Emin Çölaşan, Ergenekon'daki "Ecevit gerçeği"ni yazdı!
Bülent Ecevit 2002 yılında Başbakanlık makamında oturuyordu ve hastalanmıştı. O günleri anımsayın. Yürüyemiyor, düzgün konuşamıyordu.
RAHMETLİ Bülent Ecevit 2002 yılında Başbakanlık makamında oturuyordu ve hastalanmıştı. O günleri anımsayın. Yürüyemiyor, düzgün konuşamıyordu. Sözcükleri yanlış kullanıyor, anlamsız sözler söylüyor, devletin en önemli toplantılarına katılması mümkün olmuyordu.
Hükümetin lokomotifi teklemeye başlamıştı. Lokomotif tekleyince vagonlar da sarsılıyordu. Devlet işleri durma noktasına gelmişti. Bu durumda Ecevit kendi arzusuyla Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı ve orada tedavi gördü. Taburcu olduktan sonra da sorunlar bitmedi. Kan koca eve doktorlar dahil hiç kimseyi almıyorlardı. Bir bakıcıları, yardımcıları yoktu. Devletin verdiği hemşire, kapıdaki polis noktasında boş oturuyordu.
Beslenmesi tek yanlıydı. Sadece çay, kek, bisküvi ve benzeri kuru şeyler.
İşin daha da acı tarafı, özellikle dinci basın Ecevit'in bu hastalık durumuyla alay ediyor, dalga geçiyordu. Bir insanın sağlığı, hiç utanmadan siyasi sömürü konusu yapılıyordu. Merak edenler özellikle 2002 yılı Mayıs-Ağustos aylarında o gazetelerin neler yazdığına arşivlerden bakmalıdır.
* * *
Şimdi günümüzde, sadece Türkiye'de olabilecek bir olaya tanıklık ediyoruz! Ecevit'i tedavi eden Başkent Üniversitesinin Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal Ergenekon davasından tutuklandı ve hastanede yatıyor... Ve şimdi bir şeyler üretip Haberal'ı suçlamak gerekiyor! Haberal nasıl olsa tutuklu, ses veremez, yazılıp söylenenlere yanıt veremez. O halde yüklen Haberal'a.
Üretilen senaryo şöyle:
"Haberal Ergenekon üyesiydi. O dönemde Ergenekon, Ecevit'in istifasını istiyordu. Haberal Ecevit'i tedavi ettikten sonra kendisine 'İŞ GÖREMEZ' raporu verecek ve böylece onun görevden alınmasını sağlayacaktı!"
Dikkat ediniz, senaryo varsayımlar üzerine kurulu! Vermişti değil, verecekti!
Günün birinde ortaya Recai Birgün isimli biri çıktı. Ecevit'in koruma müdürüydü ve kendisini aileye öylesine sevdirmişti ki, DSP listesinden milletvekili olmayı başardı. İşte bu "Ecevit'i sağlık raporuyla alaşağı edeceklerdi" ihbarını Ergenekon savcılarına ileten kişi, bu Recai idi.
