Fatih Altaylı'dan Habertürk hakkında flaş iddia!

Habertürk gazetesinin kurucularından olan ve 2009-2014 yılları arasında genel yayın yönetmenlik koltuğunda oturan Fatih Altaylı flaş açıklamalarda bulundu.

Habertürk gazetesinin kurucularından olan ve 2009-2014 yılları arasında genel yayın yönetmenlik koltuğunda oturan Fatih Altaylı, gazetenin eski Ankara Temsilcisi Erdal Şen'in 'FETÖ' soruşturması kapsamında tutuklanmasına ilişkin olarak, "Bir ara kulağıma böyle bir şey çalındı doğrusu. Kendisine sordum. 'Yok abi ben nerede ekmek yiyorsam oranın ada mıyım, ne işim olur Fethullahçılarla. Bir dönem Zaman’da çalıştım diye bu iftirayı atıyorlar' dedi" ifadesini kullandı. "Bir dönem Habertürk'ün iktidar partisi ile tüm bağının koptuğunu" söyleyen Altaylı, Şen'in Ankara Temsilciliği'ne getirilmesinin ardından bu sorunun çözüldüğünü belirterek, yaşananları şöyle anlattı:

"Toplantılarına alınmıyor, hiçbir yere sokulmuyor, gezilere katılamıyorduk. Ben zaten yasaklıydım, Muharrem ve Ankara büro da yasaklı hale gelince yönetim kurulu bundan rahatsız oldu. Bana göre gazetecilikte bunlar normaldi ama yönetim bunun gazetede güç kaybı yarattığını düşündü ve değişiklik yapmak gerekti. İktidar partisi ile iyi ilişkileri olduğu için ve Başbakan’la aynı apartmanda oturup komşu olduğu için Erdal Şen adı gündeme geldi. Ataması ortak bir kararla yapıldı. Ve hemen kabul gördü. Yasaklar kalktı. Erdal Şen Başbakan’ın tüm gezilerine davet edildi. O dönem benim yasaklı olduğum Başbakanlık uçağına Habertürk’ten tek binen Erdal Şen’di."

Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin'in sorularını yanıtlayan (23 Eylül 2016) Fatih Altaylı'nın açıklamaları şöyle:


Öncelikle Türkiye’nin iki aydır sabah akşam konuştuğu 15 Temmuz gecesiyle başlayalım. Öyle bir geceyi yaşayacağımız ya da olası bir darbe hiç aklınıza gelir miydi? Kimi enişteden, kimi haladan, kimi hanımdan öğrenmiş askeri bir kalkışma olduğunu… Siz ilk nerden öğrendiniz ayrıca o gece neredeydiniz ve olayı takip etmeye başladığınız andan itibaren neler hissettiniz, ne düşündünüz?

Vallahi kimseden öğrenmedim. Yaşayarak öğrendim. O gün Cenevre’den İstanbul’a geliyordum. Uçak piste indi, telefonumu açtım birden mesaj yağmaya başladı. Başta eşim olmak üzere tüm tanıdıklar  “Ne oluyor” diye mesaj atmışlar. Benim dünyadan haberim yok. Hemen bir kaç telefon açtım. Köprünün tek yönü kapatılmış, Ankara’da uçaklar uçuyor. Konuyu anladım. Belli ki, bir darbe girişimi. Eşimi aradım. “Fethullahçı darbe girişimi olsa gerek” dedim. Saat 23.00 gibi attığım mesajları size gösterebilirim. “Fethullahçı darbe girişimi. Başarılı olma ihtimalleri yok. Bastırılır ama Türkiye’ye çok zarar verecekler” diye yazmışım. Bu sırada kızım yurt dışında. Merak içinde. “Fadik ne oluyor” diye mesaj atıyor. Çünkü oradaki televizyonlar darbenin başarılı olduğunu, Erdoğan’ın ülkeden kaçtığını falan söylüyormuş. “Yok öyle bir şey. Darbe girişimi var ama başarısız olacaklar gibi görünüyor. Bir tehlike yok” diyorum inanmıyor. “Beni sakinleştirmek için öyle söylüyorsun” diyor. Sonunda ikna oldu. Ben darbeyi böyle öğrendim. Havalimanında inebilen son uçak, ya da uçaktan çıkabilen son yolcular biz olduk. Çıkarken millet yığılmış araç bekliyor. “Darbe girişimi var. Araç gelmez yürüyün” diye uyardım milleti. Ben de bavulumu ite ite çıktım havalimanından. Ben çıkarken tanklar giriyordu içeriye. Aralarından geçip çıktım. Bir kaç kilometre yürüyüp bir otomobile bindim.


