Bu inkâr edilemez.” Bu açıklama,Talât Paşa kitabının yazarı Tevfik Çavdar’a ait. Talât Paşa’nın gerçek değerini takdir eden ve onu Mustafa Kemal’e birlikte anan adlardan biri de Cumhuriyet’in ünlü Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’tur.

Bu konuda araştırma yapan, yazan pek çok tarihçi, yazar benzer açıklamalar yapıyorlar. İlk aklıma gelen diğer adlar şöyle: Ziya Gökalp, Yunus Nadi, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Sina Akşin, Hasan Babacan... Onların bazılarından yapacağım birkaç kısa alıntı şöyle:

Talât Paşa’nın biyografisini kaleme alan Hasan Babacan’ın değerlendirmesi: “Netice olarak, İkinci Meşrutiyet dönemi ve o döneme damgasını vuran Talât Paşa, memleket içerisinde yapmış olduğu pek çok askeri, sivil, idari, fikri ve sosyal icraatlarla ve uluslararası politikalarla, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne zemin hazırlamıştır.”

Önemli bir gazeteci olarak hem Talât Paşa’yla hem de Mustafa Kemal’le çalışan Yunus Nadi, İttihat ve Terakki hareketinin bir milli kurtuluş hamlesi olduğunu özellikle belirtiyor: “Talât Paşa, İttihat ve Terakki’nin timsali olarak memleketimizde bir devrin tarihini temsil eden ihtilâlci bir devlet adamı idi. (…) İmparatorluk bizim Türk tarihimizin uzun bir devri, Cumhuriyet ise aynı tarihin yeni bir safhasıdır. Hâdiseleri, kendi zincirleri içerisinde sıkı bir takibe tutarsak İttihat ve Terakki’nin milli bir kurtuluş hamlesi olduğunu görürüz.”

Doğu Perinçek ise Talât Paşa’nın “öncelikle büyük bir devrimci” olduğunu vurguluyor. “Büyük teşkilatçıdır. İttihat Terakki, Türk devrim tarihinin çok önemli kök teşkilatıdır. Hatta dünya devrim tarihinde yeri olan bir partidir. Talât Paşa işte o partinin önderidir. Büyük bir ahlâk ve fedakârlık örneğidir. Büyük devlet adamlarımızdandır.”

SEYİT NEZİR’İN AMACI NE?

Seyyit Nezir’in yazısındaki sorular, bence bazı tarihi gerçekleri ortaya çıkarmayı değil; Talât Paşa'nın Atatürk’e düşman olduğunu kanıtlamayı amaçlıyor. Ayrıca maddi hatalar içeriyor. Örneğin 2. soru: “Aralık 1920'de birden Mustafa Kemal'e yazarak onun Ankara'daki BMM çalışmalarını sekteye uğratma tasarısını uygulamaya mı geçirdi?”

Yanıt: İlk mektubun doğru tarihi, 22 Aralık 1919’dur. Atatürk, Ankara’ya gelmek üzere yolda... Uğradığı yerlerde, İttihatçıların da katıldığı büyük güven, sevgi, saygı gösterileriyle karşılanıyor. Benim kitabımdan ya da başka bir kaynaktan Atatürk Talât Paşa yazışmaları mutlaka okunmalı. Ondan sonra bu iki büyük, tarihe mal olmuş insanın, dost mu düşman mı olduğuna karar verilmelidir.

Talât Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğini kabul ediyor. Onu yürekten destekliyor. Onun için vatanın yararı her türlü kişisel kaygının üstündedir. Mustafa Kemal'in kurtuluş mücadelesinin neredeyse Berlin'deki temsilcisi gibi çalışıyor. Kendisinden de “askerce bir itaat” beklenebileceğini belirtiyor. Mektubun son satırları yüreğinin Anadolu’daki mücadeleyle attığını gösteriyor: “Bizlere gelince istediğiniz şekle girmek, istediğiniz tarzda çalışmak, arzu ettiğiniz hususi ve umumi türlü fedakârlığı yapmak en büyük emelimizdir. Muvaffakiyetinize bütün kalbimizce duacıyız.”

Mustafa Kemal Paşa’nın “Kardeşim” başlıklı kitabımda tam metni verilen ikinci mektubu, Talât Paşa'nın çalışmalarından memnun olduğunu gösteriyor. Ayrıca mektupta Paşa’nın Milli Mücadele’ye faydalı olduğu da vurgulanıyor.

