Deniz Bölükbaşı: Akşener'in sonu Cem Boyner gibi olur! En fazla Yüzde 0.48...
Eski MHP Milletvekili, emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı, Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu.
Efsane politikacı Osman Bölükbaşı’nın oğlu, eski MHP Milletvekili, emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı ile siyasetçilerin mizahla ilişkisini anlatan yeni kitabı ‘Politikomik’i konuşmak üzere buluştuk. Sohbetimiz, Meral Akşener’in kuracağı yeni partiden Tuğrul Türkeş’in kabine dışı kalmasına, MHP ve AK Parti arasındaki yakınlaşmadan Merve Kavakçı’nın büyükelçi olarak atanmasına kadar pek çok güncel konuya uzandı...
MHP ile yolları ayrılan Ümit Özdağ, Yusuf Halaçoğlu gibi isimler, Meral Akşener öncülüğünde yeni parti hazırlığı içinde. MHP’ye yakın bir eski siyasetçi olarak bu yeni durumu nasıl yorumluyorsunuz?
1 Kasım 2015 seçimlerini izleyen günlerde, MHP’de bir sözde muhalefet hareketi başladı. Bunların amacı, imza toplayarak olağanüstü büyük kongreyi gerçekleştirip başarısız gördükleri Devlet Bey’i genel başkanlıktan almaktı. Başarılı olamadılar. Mahkeme ve korsan kongre süreci yaşandı. Sonunda, dışarıdan desteklendiği çok açık olan, MHP’yi ele geçirme ve değiştirme amacı olan bu hareket havada kaldı. Öncülerinin bir kısmı partiden ihraç edildi. Sayın Akşener, Sayın Özdağ ve diğerleri, şimdi yeni bir siyasi parti oluşumu için çalışıyorlar. Yeni partilerini kurabilirlerse hayırlı olsun.
Bu yeni parti başarılı olur mu peki sizce?
Cem Boyner öncülüğünde kurulan Yeni Demokrasi Hareketi vardı. Onlar da büyük bir kamuoyu rüzgârı ve iş dünyasının desteğiyle parti kurmuşlardı. Katıldıkları seçimde yüzde 0.48 gibi bir oranda oy aldılar. Yeni kurulacak bu partinin akıbetinin de ondan çok farklı olacağını sanmıyorum.
Ama anket yaptırdıkları ve yüzde 20 civarında oy alabilecekleri konuşuluyor...
Atıp tutmanın stopajı, KDV’si yoktur; sıfır maliyetli bir egzersizdir. Anadolu’da da “Tavuğun cücüğü üzüm sayılır” diye bir laf vardır. Yaz aylarında çok fazla civciv olur ama hastalık, kuraklık, sel derken sonbahara gelindiğinde 2-3 tane kalır. Göreceğiz. Türkiye’nin bugünkü şartlarında AKP’nin içinden çıkabilecek yeni bir parti dışında, merkez sağda da merkez solda da yeni bir siyasi partinin mayasının tutacağı kanaatinde değilim.
Neden?
Sebebi bugünkü şartlar. Türk toplumu iyice kemikleşmiş cephelere bölündü. Bir de zaten Türkiye’de yönetim sistemi değişti. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde artık siyasi partilerin iktidarı sona erdi ve şahıs iktidarlığı dönemi başladı. Bütün bu faktörleri alt alta koyduğunuzda, AKP’nin içinden çıkabilecek parti hariç esasen hiçbir siyasi partinin şansı yoktur.
"SEÇİM SİSTEMİ SİYASETTE YENİ BİR KIRILMA YARATABİLİR"
MHP’nin referandumda “Evet” kampına katılmasını nasıl karşılamıştınız?
Artık geçmişe dönmenin önümüzdeki yol bakımından bir fayda sağlayacağı kanaatinde değilim. Anayasa değişikliği yürürlüğe girmiştir. Bu seçimlerde Türk milleti bir karar verecek. Verilen bu kararın hayırlı olup olmayacağını ancak o zaman tartışabiliriz.
Peki, bundan sonraki süreçte MHP yine AK Parti ile birlikte hareket eder mi, etmeli mi?