“Eğer başarılı olsalardı birbirlerine gireceklerdi"
Darbenin gerçekleşebileceği ihtimalini düşündünüz mü hiç ve o gece  FETÖ’nün askerleri başarılı olsaydı, sizce şu an Türkiye neyi yaşıyor olurdu?

Böyle salakça bir darbe girişiminin başarılı olma ihtimali yoktu ve başarılı olacaklarını asla düşünmedim. Bence darbeyi başlatanlar da başarılı olamayacaklarını biliyorlardı. Başarısız bile olsak en azından Türkiye karışır, Türk ordusu büyük güç kaybına uğrar diye düşünüp, başarılı olma ihtimali kalmadığını bile bile girişimi sürdürdüler. Darbe başarılı olsaydı ne olurdu sorusunun yanıtı çok zor. Çünkü başarılı olsalar darbecilerin de sonradan birbirine girme ihtimali vardı. Bunu niye söylüyorum. Bana sorarsanız bu darbeyi organize eden ve fişekleyenler Fethullahçılar ama AKP karşıtı bazı subaylar da işe dahil olacaklardı sonradan. O zaman da onların arasında çatışmalar çıkacaktı. Ordu bölünebilirdi. Her ne kadar orduyu ele geçirmiş gibi görünseler de, TSK kendini Fetoculara bırakmayacak kadar güçlü bir geleneğe sahip. Darbeden sonra Fetocular ile Cumhuriyetçi subaylar arasında güç kavgası yaşanır ve Türkiye’yi iyiden iyiye felakete sürükleyecek bir tablo çıkardı ortaya. Tabii bir de yine tutuklamalar olurdu ama bugün tutuklayanlar, o gün tutuklananlar olurdu. Bugünkü OHAL hukukunun yerini o zaman darbe hukuksuzluğu alırdı.

“Habertürk'e cemaatçi demek insafzılık olur"
‘Burnumuzun ucu’ diye bir tabir var ya, işte bu örgüt de öyle… Hemen her yere sızmış. Devletin tüm kademeleri, sanat, spor, ekonomi, iş dünyası… Ama biz önce medya kısmıyla başlayalım. Şu ara en çok Kurucu Genel Yayın Yönetmeni olduğunuz Habertürk gazetesi konuşuldu. Zira bir dönem cemaate çok yakın olduğu konuşuluyor, önce bu iddia ile başlayalım. Gerçekten cemaate ne kadar yakındı? Ardından da 15 Temmuz darbe girişiminin koordinatörü Adil Öksüz'ü kaçırmaktan tutuklanan eski Habertürk Ankara Temsilcisi Erdal Şen’e geleceğim…

Burnumuzun ucu tabiri yanlış. Burnumuzun içi demek lazım. Her kurumda, her pozisyonda  yer almışlar. Medyanın tamamında, Merkez medyanın en büyük kurumlarında bile. Habertürk konuşuldu diyorsunuz ama sadece Habertürk mü konuşuldu? Merkez medyanın bir diğer büyük gazetesi konuşulmadı mı? Hürriyet konuşulmadı mı? İktidara yakın gazeteleri saymıyorum bile. Hepsi Fethullah Gülen’e methiyeler düzdü yıllarca. Habertürk’e gelince. Bakın ben bu konuda uyarı vazifemi hep yapmışım. 20 Mart 2009 tarihli Habertürk gazetesinin manşetini alın bakın mesela. “F tipi astsubayın fişleme itirafları” diyerek ordu içindeki yapılanmayı ilk deşifre eden benim gazetem olmuş. Yani o zaman benim yönettiğim gazete. Benim onlarca yazım var. “İrtica tehlikesi yok Gülen tehlikesi var” diye tüm bu olanları öngören yazım Sabah’ın arşivinde duruyor ve 2006 tarihli. Tüm bu tavır ortadayken, her yere olduğu gibi bize de sızmış olmaları bizi Fethullahçı yapmaz.


