El Kadı haberini Zapsu'nun eski ortağı mı medyaya sızdırdı?
Gazeteci Hayrullah Mahmud son günlerde Cüneyt Zapsu'nun ve hükümetin başını ağrıtan Yasin El Kadı haberinin perde arkasıyla ilgili bomba gibi iddialarda bulundu. Meğerse Zapsu hakkındaki belgeleri eski ortağı medyaya vermiş. İşte olay yaratacak bir yazı!
HAYRULLAH MAHMUD YAZIYOR!
BÜLBÜL'ÜN DERDİ / "EL KADI" HABERİNİN PERDE ARKASI YA DA STAR, TMSF'NİN ELİNE GEÇTİKTEN SONRA YAYINLANMAYAN, ŞİMDİ MİLLİYET'TE YAYINLANAN BİR HABERİN ÖYKÜSÜ?!
Bülbül'ün derdi?!
2003 yılının sonlarıydı…
Star Medya Grubu'nun Ankara Temsilcisi ve Star Gazetesi'nin Başyazarı'ydım.
Bir sabah vakti, Başbakan'lıkta görevli bir bürokrat tanıdığım aradı.
Heyecanlı bir ses tonu ile "Seninle konuşmam gereken çok önemli bir mesele var, hemen buluşalım" dedi.
"Tamam" dedim ve ertesi güne randevulaştık.
Bürokrat tanıdığım hemen lafa girdi:
"Cüneyd Zapsu ile ilgili bir tanıdığımın elinde çok önemli belgeler var. Bu belgeleri elinde tutan işadamı, aynı zamanda Zapsu'ların eski iş ortağı! Haber yapmanızı istiyor!"
Ben de, "İyi o zaman, hemen haber merkezinden bir arkadaşımı görevlendireyim, konuyla ilgilensin, bu şahsı dinlesin, haber değeri var ise memnuniyetle arkadaşının iddialarını yayınlarız" dedim.
Bürokrat tanıdığım, "Hayır olmaz, arkadaşım muhakkak seninle görüşmek, konuyu sana özel olarak anlatmak istiyor" diye ısrar edince, "Peki, öyle olsun, arkadaşını bir dinleyelim bakalım ne anlatacakmış" dedim.
Çünkü; o günlerde bu anlamda o kadar çok "özel görüşme" teklifi alıyordum ki, çekilir dert değil!
Medya Grup Başkanımız Can Ataklı'yı arayıp konuyu aktardım, yapacağım görüşmeyi bildirdim.
Birkaç gün sonra, Zapsu Ailesi'nin eski iş ortağının ofisindeydim.
Uzun bir görüşme yaptık.
AZİZ ZAPSU'DAN TEHDİT MESAJI
Genç işadamı, yaşadıklarını tek tek anlattı!
Can güvenliğinden endişeliydi.
Ölüm korkusu taşıyordu!
"Nereye el atsam, karşıma Zapsu ve adamları çıkıyor! Biz artık iktidar olduk, sen bize bir şey yapamazsın diyorlar. Ben de artık ne olacaksa olsun deyip, onların anladığı dilden mücadele etmeye karar verdim. Bu dosyanın içinde Zapsu Ailesi'nin ticari operasyonlarını anlatan belgeler var. Uluslararası terörist Yasin El Kadı ile ortaklıklarını anlatan belgeler var" dedi.
Sonra da önünde duran dosyayı bana uzatıp, şöyle devam etti; "Hayrullah Bey size güveniyorum, bu dosyayı inceleyince, siz de bana hak vereceksiniz!"
Dosyayı bana uzattıktan sonra, diğer eli ile sehpanın üzerinde duran cep telefonunun mesaj kutusunu açtı.
"Size çok özel bir şey göstereceğim" dedi.
Telefonun mesaj kutusunda, Cüneyd Zapsu'nun ağabeyi Aziz Zapsu ile yaptığı telefon yazışmaları saklı duruyordu. (Daha sonra araştırıp, mesajdaki telefon numarasının Aziz Zapsu'ya ait olduğunu teyid ettik!)