MHP’nin yöneticisi değilim. Fincancı katırlarını ürkütmeyelim. Bu konuda ne düşünüldüğünü Sayın Bahçeli ve MHP yönetimi cevaplayacak durumdadır. Siyasi gelişmeleri dışarıdan gözlemleyen, emekli bir büyükelçi olarak şahsi fikrimi paylaşabilirim. Görebildiğim kadarıyla, MHP’nin AKP’ye olan desteği esas itibarıyla iki konu üzerinde yoğunlaşmıştır. Biri terörle mücadele, diğeri de dış politikadır. Anayasa değişikliği, MHP’nin inisiyatifiyle gündeme gelip 16 Nisan referandumuyla kabul edilmiştir. Bu değişiklikteki bir madde, “Halkoylamasıyla kabul edildikten sonraki en geç 6 ay içinde Meclis yeni sisteme uyum için gereken kanuni düzenlemeleri yapar” diyor. 28 Nisan’da başlayan bu 6 aylık süre, 28 Ekim’de sona eriyor. Bugüne kadar Meclis hiçbir şey yapmadı. Meclis açıldığı zaman önlerinde 27 gün kalacak. Bu da yetmeyecek. AKP’nin bir hazırlığı olmadığı anlaşılıyor.
MHP bu süreçte AK Parti’yi desteklemeye devam etmeli mi?
Sayın genel başkanın, “Sorumlu ve yapıcı bir tutum benimseyeceğiz” şeklinde bir açıklaması var. Ama bir konu var ki o, siyasette yeni bir kırılma yaratacaktır. Seçim Yasası konusunda ne düşündüklerini AKP’li yetkililerin ağzından değil de Cumhurbaşkanı’nın danışmanlarından duyuyoruz. Bunlar sorumlu mudur, onu bilemiyoruz. “Dar bölge, daraltılmış bölge” diyorlar. Seçim çevresi barajı sistemini savunanlar çıktı. O noktada bir kafa karışıklığı var.
Peki, MHP ile AK Parti arasında olası başka kırılma konuları ne olabilir?
15 Temmuz sonrası FETÖ’yle mücadelede epey mesafe alındı ama bu temizlik henüz tam manasıyla yapılamadı. FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarıp temizlemeden ve yaptıklarının hesabını adalet önünde vermelerini sağlamadan FETÖ’yle mücadelenin başarıya ulaşması mümkün değildir. Sayın Bahçeli, bu siyasi ayağı en fazla gündeme getiren genel başkandır. En son, Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na seslenirken, “Devletin istihbaratı, Emniyet’i, yargısı, bütün bilgileri elinizde. Bu bilgileri paylaşın, o zaman ben gereğini nasıl yapacağım, görürsünüz” dedi.
Devlet Bey’in bu siyasi ayağa katılmış isimlere dair birtakım şüpheleri, ya da bilgisi var mı?
MHP’nin bir istihbarat örgütü yok ki devletin elindeki bilgilere benzer bilgileri toplayabilsin. Tabii burada son dönemde herkesin de kabul ettiği, Yargıtay’ın bir kararıyla da artık içtihat haline gelen bir husus var. Bylock gizli haberleşme sistemini kullananlar FETÖ üyesi kabul ediliyor. 122’den fazla Bylock kullanıcısının isminin tespit edildiği, mesajlarının da deşifre edildiği söyleniyor. Bunların içerisinde bir tane siyasetçi olmaz mı? Varsa, bu devletin elindedir. FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadelede AKP’nin öne geçmesi lazım, çünkü FETÖ ile yıllardır beraberliği olan parti AKP’dir. FETÖ’cülerin tespiti için gerekli istihbarat da devletin elindir, o da AKP’nin elinde demektir. Siyaset kurumunda, her siyasi partide FETÖ’cü vardır diye düşünüyorum. Devletin elindeki bilgileri AKP’nin muhalefetle paylaşması gerekir. FETÖ her partide vardır ve bunlar temizlenmeden FETÖ’yle mücadele edildiğine Türk kamuoyunu inandıramazsınız. Bu, siyasette genel bir kırılma noktasıdır.