“Gazetedeyken o ismi fark ettim ama..."
Gelelim Erdal Şen’e. Nedir bu konu? Hiç mi fark edemediniz burnunuzun dibindeki bu adamı, neden müdahale etmediniz?

Cumhurbaşkanı yaverini ve tüm çevresini kuşatanları fark etmemişken, elindeki onca istihbarat gücüne rağmen biz nereden bileceğiz kimin Fethullahçı olduğunu. Ben gazeteyi kurarken Ankara temsilcisi olarak Çiğdem Toker’i getirdim. Sonrasında bir değişiklik yapmak gerekti ve çok eski arkadaşım, dostum Muharrem Sarıkaya’yı temsilci yaptık. O dönem iktidar partisi ile haber anlamında sorunlarımız vardı. Muharrem bu sorunu aşmak için Erdal Şen’i AKP veya Başbakanlık muhabiri olarak işe aldı. Sonrasında Erdal Şen Ankara haber müdürü oldu bir süre. Ardından AKP’li bazı bakanlarla ilgili bir haber yüzünden iktidar ile sıkıntı yaşamaya başladık. AKP’li bakanların bir düğünde eğlendiği ile ilgili bir haberdi yanlış hatırlamıyorsam. Türkiye’nin matemde olduğu bir gündü, ya bir maden kazası ya da şehit haberleri nedeniyle matemdeyken AKP’li bakanların eğlendiği yolundaki bir haberdi. Ve ne yazık ki, haber doğru değildi. Daha doğrusu eski bir haberdi ve yeni gibi sunulmuştu. Gazetenin iktidar partisi ile tüm bağı koptu. Toplantılarına alınmıyor, hiç bir yere sokulmuyor, gezilere katılamıyorduk. Ben zaten yasaklıydım, Muharrem ve Ankara büro da yasaklı hale gelince yönetim kurulu bundan rahatsız oldu. Bana göre gazetecilikte bunlar normaldi ama yönetim bunun gazetede güç kaybı yarattığını düşündü ve değişiklik yapmak gerekti. İktidar partisi ile iyi ilişkileri olduğu için ve Başbakan’la aynı apartmanda oturup komşu olduğu için Erdal Şen adı gündeme geldi. Ataması ortak bir kararla yapıldı. Ve hemen kabul gördü. Yasaklar kalktı. Erdal Şen Başbakan’ın tüm gezilerine davet edildi. O dönem benim yasaklı olduğum Başbakanlık uçağına Habertürk’ten tek binen Erdal Şen’di. Nasıl uyanmadınız diyeceksin haklı olarak. Bir ara kulağıma böyle bir şey çalındı doğrusu. Kendisine sordum. “Yok abi ben nerede ekmek yiyorsam oranın ada mıyım, ne işim olur Fethullahçılarla. Bir dönem Zaman’da çalıştım diye bu iftirayı atıyorlar” dedi.  Zaten bir süre sonra ben yöneticiliği bıraktım. O devam etti.


“Paranoyak olduğunu düşünürdüm"
Sizce nasıl bir adamdı kendisi. Yakinen tanır mıydınız?

Yakinen tanımam. Temsilci olduktan sonra da ben daha çok Muharrem’le ve ve Bülent Aydemir’le konuşurdum Ankara’da. Özellikle de Muharrem’le. 30 yıllık dostum. Gazeteciliğine güvendiğim bir arkadaşım. Erdal’la daha çok personel ile ilgili diyalogum olurdu. Hafif bir paranoyak olduğunu düşünürdüm Erdal Şen’in. Çok ürkek, tabir yerindeyse biraz argo olacak ama tırsak bir çocuktu.