Ben de o günlerde çalıştığım gazetede Mayıs-Temmuz 2002 arasında Ecevit'in sağlık olayını I gündeme getiren çok sayıda yazılar yazdım. Birkaç | örnek vereyim:
* * *
Ecevit'in sağlığını siyasal çıkar konusu yapanlar var. Hatta özellikle son olay (hastaneye yatması) sonrasında alay etmeye yeltenenler bile var. Siyasal kin ve nefretler, özellikle dinci basında, Simdi Ecevit'in sağlığı üzerinden kusuluyor." (7 Mayıs 2002)
"(Taburcu olduktan sonra) Tablo vahim. Bir başbakan evinden çıkamıyor çünkü sırtı ağrıyor. Niçin doktorlara görünmüyor? Sağlıksız, evine kapanmış bir başbakan. Kendi sağlığı hakkında çelişkili sözler söyleyen, gerçekleri gizlemeye çalışan, doktorlarıyla bile konuşmayan, onları eve sokmayan ve tedavi görmeyen bir başbakan ve onu yönlendiren karısı. Bu başbakan Türkiye'nin ağır yükünü daha ne kadar omuzlayabilir? Bu yazıyı üzülerek ve sadece ülkem adına yazdım. Sorumlusu Ecevit çiftidir." (17 Mayıs 2002)
"Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ve Prof. Dr. Turgut Zileli dün Ecevit'lerin evine bir anlamda 'baskın' düzenleyip götürdüler ve hastaneye yatırdılar. Kaburgada kırık, damarlarda iltihap..." (18 Mayıs 2002)
"DSP'li dokuz milletvekili dün açıklama yaptılar ve Ecevit'e -çok kibarca- resmen 'Git' dediler. Tek adam ve tek kadın partisi olan DSP'de böyle bir şeyin olacağını bundan bir ay önce birileri söyleseydi ona 'Sen aklını kaçırmışsın' derdik. Bildirideki 'DSP Ecevit'lerin öncülüğünde Ecevit'siz yaşama geçebilmelidir' cümlesi çok ilginç. Daha önce de defalarca yazdım. Belli konularda inat etmek zarar getirir. İnsanlar sabırla bekler, sonra 'Yeter artık' sözleri yükselmeye başlar." (26 Haziran 2002)
2 Temmuz 2002 tarihinde "Ecevit'in bilinmeyenleri. Acı gerçekler" başlıklı bir yazı
yazdım. Başkent Üniversitesi Hastanesinde yatan Ecevit'in içler acısı durumunu o yazımda anlattım.
Kötü beslenmişti, bakımsızdı. İlaçlarını almıyordu. El ve ayak tırnaklan kesildi, temizlendi. Kabaran cildi de ilaçlarla temizlendi, Rahşan Hanım bile sonrasında "Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent''
diyerek hayretini herkesin yanında açıkladı. Doktorlar en çok Ecevit'in düşüp kalçasını kırmasından endişe ediyorlar ve tekerlekli sandalye kullanmasını öneriyorlar. "Beyinsel olarak görev yapabilir ama tekerlekli sandalye kullanması ve yanında sürekli doktor olması koşuluyla" diyorlar.
O yazımda yazmadığım bir olayı da kötü ve tek yanlı beslenmelerine örnek olarak şimdi ilk kez burada açıklıyorum. Hastane odasına yemekleri geldiğinde, karpuz da var. Yaz mevsimi! Rahşan Hanım kocasına dönüp şöyle diyor: "Aaa Bülent, bak karpuz çıkmış!"
Bu yazım üzerine bir açıklama yapan Başbakan Ecevit "Bu haber gazetecilikle bağdaşmadığı gibi, Başkent Hastanesi'ni de zor durumda bırakmıştır" diyerek, hastaneye sahip çıkmışta. Ama her yazdığım -ne yazık ki- doğru idi.
* * *
Evet, ben de bu konuda 20'ye yakın yazı yazdım, Ecevit'in iyileşinceye kadar görevi bir vekiline bırakmasını istedim... Çünkü Ecevit yürüyemiyor, düzgün konuşamıyor, gaflar yapıyor, yanlış sözcükler kullanıyor, devlet işlerine bakamıyor ve özellikle dinci kesimde alay konusu oluyordu. Aile, eve doktorlar dahil hiç kimseyi kabul etmiyordu. Türkiye'de bir ilk yaşanıyordu.
Silivri'deki Ergenekon mahkemesi şimdi Başkent Hastanesi'nden Ecevit'in raporlarını istemiş. O raporların ikinci kopyası var mıdır bilemem de. Bülent Bey e verilen asılların şimdi Rahşan Hanım da olması gerekiyor... Çünkü kasada saklanan raporların Ecevit e teslim edildiği Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Sağar tarafından 12 Temmuz 2002 günü resmen ve yazılı olarak açıklanmıştı.
Prof. Dr. Mehmet Haberal Türkiye'nin en önde gelen cerrahlarından biriydi. Başkent Üniversitesi ile üniversitenin hastanelerini yoktan var eden, AKP iktidarına karşı çıkan bir bilim adamı, bir yurtseverdi. Şimdi Ergenekon'dan tutuklu. Konuşamıyor, medyada yer bulan yalan ve iftiralara yanıt vermesi mümkün olmuyor.
O halde vurun abalıya, buradan vurun Haberal'a! Utanç verici bir Türkiye gerçeği.
Emin Çölaşan - Sözcü