Seyyit Nezir’in bir başka önemli yanlışı 3. soruda: “İngilizlerle görüşmeleri sonrasında, Ocak 1921'de Meclis-i Mebusan’ın açtırılmasıyla Mustafa Kemal’in Ankara'da korkunç bir yalnızlığa terk edildiğinin farkında olmadı mı? İttihat Terakki'nin bir avuç gerçek yurtseveriyle Mustafa Kemal arasında bir güvensizlik duvarı oluşturma niyeti böyle mi uygulamaya kondu? Meclis-i Mebusan niye açıldı?”

Meclis-i Mebusan’ın açılmasının doğru tarihi: 12 Ocak 1920’dir. Yani bir yıl önce. Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisi’ni, 23 Nisan 1920’de açtı. Bilindiği gibi Meclis-i Mebusan’ın işgalcilerce basılmasından sonra Meclisin Ankara’da açılması nihayet daha geniş kesimlerce kabul edildi.

Mustafa Kemal’in ısrarlı İstanbul’un güvenli olmayacağı uyarılarına karşın, (zaten açık olmayan bir işgal vardı) Meclisin İstanbul’da toplanmasına karar veriliyor. Bu konuda yapılan geniş toplantılar, tartışmalar, alınan kararlar Nutuk'ta çok kapsamlı olarak açıklanıyor. Talât Paşa'nın bu sorunda bir etkisi yoktur. O dönem seçilen mebuslar, bazı gerçekleri ne yazık ki acılar yaşayarak öğreniyorlar.

Seyyit Nezir’in diğer bir hatası, 6. soruda: “15 Mart günü Talât'ın öldürülmesinden sonra, ertesi gün Meclis-i Mebusan kapatılıp ele geçirilen mebuslar Silivri'ye, pardon Malta'ya tatile mi gönderildi?”

Talât Paşa’nın öldürülmesi 15 Mart 1921’dir. İstanbul'u resmen işgal edilmesi ise bir gün sonra değil; bir yıl öncedir. İstanbul, 16 Mart 1920'de resmen işgal edildi.

1. soruda ise Talât Paşa’nın “1920'de Berlin'de İngiliz görüşmeciyle neler” konuştuğu, soruluyor. Tarih yine hatalı… Uzun yıllar İstanbul’da İngiliz Büyükelçiliğinde ateşe olarak çalışan ve İngiliz istihbarat servisinin elemanı olduğu tahmin edilen Herbert Aubrey, Talât Paşa’yla, 26 Şubat 1921’de, Almanya’da uzun bir görüşme yapıyor. Bu görüşmede konuşulanlar bir sır değildir. Aubrey tarafından kaleme alınmıştır. Metin, benim kitabımda olduğu gibi Talât Paşa’ya ilişkin birçok eserde yer alır. Talât Paşa, bu kişinin konumunu biliyor. Ama açık yüreklilikle onunla konuşuyor.

Talât Paşa, Herbert Aubrey’e Mustafa Kemal’le aralarında bir anlaşmazlık olmadığını özellikle açıklıyor. “Türkiye bir güçtür, ne yaparsanız yapın böyle kalacaktır” diyor. Bolşevik karşıtı bir ittifaka girmeyi, Panislamizmi ve Turancılığı reddediyor. “Sağ mı yoksa sol görüşlü mü olduğu” sorusuna verdiği yanıtı Aubrey, şöyle yorumluyor: “Liberal olduğunu söyledi, fakat siyasetin değişken olduğunu, vatanseverliğin ise kalıcı olduğunu söyleyerek siyasi bir renk vermedi.” (Liberalin o günlerdeki anlamı özgürlükten yana olmaktır)

Yazımı Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın İttihat ve Terakki değerlendirmesiyle tamamlıyorum:

“İttihat ve Terakki’nin birbirine karşıt iki yönü üzerinde son bir kez daha durmakta yarar var. Meşrutiyet’in ilk yarısında kozmopolit, Osmanlıcı bir idealin peşinde, demokratik ve çoğulcu bir siyasal hayat içinde çalışan İttihat ve Terakki başkadır; Meşrutiyet’in ikinci yarısında tek parti olarak siyasal hayata egemen olan ve milli bir devlet, idealine bağlı İttihat ve Terakki ise başkadır. Bir siyasal örgütün kişiliğindeki bu çatışma çelişmeler büyük suçlamaları üzerine çeken bir durum olmuştur. Daha önce de söylediğimiz gibi İttihat ve Terakki hem bir devri, hem de bir kuşağı kapsar ve hayale kadar varan isteklerin gerçekleştiricisi olmaya çalışan bir siyasal partinin de adı olmuştur.”

