Cem Yılmaz ve Ahu Yağtu aşkının perde arkası!

İzzet Çapa, Cem Yılmaz'ın Ahu Yağtu ile ilişkisine dair bilinmeyenleri kaleme aldı.. Bakın müstakbel kaynanası Cem'i neden çok sevmiş?

İZZET ÇAPA YAZDI

Sokrates’in o meşhur lafı vardır ya “Evlenmekten çekinmeyin karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” diye…

Cem zaten filozof gibi adam olduğuna göre çok yakında daha da mutlu olacak bana kalırsa. Herkes bugünlerde Cem Yılmaz ile Ahu Yağtu’nun evliliğini konuşuyor ama ben size hem aile içinden bazı ipuçları vereyim, hem de gecikmiş bir intikamın bir kısmını alıp ruhumu rahatlatayım.

Bu Cem Yılmaz var ya; adamla uğraşmak çok tehlikelidir aslında. Ne zaman bir şovunu izlemeye gitsem, nerede oturursam oturayım radar gibi gözleriyle tarar bulur bendenizi. Sonra başlar gırgırını geçmeye… Üstelik malum, öyle de zeki ki, kızamazsınız, kendi düştüğünüz duruma gülmeye başlarsınız. Öyle şeytan tüyü var adamda. Eh, kader işte…

Şimdi sıra bize geldi, hakkında bir kaç satır karalayalım.


Cem’in müstakbel kayınvalidesi ile tanışmasını öğrenince bu dedikoduyu sizlerle paylaşmadan edemedim. Anlatılanları duyunca “Vay be” dedim “Jale hanım, Cem Yılmaz’a pabucu ters giydirecek kadar esprili bir insanmış.”

Efendim, Ahu’nun üvey annesi Jale hanım, babası Neşet beyin ikinci eşi oluyor. Bildiğimiz üvey anne yani ama en cicisinden…

Bir gün Jale hanımın annesi hastalanıp Marmara Üniversitesi hastanesine kaldırılıyor. Tabii Ahu da koşup geliyor oraya. Neşet bey daha ortalarda yok. Herkes telaş içinde koşuşurken Ahu, Jale hanıma “Ben Cem’e bir telefon edeyim de gelsin, çok tanıdığı vardır, yardımcı olur” deyince o ana kadar hiçbir şeyden haberi olmayan Jale hanım soruyor doğal olarak : “Cem de kim?” Aldığı cevap kadıncağızı şaşkına çeviriyor ; “Cem Yılmaz…” “Dalga mı geçiyorsun kızım, ne alakası var Cem Yılmaz’ın şimdi” diye sorunca Ahu kız biraz kızararak “Benim arkadaşım da” diye alçak perdeden bir cevap veriyor ama onun yanaklarının hafif pembeleşmesi kaçmıyor tabii Jale hanımın gözünden…

Çok geçmeden Cem geliyor, her zamanki sempatik tavırları ile ortalığı kırıp geçiriyor, herkesi kafaya alıyor ve bütün sorunları çarçabuk hallediyor.  Bu arada Neşet bey de yetişiyor sonunda hastaneye ama Jale hanım’ın suratı beş karış, geçmemiş hala kocasına olan kızgınlığı. Görev yine Cem’e düşüyor.  Jale hanıma; “Mutlaka çok önemli bir işi vardır Neşet beyin, yoksa geç kalır mı?” mealindeki klasik mazeretleri öyle komik bir şekilde söylüyor ki, herkes gülmeye başlıyor, dargınlar barışıyor.

Jale hanım artık bunların flört ettiğini öğrendi ya; “Şimdi sana malzeme çıktı” diyor Cem’e; “Sahnede anlatırsın artık, ‘Kayınvalide ile kayınpederi nasıl barıştırdık, yok kayın valide şöyle, yok kayınpeder böyle diye…” Sonra Ahu ile göz göze gelince kırdığı potu anlıyor Jale hanım. Daha evliliğin lafı bile konuşulmamış Cem ile Ahu arasında. Önce utanıyor, kızarıyor, sonra sinirden gülmeye başlıyor.