"MERVE KAVAKÇI’NIN ATANMASI YANLIŞ DIŞİŞLERİ’NİN GENETİĞİYLE OYNUYORLAR"
Merve Kavakçı’nın büyükelçi olarak atanması tartışmalara neden oldu. Kimileri “Çok haksızlığa uğramıştı, iyi oldu” diyor, başka bir kesim de Dışişleri’nden gelmediği için eleştiriyor. Diplomasi geleneğinden gelen biri olarak siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bahsi geçen hanımefendinin 1999 seçimlerinde türbanla TBMM Genel Kurulu’na girmesi çalkantıya yol açmıştı ve Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Vatandaşlıktan çıkarılmasının nedeni de türbanla genel kurula girmesi değil, izin almadan Amerikan vatandaşı olmasıydı. Büyükelçi olmadan 25 gün önce de yanılmıyorsam yeniden Türk vatandaşlığına alınmış. Yeni uygulamada, Dışişleri Bakanlığı’nda başörtülü memurlar da bulunabilir. Burada sorun; başörtülü olması değil, hayatında bir gün devlet memuriyeti olmayan, bir dönemin siyasi ideolojik sembolü olmuş birinin iade-i itibar amacıyla büyükelçi yapılmasıdır. “İade-i itibar” lafı da benim değil, AKP Sözcüsü Sayın Mahir Ünal’ındır. Dışişleri, “farklı nedenlerle” mağdur olduğu düşünülen insanlara itibarlarını iade etme vasıtası mıdır? Tabii büyükelçilik, valilik gibi istisnai memurluktur, dışarıdan da atama olabilir. Her dönemde birkaç kişi dışarıdan büyükelçi olmuştur. Yani eskiden de oluyordu ama şimdi ölçüsü kaçmıştır. Yaşadığımız süreç, Dışişleri’nin genetiğinin değiştirilmesi sürecidir. 5-10 yıl sonra Dışişleri’ne meslek memuru bulmakta güçlük çekilecektir. Bir de AKP hükümetinin bir Dışişleri alerjisi var. Kendilerine göre bizi aşağılamaya çalışıp “Monşer” derler. Demek ki “Monşer” dedikleri Dışişleri’nin genetiğiyle oynayarak yerel ve milli hale getirmeye çalışıyorlar. Bunun için bula bula da Amerikan vatandaşı bir hanımı buldular. Merve Kavakçı’nın temsil etmesi için uyguladığınız kriterler bunlar ise Türkiye’de 30 milyon kadın daha bulursunuz!
‘SON DÖNEMDE SİYASET MİZAH FUKARASI’
Siyasetçilerin mizahla ilişkisini anlatan “Politikomik” adında yeni bir kitap çıkardınız. “Türkiye’de siyaset mizah konusunda biraz kısırdır” diyorsunuz. Bu hep mi böyleydi, yoksa özellikle son dönem mi böyle?
Türk siyaseti, son dönem itibarıyla mizah ve nükte fukarasıdır. Rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Erdal İnönü’nün döneminde siyasette bir incelik, bir zarafet ve mizah vardı. Çok şiddetli polemikler, kavgalar da olurdu ama bunlar hep mizahla birlikte giderdi. Eski devirlerde, kriz durumlarında insanların önünde savaşmak ve kaçmak seçenekleri vardı. Ama modern zamanlarda mizah üçüncü bir seçenek olarak gülmeyi sundu. Krizlerden kurtulamayan Türkiye’de en fazla ihtiyacımız olan mizahtır. Ama gülen siyasetçi pek göremezsiniz. Özellikle son 15 yılda, Devlet Bahçeli dışında mizah duygusuna aşina pek siyasetçi olduğunu söyleyemiyorum.
Nedeni ne sizce?
Türk toplumunun 1980’den sonra depolitize olmasını, nedenlerden biri olarak gösterebiliriz. Siyasete yabancılaşma, siyasetten uzaklaşma dönemine girildi. Ayrıca Türkiye 2002 Kasım’ından bu yana mizaha pek iyi gözle bakmayan bir iktidar tarafından yönetildi.
Devlet Bey için “Dışarıdan bilenler için asık suratlı, kendi arkadaş çevresi içinde mizahi yanını gösteren biri” diyorsunuz. Devlet Bey’in içki içmediğini ama içki içenlere çok takıldığını anlatmışsınız.