Özetle, İttihat ve Terakki, milli devlet ülküsüne bağlı bir partidir. 1913’ten itibaren tüm çabası bu doğrultuda olmuştur. Talât Paşa da onun tartışılmaz milli, vatansever lideridir.”

Kaynak:

Feyziye Özberk, Talât Paşa İttihat Terakki Tarihi/Posta Memurluğundan Devrim Önderliğine, Kırmızı Kedi Yayınevi, Ekim 2021, İstanbul.

Seyyiz Nezir’in 10 Şubat tarihli “Aydınlık’ta yazmak” başlıklı yazısı şöyle:

“Merakla beklediğim, Derya Soğuk Soykan’ın der demez kargoya verilmesini sağladığı “Tevfik Fikret / Bütün Eserleri - Eleştirel Basım” (YKY, haz.: Nâzım Hikmet Polat) kitabını gelir gelmez elime alıp zevkle karıştırmaktaydım ki, ceptelde Sanat Olayı sayfasından link sesiyle Feyziye Özberk’in söyleşi haberi düştü (Aydınlık, 06.02.22): “Cumhuriyet; Talat Paşa ve Atatürk’ün mirasıdır”. Doğrusu böyle bir başlığı çok yadırgamıştım, ama aldırmayıp Fikret’e göz atmayı sürdürdüm. Saatler sonra Doksan Beşe Doğru (s. 1107) ve Hân-ı Yağma (s. 1115) şiirlerine geldiğimde söyleşi başlığını yadırgayışımı Özberk’e yazmak gereği duydum.

Yanıtı Ali Rıza Özkan verince, ona; “Türk devriminin ideolojisinde Talât Paşa’nın belirleyici bir etkisi olmadığını görmek için Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı ve Kurt Kanunu romanlarını bile okumak yeterli” dedim, tartışmadan çekildi. Yine saatler sonra, herhalde yanıldığımı işaret etme amacıyla, Hüseyin Haydar, –kitapları üzerine yazılar yazmış, kendisiyle söyleşiler yapmış biri olarak şiirini okumadığımı düşünemeyeceğine göre, Mesut Mertcan’ın sesiyle daha etkili olacağını umarak– “Doğu Tabletleri: Talât” şiirini göndermiş. Ben, ertesi sabah 05:10’da gördüm, şunu sordum: “Şiirin güzel de, Tevfik Fikret şu ünlü Doksan Beşe Doğru, Han-ı Yağma ve başka şiirlerini hangi yönetim ve dönemi için yazmıştı 1912’de?” Yanıt gelmedi, ama ben başlamışken başka saptama ve soruları yazmaktan kendimi alamadım, buraya da alıyorum:

Talât Paşa, 1920'de Berlin'de

Tarih bilimi; olayları, verileri doğru saptayıp değerlendirmek ve geleceğe yönelişini öngörüp ona ivme katma uğraşıdır. Kimi soruları boşlukta bırakarak ya da kimi çok bilinen doğruların gölgesinde bırakarak, geleceği öngörmek şöyle dursun, doğru saptamaların bile olanağı yoktur, dahası bu çaba, saptırma niyetlerini gizlemekten başka sonuç vermeyebilir... Sorular şunlardı:

1. Talât Paşa, 1920'de Berlin'de İngiliz görüşmecilerle buluşmalarında neler konuştu?

2. Aralık 1920'de birden Mustafa Kemal'e yazarak onun Ankara'daki BMM çalışmalarını sekteye uğratma tasarısını uygulamaya mı geçirdi?

3. İngilizlerle görüşmeleri sonrasında, Ocak 1921'de Meclis-i Mebusan’ın açtırılmasıyla Mustafa Kemal’in Ankara'da korkunç bir yalnızlığa terk edildiğinin farkında olmadı mı? İttihat Terakki'nin bir avuç gerçek yurtseveriyle Mustafa Kemal arasında bir güvensizlik duvarı oluşturma niyeti böyle mi uygulamaya kondu?