Heyecanlıydı!
Kendisinin de bu işte temiz olmadığının altını çizerek, "Ben bittim, bu adamlar beni tüketti ama yılmayacağım, bunlarla mücadele edeceğim" diyordu.
Hakkını neden yargıda aramadığımı sorunca da, muhatabım olan genç işadamı, kulaklarımdan hiç gitmeyen şu sözleri söyledi:
"Mesajı siz de okudunuz. Bize dokunamazsın, biz çok güçlüyüz diyorlar. Gerçekten Ankara'yı sindirmiş durumdalar!"
Şaşırdım!
Çünkü Başkent Ankara'da daha çok yeniydim.
Yargı, muhalefet, polis, asker ve de istihbaratın aynı anda baskı ve şantaj ile "sindirilmiş" olabileceği, aklımın ucundan dahi geçmiyordu!
Filhakika, kapalı kapılar ardındaki "Ankara'nın gizleri"ne daha tam anlamıyla vakıf olmamıştım!
Genç işadamı sözlerine şöyle devam etti:
"Siz de grup olarak AKP ile kavgalısınız, belki bu dosyayı siz yayınlarsınız diye sizinle görüşmek istedim. Sizin yazılarınızı okuyorum, sizin cesaretinize, yüreğinize güveniyorum!"
Teşekkür ettim, benden önce gelen başka meslektaşlarımın, usta gazetecilerin isimlerini sıraladım.
"Onlar şimdi yazamaz, yayınlarsa sizin yayın grubu yayınlar" dedi.
Ben de "Tamam, konu anlaşılmıştır" deyip bu bahsi kapattım.
Görüştüğüm genç işadamı, çok ciddi ekonomik sıkıntı içindeydi:
"Mümkünse bu dosya karşılığı, sizden 50 bin dolar istiyorum!"
Ben de kendisine, bu isteğinin, yayın prensiplerimize aykırı olduğunu belirtip şu cevabı verdim:
"Yönetim olarak aldığımız karar gereği, para ile haber satın almıyoruz ama görevim gereği isteğinizi Can Ataklı'ya ileteceğim! Bundan hiçbir şüpheniz olmasın!"
Muhatabım konuyu ısrarla Cem Uzan'a iletmemi istiyordu.
Ben de kendisine, bu tür görüşmeler sırasında, bu anlamda birçok teklif aldığımı ama Cem Uzan'la aramda hiçbir bağ bulunmadığını anlattım ve dedim ki, "Can Ataklı'ya bağlı çalışıyorum. Cem Uzan'la görüşmek istiyorsanız, Genç Parti'den randevu alıp görüşebilirsiniz. Can Ataklı ile görüşmek istiyorsanız, kendisinden memnuniyetle sizin için bir randevu alabilirim!"
TMSF'NİN EL KOYDUÄžU HABER
Genç işadamı, Cem Uzan konusunda ısrarlıydı, Can Ataklı ile görüşmek istemedi.
Bu konuşmamızın ardından görüşmemiz sonlandı, ofisten ayrıldım.
Can Ataklı'yı aradım, durumu rapor ettim.
Mağdur genç işadamının özel isteğini de kendisine ilettim.
Ataklı, para kısmı hariç, habere sıcak baktı.
"Dosyayı verirse haber yapalım" dedi.
Genç işadamına bu cevabı ilettiğimdeyse, "Ben biraz düşüneyim" deyip süre istedi.
Aradan birkaç ay geçti…
2004 yılının ocak sonlarıydı sanırım.
Bir akşam vakti telefonum çaldı.
Arayan, mağdur genç işadamıydı.
"Viskin var mı?" dedi.
"Var" dedim.
"Uygunsanız uğramak istiyorum, size anlatacaklarım var" dedi.
Ben de "Uygunum, buyurun gelin" dedim.
Genç işadamı, yarım saat sonra, Star Gazetesi'nin Ankara Temsilciliği binasındaki ofisimdeydi.