Hastanedeki bu tanışma faslı sırasında bir ara Jale hanımın sigarası bitmiş. Cem hemen kendi paketindeki sigaraları çaktırmadan çıkarıp onun sigara paketine koyunca bir kez daha kazanmış müstakbel kayınvalidesinin kalbini. Bir de, çevrede o kadar insan varken hastanenin kantinine gidip kendi elleri ile çay alıp getirmez mi Cem?

Bu arada Jale hanım yanındaki bir arkadaşına “Damadım olur ya da olmaz orasını bilmem.Orasını önce Allah sonra Ahu ile Cem bilir. Ama ben bu çocuğu çok sevdim, adam gibi adam, boğa burcu olduğundan olsa gerek" demiş.

Meğer Jale Hanım da boğa burcuymuş.  Ayrıca  Cem kadere çok inanan bir adam. “Benden hamile kalıp çocuğumu doğuracak kadın benim önce karım sonra kraliçem  olacak” diye düşünürmüş, kayınvalidesi ile aynı burçta olmasını da kaderin bir cilvesi olarak görür mü görmez mi bilemem.


“Peki sen bütün bunları nereden duydun?” diyecekseniz şimdi.

Öyle bir yerden duydum ki söyleyince benim şaşırdığım kadar siz de şaşıracaksınız. Geçen gün Ankara'dan dönüyorum, havaalanında valizleri beklerken yanımda bir kadın telefonda konuşuyor. Öyle başkalarını dinleme adetim yoktur ama Cem'in ismini duyunca diktim kulakları tabi.

Yanımdaki hanımefendi meğer o hastanenin hemşirelerinden biri değil miymiş. Nereden nereye…  İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirse, haberi yakalayacak gazetecinin ayağına da hemşire gelirmiş. Ama yine de tedbirli davranmakta yarar var, böyle dedikodulara pek güven olmaz, günahı anlatanların boynuna.

Ayrıca telefondaki kadıncağız da kulak kabartarak öğrenmiş bütün bu anlattıklarını, ben de ona kulak kabarttım. Sizin anlayacağınız kulaktan kulağa oynadık biraz ama kulaktan dolma elçiye de zeval olmaz. Bu arada bir paragrafa 'kulak' kelimesi en fazla kaç kere sığdırılır diye bir çalışma yaptığımı farketmişsinizdir umarım.

Öyle ya da böyle sonuçta Cem ile Ahu 03.03 tarihinde sade bir nikahla ya  İstanbul’da ya da Roma'da evlenmeyi düşünüyorlar.

Bu konuda kararsız kaldıklarından uluslar arası çifte düğün ihtimali de yüksekmiş. Eğer düğün Roma’da olursa  Cem İtalya’ya çağırdığı bütün arkadaşlarının masraflarını cepten ödeyecek. Ferzan Özpetek’in filminde sette çalışıp 70 euro yevmiye aldığını söylemişti bir ara. Herhalde o paraları biriktirmiş olmalı (!)

Haa bu arada ‘Cem kızı ne zaman istemeye gidecek?’ diye merak ettinizse, o gece, bu gece işte. Müstakbel damat, bu gece Ahu’nun baba evine gidip “Allahın izniyle, peygamberin kavliyle” diye başlayacakmış söze… Bu müstesna gece için özellikle de yaprak sarma istemiş…

Ve böylece gökten üç elma düşmüş; bir haberi getirenin (kulağı delik hemşirenin), biri yazanın (kulağı daha delik olan bendenizin), biri de bu mutluluğu yaşayan çiftin başına…

Son bir dilek de benden Cem’e…

Adamın biri demiş ki "Karımla 20 sene çok mutluyduk, sonra tanıştık". Dilerim Cem ile Ahu nice 20 seneler hiç 'tanışmazlar', her geçen gün birbirlerini yeniden keşfedip tekrar tekrar aşık olurlar. Senelerce sen bizi güldürdün Allah da seni güldürsün...

Şimdi İzzet ne kadar klişe bir deyişle yazıyı noktaladı diyen çıkarsa onlara da bir çift sözüm var  "Lafı içten söyleyince klişe olsa ne yazar"