Babasını öldüren padişah
İletişim’in yayımladığı Yakub Çelebi’nin Öyküsü, 14 ve 15. yüzyılda Katalanlarla Türklerin nasıl bir etkileşim içerisinde olduklarını gözler önüne seriyor. Tarihimize bir de onların gözünden bakmakta yarar var.
Yakub Çelebi’nin Öyküsü (Història de Jacob Xalabín) yaklaşık 1400 yılında yazılmış ve Kosova Savaşı’nın ardından tahta geçmeye azmetmiş üvey kardeşi Bayezid tarafından 1389’da öldürülen Yakub Çelebi’den esinlenmiş kısa bir öykü.
Bu bir Katalan elyazması ve aynı zamanda yazıldığı dönemin Avrupa edebiyatında Türk imgesi hakkında fazla sayıda ayrıntıyı içerisinde barındırıyor. Üstelik bunlar pek çoğumuzun bilmediği yahut farklı bildiği ayrıntılar olunca mesele daha da cazipleşiyor. İşte kitaptan derlediğimiz ve neden tarihi bir de yabancı kaynaklardan okumamız gerektiğini düşündüren birkaç madde. Bu arada, bu kitabın uzun yıllar Katalan ortaöğretim kurumlarının müfredatında yer aldığını, çeşitli Avrupa dillerine de çevrilmiş olduğunu hatırlatalım.
* I. Murad’ın biri meşru, diğeri gayrimeşru iki oğlu vardır. Murad gayrimeşru oğlu Bayezid Bey’e Büyük Karaman sınırında sürekli bulunmayı şart koşmuştur. Murad’ın çok sevdiği –ilk evladı olarak olması gereken de budur- Yakub Çelebi ise bir beye yakışır şekilde sürekli Bursa’da, babasının yanındadır.
* I. Murad’ın Rum soyundan gelen İşa Çelebiye adlı genç bir zevcesi vardır. Yakub Çelebi’nin üvey annesi, eşraftan bir hanıma yaraşır şekilde sürekli eğlenceler ve şenlik peşindedir. İşte bu kadın, 22 yaşında, pek yakışıklı, zarif ve her türlü iyiliği kendinde barındıran Yakub Çelebi’yi her gün çağırtıp yanına getirtir.
Üvey annesi, aşkına karşılık bulamayınca Yahudi hekim Kir Moşe’nin aldatıcı nasihatleriyle katlini planlar. Yakub, kurtuluşu zeki dostu Çandarlı Ali Paşa yardımıyla Bursa’dan kaçmakta bulur. Yakub, üvey annesinin ölümünün ardından babasının yanına döner.
* Kosova muharebesinde Murad ağır yaralanır fakat ölmez. Durumu fırsat bilen Bayezid önce Murad’ı öldürür, ardından üvey kardeşi Yakub’u boğar. Aynı şekilde Subaşı İne Bey’in karşısındaki safta yer alan düşman kumandan Lazar da öldürülür. Lazar’ın damadı bey olmak için bir an evvel geri dönme isteğiyle hareket eder ve savaşa devam etmez.
Bayezid’in babasını öldürtmüş olabileceğine dair bilindik tek kaynak Aziz b. Erdeşir-i Esterabadî’nin Bezm u Rezm adlı kronoği (Başbakanlık Basımevi, 1990).
* Kitabın önsözünü yazan Dr. Jan Carlos Bayo (Universidad Complutense de Madrid, ITEM) dönemi ve Katalanların Türklerle ilişkilerini de ustaca anlatıyor. Roger de Flor’un liderliğindeki Büyük Katalan Birliği, Aragon Krallığı bayrağı altında Türklerle savaşmak üzere, Doğu Roma İmparatoru II. Andronikos Paleologos tarafından Konstantinopolis’e çağrılır. 1304’te Türklere karşı büyük başarılar gösteren birlik, bir yılın ardından Bizans’la bağlarını koparır. Zira Bizanslıları kâfir addeden Katalanlar 1305’te Gelibolu’ya geçerek Aydınoğulları’ndan olması muhtemel Halil adlı birisinin liderliğinde bir Türk paralı asker birliği kurar. Daha sonra, Apros Savaşı’nın ardından, bir Türkopol olan (Bizans’a hizmet eden Hıristiyan Türklere verilen ad), İshak Melik’in komutasında daha büyük bir birlik oluştururlar.
* Daha o çağda, Batı Avrupa’da, Türklerin yaşadığı coğrafyanın yavaş yavaş “Türkiye” (Turchia, Turquia) olarak adlandırılmaya başlandığı görülüyor.
* Türkler ve Katalanlar arasında yapılan anlaşmalar arasında ilgi çekici bir nokta da Türklerin ele geçirdikleri ganimetlerin beşte birini Katalanlara vermeleridir.
* 1311’de, Türklerin yardımıyla elbette, Katalanlar Atina Dükalığı’nı ele geçirir. İttifak biraz Venedik’in baskısı, daha çok Türklerin enikonu güçlenmesiyle 1330’larda bozulur. 1364’te Katalanların elinde olan Biga kalesi, I. Murad tarafından uzun bir kuşatmanın sonunda alınır.
* Aragon Krallığı, 14. yüzyılın ikinci yarısında kara vebadan dolayı demografik bir buhran yaşar ve doğan işgücü açığını çeşitli milletlerden işçi toplayarak çözme yoluna gider. Rum ve Slav kölelerin yanı sıra muharebelerde zaptedilmiş, Konstantinopolis, Ceneviz yahut Venedik’ten satın alınmış Türkler de krallığa getirilenler arasındadır.
* 1389-1400 yılları arasında kayıtlı 141 Türk esir bulunmaktadır. Müslümanların, özellikle de Mağriplilerin özgürlüklerine kavuştuklarında İslam yurduna dönmesi ancak Türklerin böyle bir eğilim göstermemesinin ardında Hıristiyanlığa uyum sağlamış olma ihtimali yatıyor olabilir. Nitekim, 141 esirden 107’si sonraki kayıtlarda vaftiz edilmiş gözükmektedir.