Yanında, lacivert renginde, içi ağzına kadar belge dolu, suni deri bir çanta vardı.
"Bunlar size getirdim" dedi ve ekledi:
"Düşündüm ve karar verdim. Para isteğinden de vazgeçtim. Bu belgelerin yayınlanmasını istiyorum. Ne gerekiyorsa da yapmaya hazırım!"
Ben de bunun üzerine, "İyi o zaman" deyip, kendisinden müsaade istedim.
Ekonomi bürokrasisini çok yakından takip eden, bu tür haberlerde uzman, mesleki titizliğine güvendiğim meslektaşım Hazal Ateş'i yanımıza çağırdım.
Hazal, bu genç işadamı ile uzun görüşmeler yaptı.
Haberini büyük bir titizlikle yayına hazırladı.
Dosyada yer alan belgeleri, Ankara'nın dörtbir yanından soruşturdu!
Sonra da "Manşet hazır" deyip, çalışma sehpamın üstüne koydu.
Haberi büyük bir heyecanla İstanbul'a gönderdik!
Ama yayınlanmadı!
Daha doğrusu yayınlanamadı!
Can Ataklı telefonda, "Biliyorum söyleneceksin, çünkü bana benziyorsun ama bu haber haftabaşını beklesin, tam sayfa olarak manşetten gireriz" dedi.
Ben de "Tamam" dedim, haberi beklemeye aldık!
halbuki, hiçbir haber beklemez, bekletilmemeli!
İşte o telefon görüşmesinden birkaç gün sonra, takvim yaprakları 14 Şubat 2004 tarihini gösterdiği günün ilk saatlerinde, TMSF, star Medya Grubu'na el koydu.
"El Kadı" haberine de, sümenin iyice diplerine atıldı!
TMSF, önce ben ve iki yazar (Taşkın Şenol, Cevher Kantarcı) arkadaşımın işine "AKP'yi sevmiyorlar" gerekçesi ile hukuksuzca son verdi.
Arkasından, TBMM'de, Denktaş'ın konuşmasını benimle birlikte izlediği gerekçesi ile bir başka yazar arkadaşımın, Hazal Ateş'in işine son verildi.
Hazal'ın, star'dan haksızca kovulmasının, hazırladığı ve yayınlanmayan "El Kadı & Zapsu" haberiyle ilgili olduğu çok aşikardı!
Şimdi, Birgün'de, birbirinden güzel haberlerin altına imza atan değerli meslektaşım Hazal Ateş, Milliyet, "Zapsu & El Kadı" dosyasını yayınlamaya başladığı gün heyecanla beni aradı.
"Patron, bizim haber Milliyet'e manşet olmuş, gördün mü?" dedi.
Ben de Hazal'a karşı mahçup bir ses tonu ile şu cevabı verdim:
GAZETECİ OLMAK
"Evet gördüm! Haberin tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Yaşamda insan her gün yeni bir şey öğreniyor. Mesela, yayınlanması gereken bir haberin hangi gerekçe ile olursa olsun, bekletilmemesi gibi!"
İki yıl gecikmeyle de olsa manşete tırmanan "El Kadı" haberi, şu anda Başkent Ankara'nın altını üstüne getiriyor!
Türkiye'de ve dünyada fırtınalar kopmasına neden oluyor!
Nitekim…
Star'da çalıştığımız o günlerde, "Uzan'ın adamı" olmakla itham edilen bir avuç gazetecinin, 14 Şubat 2004 tarihi sonrasında yaşadıkları da apaçık ortada!
Filvaki, gazeteci, gazetecidir!
Gün gelir yaptığı haberden, yazdığı yazıdan dolayı "Patron"u memnun olur!
Gün gelir yaptığı haberden, yazdığı yazıdan dolayı "Başbakan" memnun olur!
Gün gelir yaptığı haberden, yazdığı yazıdan dolayı, hem "Patron"u hem "Başbakan" hem de başkaları rahatsız olur!
Ne yaparsınız ki, "gazeteciliğin" doğasında bu var!