Meclis-i Mebusan niye açıldı?

4. Mebusların İstanbul’a toplanışıyla Meclis-i Mebusan İngilizlerce bir gecede yok edilmeye hazır hale getirilmedi mi?

5. İngilizlerle görüşmelerinde, yaşadığı yerler hakkında ipucu ve iz bırakan Talât, suikast girişimleri için Ermeni komitacılarının işlerini kolaylaştırmadı mı?

6. 15 Mart günü Talat'ın öldürülmesinden sonra, ertesi gün Meclis-i Mebusan kapatılıp ele geçirilen mebuslar Silivri'ye, pardon Malta'ya tatile mi gönderildi?

7. Bir tek yurtseveri bile düşman saflarında bırakmamak için nice çaba harcayan Mustafa Kemal, düşmanın ele geçiremediği kimi mebusları bin bir meşakkatle Ankara'da BMM'de yeniden bir araya getirmedi mi?

Soruların altına şunu yazdım: Biraz tarih bilen ve olayları örterek tarihi çarpıtma ve saptırma niyetleri taşımayan hiçbir kişi bundan sonraki soruları ve yanıtlarını bulmakta zorlanmayacaktır. Feyziye Özberk, “okumayan, düşünmeyen birine verecek yanıtım yok” diyerek tartışmadan çekildi.

Demirtaş Ceyhun, Talat Paşa’nın romanını yazmaya koyulduğunda, kurguda benim sorularıma da yanıt arayacağını söylemişti. 2009’da beklenmedik ölümüyle romanı hangi aşamada bıraktı, bilemiyorum. Ama Talat Paşa’yla ilgili gördüğü her paragrafı toplamaya başladığını anlatmıştı.

Aydınlık’ta yazmaya uygun muyum?

Aydınlık için uygun bir yazar olup olmadığım konusu, gazetenin hem içinden hem dışından kişilerce 30 yıldır sorgulanır. Geçenlerde çok bir eski arkadaşa şöyle bir şaka etmiştim: Tam Le Monde’un teklifini düşünüyordum, o da gelip Cumhuriyet’e promosyon oldu. Talât Paşa üzerine bunca “farklı düşünen bir kişi olarak” bana Aydınlık’ta yazamayacağımı söyleyen Ali Rıza Özkan’a ise şöyle dedim: “Aynı marka gömlekte bile farklı yaka numarası bulunabilecekken bir gazetede bütün yazarlardan bire bir aynı düşünüp yazmalarını istemeleri bir Aydınlık ilkesi olamaz.”

Nitekim Aydınlık hareketinin 50 yılı aşkın bir süredir önderliğini yürüten Doğu Perinçek’le aramızda, son 30 yıldır, belli bir düzeyin altına asla düşmeksizin ortak düşünceler üzerinde özgürce buluşmanın yanı sıra farklı düşüncelere açık olma ilkesi hiç aşınmadı. Bu; Nâzım Hikmet ve Marx’tan Cemal Süreya, Aziz Nesin ve Selim İleri’ye kadar bütün yazılı tartışmaların yanı sıra, Rafet Ballı’nın Ulusal Kanal’da yönettiği Yapay Zekâ tartışmasında da böyle oldu. Ben 50 yıldır örgütlenmeyi yazarın yaratma özgürlüğünün engeli değil, güvencesi olarak gördüm ve yer aldığım örgütlenmede ilişkiler ağını bu temelde geliştirdim. 1994’te Aydınlık’taki yazısında beni Gramsci ve Cemal Süreya ile aynı çizgide kesiştiren Doğu Perinçek’ten bu kadar yıldır izlediğim tutumla ilgili hiçbir olumsuz ima almadım. Ne de Selim İleri tartışması dahil herhangi bir polemikte Mustafa İlker Yücel’den bir duyumsatma geldi. Doğrusu Ali Rıza Özkan’ın Abdülhamit sansürcülüğünden farksız hariçten gazeline bir anlam vermekte zorlanıyorum.

Modern şiirimizin öncü ustası Tevfik Fikret, şiiri ve aydın kişiliğiyle hep önümüzde olmayı sürdürecek..."