Kendisi içki içmez, fakat etrafında içenlere de karışmaz. Gerçi saygıdan dolayı partide çok kişi yanında içmez. Ben içerdim. Bir gün odasında yemek yiyeceğiz, çocuklara “Ne söyleyeceksiniz?” diye sordum, “Lüfer” dediler. Devlet Bey, duyunca “Kitabına uygun mu yiyecek?” demiş. “Kitap nedir?” diye sorduk. Bir sahaftan balık ansiklopedisi almış, lüferin altında “Mutlaka rakıyla yiyin” yazıyormuş. (Gülüyor) Benzetme sanatında da Devlet Bey’in üstüne yoktur. 2015 Haziran seçimlerinden önce dönemin Başbakan’ı Sayın Ahmet Davutoğlu, “Bahçeli’ye Türk milliyetçiliğini öğreteceğiz” dedi. Devlet Bey de cevaben, “Senden bozkurt falan olmaz, olsa olsa fındık kurdu olur” dedi.
Mizahı en iyi kullanan siyasetçi kimdi?
Demirel’in ayrı bir yeri var. Bugünkü siyasetçilerden de biraz zorlanarak örnekler koydum.
Başbakan Binali Yıldırım’ın da esprili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, Sayın Başbakan’ın bir mizah kumaşı var.
Demirtaş’ı da beğendiğinizi söylüyorsunuz...
Evet, Demirtaş’ı da koydum. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde hakikaten son dönemin en parlak mizah örneklerinden bazılarını vermiştir. Siyaseten gece-gündüz gibi farklı düşünsek de hakkını teslim edebilirim.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu nasıl buluyorsunuz?
Sayın Kılıçdaroğlu dışarıdan bakınca haylaz, muzip, yaramaz bir çocuk izlenimi veriyor ama ince mizah zekâsı örneklerine pek rastlamadım.
Çiller nasıldı?
Gafları dışında benim hatıramda fazla bir örneği yok.
Mesut Yılmaz?
Mesut Bey de öyleydi.
Babanız Osman Bölükbaşı karayoluyla en fazla seyahat eden ve en uzun konuşan siyasetçiymiş.
Tabii o zaman uçak yok. 9 saat 20 dakikayla en uzun konuşan, belki en çok konuşan isimdi. Hâlâ rekoru kırılmamıştır. Meclis kürsüsünde de yanılmıyorsam 4 buçuk saatlik bir konuşması var.
8 saat 35 dakikalık bir Düzce konuşması da var.
O meydan mitingindeydi. Bir kamyoncu Ankara’dan İstanbul’a kereste yüklüyor. İstanbul’a giderken meydanda durup bir süre pederi dinliyor. Ardından devam ediyor ve yükünü boşaltıyor; dönüp bakıyor, peder hâlâ konuşuyor!
"TRUMP’IN KENDİSİ ŞAKA GİBİ"
ABD ve Avrupa’daki siyasetçileri de derinlemesine incelemişsiniz. Yabancı liderlerin mizah performansı nasıl?
Favorim Churchill!
Galiba Obama da fena değildi?
Tabii. Beyaz Saray muhabirleriyle yapılan yıllık yemeklerdeki konuşmaları gayet iyiydi.
Trump’a kırık not vermişsiniz...
Trump’ta o kumaş yok. Kendisi şaka gibi!
Putin’i nasıl buluyorsunuz?
Putin’de de yok. Aslında Rusya’da mizah çok gelişmiştir ama Putin KGB’den geldiği için onun verdiği bir ciddiyeti var.
"TUĞRUL TÜRKEŞ’İN SİYASİ TRAFİĞİ BAŞ DÖNDÜRÜCÜ"
Eski partiliniz Tuğrul Türkeş kabine dışında kaldı. Bu durumda Devlet Bahçeli’nin etkisi var mıdır?