Birilerini isteyerek veya istemeyerek rahatsız ya da mutlu edersiniz!
Eş Başbakan Erdoğan, şimdi Milliyet'in manşete taşıdığı "El Kadı" dosyası nedeniyle, Aydın Doğan'ı tehdit etmekle meşgul!
Geçmişte de, 5020 sayılı yasa ile Uzan'ları tehdit etmişti!
AKP Eş Genel Başkanı Erdoğan'ın anlamadığı nokta şu:
"Gündemde BOP operasyonu vardı! Onun için uluslararası bir operasyonla, Siirt'ten hukuksuzca seçtirilerek Başbakan yapıldı. Şimdi de konjonktür değişti, uluslararası bir başka operasyonla iktidardan gönderiliyor! Bu gerçeği kabul etmekten başka şansı yok!"
Ki…
Hz İsa, "Kılıç çeken kılıçla ölür" diyor.
Benim "İşe iade" davama müdahale ettikleri gün de, AKP yöneticilerine aynı şeyi söylemiş ve Zapsu'ya haber yollamıştım:
"Rüzgar ektiniz, fırtına biçeceksiniz!"
Nitekim öyle de oldu!
Onca güce, onca baskı ve şantaj girişimine rağmen "BOP" operasyonu başarısız oldu!
Filhakika, Erdoğan da anlamalı ki, bu yayınları artık Aydın Doğan da istese durduramaz!
Kürede konjonktür değişti!
Gerçeklerin önündeki sis perdesi kalktı!
Bu bağlamda Erdoğan'ın da medyada yayınlanan haberleri "demokratik sabır"la karşılaması, hazmetmesi gerekiyor.
İftira atılıyor ise yasalar orada!
İstediği an hakkını arayabilir!
Ama yayınlanan haber gerçekleri yansıtıyorsa, o vakit, yapılan yayını durdurmak için şantaja başvurmak, hiç de doğru bir hareket değil!
Çünkü yaptığı hareketin "bumerang" etkisi yapma tehlikesi var!
HUKUK VE YÜKSEK SİYASET
Ve…
Son olarak…
Bu anlamda birkaç satır daha…
Filvaki, "Hukuk herkese lazım"!
Nitekim bundan kısa bir süre önce, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "Şemdinli provokasyonu"nda adı geçen bir "astsubay" için "Tanırım iyi çocuktur" demişti.
Başbakan Erdoğan ise uzunca bir zamandır, haklarında iddia olan (Yıldırım, Unakıtan, Zapsu, El Kadı vb) isimlerle ilgili olarak hep aynı şeyi yapıyor:
"İddialar yalandır, kendilerini tanırım, iyi insanlardır!"
Oysa ki, yayınlanan iddiaların hepsi belgeli, şahitli ispatlı iddialar!
Büyükanıt konuşunca "demokrat" kesilen bazı AKP'li kalemler, her nedense, iş Erdoğan'a gelince, "Üç maymun"u oynamayı tercih ediyor.
Ne büyük ilkesizlik!
Çapsızlık!
"Ah" diyorum; star'daki görevden alınışım ve yargıdaki davama müdahale ediliş sürecindeki konuşmaları, Başbakanlık koridorlarının dili olsa da bir anlatsa!..
Eskiler, "Bülbülün çektiği, dil-i belasıdır" derler.
Bu bakımdan, artık "devlet adamı" kimliği taşıyan isimlerin, Yargı'ya intikal eden davalarla ilgili daha hassas ve dikkatli konuşması şart!
Hülasa, yukarıdaki satırlarda, bir süreliğine saklanan, TMSF'nin eline geçtikten sonra Star Gazetesi'nde yayınlanmayan bir haberin öyküsünü dinlediniz.
Şimdi o haberi, bir başka medya grubu yayınlıyor.
Milliyet'i, yayınladıkları haberden dolayı, Sedat Ergin'in şahsında kutluyorum.
Sonsöz: Gerçekler bir süreliğine baskı ve şantaj ile saklanabilir ama ilanihaye saklanamaz!
Hayrullah Mahmud