Sayın Bahçeli’nin etkisi olması mümkün mü? Bir basın toplantısında kendisine bunu sorduklarında, “Gidişinden haberimiz olmadı ki şimdiki durumunu bilelim” dedi. Tuğrul Bey artık Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ankara Milletvekili’dir. Siyasi yaşantısına baktığınız zaman yoğun bir trafik görürsünüz. 1997’de MHP Genel Başkan Yardımcısı’ydı. Genel başkanlık yarışını kaybedince partiden ayrılıp Aydınlık Türkiye Partisi’ni kurdu. Ondan sonra 1999 seçimlerinde bu sefer Doğru Yol Partisi’ne geçip Kayseri adayı oldu. Tansu Çiller Hanımefendi ile Kayseri sokaklarında, DYP otobüsünde kurt işareti yaparak gezdi. Sonra 2007 seçimleri öncesi MHP’ye gelip Ankara Milletvekili oldu. En son da 2015 Kasım seçimlerinden önce AKP’ye geçti. Baş döndürücü bir siyasi trafiği vardır!
"BARZANİ’NİN YAPACAĞI REFERANDUM DÖRT PARÇALI BÜYÜK KÜRDİSTAN HAYALİNİN BİRİNCİ AŞAMASI"
1 Mart tezkeresinde siz ABD ile görüşme yürüten heyetin başındaydınız. Geçen röportajımızda “1 Mart Tezkeresi Meclis’te reddedilmeseydi bugünkü milli güvenlik tehditlerinin çok önemli bir kısmı karşımıza çıkmıyor olurdu” demiştiniz. 25 Eylül’de Kuzey Irak’ta bir bağımsızlık referandumu olacak. Barzani, AK Parti ile ilişkileri sıcak olan bir lider. Hükümet karşı çıktığını açıkladı ama bir yandan da süreç yürüyor. Siz nasıl bakıyorsunuz? Kuzey Irak’ta neler olur?
Barzani, AKP kongrelerine davet edilip orada konuşma yaptırılan bir peşmerge reisidir. Irak’taki 2003 Amerikan askeri harekâtı sonrası Irak mezhep temelinde bölünmüştür. Etnik temelde de bu bölünme Kuzey itibariyle Irak Anayasası’nda ifadesini bulmuştur. Kuzey’deki Barzani’nin özerk yönetim bölgesinin sınırları Irak Anayasası hazırlandığında ne ise, bugün yüzde 50 artmıştır. Barzani o bölgenin dışına çıkmıştır, Musul’un doğusunda hak iddia etmektedir; Kerkük’te, Telafer’de hak iddia etmektedir. 25’inde yapılacak referandumun iki ayağı var: Bir, Kerkük’ün ve bu saydığım bölgelerin Kürt Bölgesi’ne dahil edilmesidir. İkinci olarak da bu bölgeleri de içine alacak, genişletilmiş özerk bölgenin bağımsız devlete dönüşmesidir. AKP hükümeti bir iki cılız tepki dışında henüz ciddi bir karşı çıkış göstermemiştir. Ama Barzani bağımsızlık ilanı aşamasına gelmiştir. Bir devletin kurulup ayakta kalabilmesi için gerekli tüm kurumlarını, 2003’ten beri yaşadığımız süreçte adım adım kurmuş ve yerine getirmiştir. Bütün bunlar yapılırken iktidarda olan AKP, kendisine hoşgörüyle yaklaşmıştır.
Bu bağımsızlığın Türkiye’nin çıkarları açısından ters olacağını düşünüyor musunuz? Kimi yorumcular “Orada iyi ilişkiler kurduğumuz bir yapının olması iyi olur” diyor.
Türkiye’de hâlâ öyle romantikler var. Fakat dört parçalı Büyük Kürdistan Devleti hayalinin birinci aşaması Kuzey Irak’ta gerçekleştikten sonra, ikinci aşama PYD’nin kontrol ettiği Cezire, Kobani ve Afrin Kantonlarını içine alan bağımsız bir Kürt devleti oluşumuna gidilecek. Ondan sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Çok ciddi bir gelişmedir fakat Türkiye’nin ciddi bir tepki göstermesi ve caydırıcı bazı önlemler ortaya koyması durumunda, Barzani’nin 25 Eylül’de yapacağı referandumun hiçbir fiili sonucu olmayacaktır. Ama Cumhurbaşkanı’nın bir iki sözlü tepkisi dışında hükümet sessizdir. Yine en sert tepkiyi Devlet Bey göstermiştir.
Haberturk