Ciner Grubuna yönelik cemaatçi yaftasını nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

Komik. Birkaç cemaatçinin bizim grupta da yer almış olması bizi cemaatçi yapmaz. Bizde kaç cemaatçi varsa Merkez medyanın diğer gazetelerinde de o kadar olmuştur. Yayın politikalarımızı, en azından benim şahsi olarak yayıncılık anlayışımı etkileyecek düzeyde bir varlıkları olmamıştır. FETÖ’cülerle ilgili ilk büyük soruşturmayı yürüten bir savcı bana “Bunlarla ciddi mücadele eden ve bunları bünyesine almayan bir siz varsınız” dedi. O savcı hala savcı. Ayinesi iştir kişinin. Benim gazetemin tutumu, tavrı yazdıkları ortada. Ama bugün Türkiye’de tüm kurumlar neredeyse bu suçlama ile karşılaşıyor. Peki her köşe başını Cemaat’e bırakıp, Türkiye’de yayın dünyasını, iş dünyasını, bürokrasiyi, eğitim dünyasını, adaletini, emniyetini bunlara mahkum edenlerin hiç mi suçu yok!

"Amaçları beni içeri atmaktı"
Gazetede şüphelendiğiniz başka isimler var mı bu yapıya yakın olduğunu düşündüğünüz?

Bakın Alev Hanım ben şüphe ile hareket edemem. Hele bugünkü ortamda. Cemaatin en güçlü olduğu ve emniyete yargıya hakim olduğu dönemde benim muhabirlerim bugün tamamı tutuklu olan emniyet müdürleri tarafından emniyet müdürlüğüne sokulmadılar. Onların verdiği haberleri aynen kullanmıyoruz ve sorguluyoruz diye. Kalktım Emniyete gittim. Yurt Atayün’le odasında buluştuk. Gergin bir tartışma oldu. Yanımda Ramazan Kurnaz da vardı. Böyle ortamlara yanımda tanık olmadan girmem. Sonrasında cemaatçi diye bilinen tüm müdürler o adaya geldi. Ben asla boyun eğmedim onlara. Tek bir pislik bulsalardı beni içeri atacaklardı. Zekeriya Öz  gazetecileri sohbete çağırıyor masanın üzerine benim adım yazılı CD’ler koyuyordu beni korkutmak için. Ali Fuat Yılmazer benim bir yazımdan sonra görevden alındı. O zaman Ali Fuat Yılmazer’in kankası, sözcüsü olan gazeteciler bugün hala ortalıkta geziyor. Bazıları devlette görevli.

Gülen tehlikesine dikkat çeken, hem de olacakları neredeyse bire bir önceden öngören onlarca yazınız var. Cemaat sizi de o yüzden mi hedef seçti bir dönem. Mesela tapelerinizin internete sızdırılmasından ve Alo Fatih vakasından başlayalım.

Alev Hanım, siz de gayet iyi biliyorsunuz ki, “Alo Fatih” ben değilim. Bunu herkes biliyor aslında ama canımı acıtmak için böyle söylüyorlar. Alo Fatih’in Fatih Saraç olduğu bilinen bir gerçek. Dönemin Başbakanı veya Cumhurbaşkanı beni arayıp da asla Alo dememiştir. Uçağa bindiğim dönemlerde bile Tayyip Bey tarafından odaya çağrılıp hizaya çekilmeyen ender hatta belki de tek gazeteciyim. Bana asla böyle bir tavrı olmadı. Bana kızdığı zamanlarda ki, sık sık kızardı uçağa almaz veya bir yere davet etmezdi ama bana karşı asla bir emir kipinde cümle kullanmadı. Belki bir kaç kere haberler veya yazılar için sitem etmiştir o kadar.

Hizaya çekilenler kimler peki?

Bakın ben meslektaşlarıma saygımdan ötürü konuşmuyorsam bunu korkaklık olarak görmesinler. Bu gözler neler gördü neler. Bu kulaklar neler duydu inanamazsınız. Meslektaşlarımın yaptıklarıyla ilgili diyorum. Arlı arından utanır derler. Ben o meslektaşlarımın baskıdan veya korkudan öyle yaptığını biliyor ve bu yüzden onları kötü göstermemek için susuyorum. Özlerinde kötü olmadıklarını bildiğim için. Mecbur kalışlarına üzüldüğüm için. Açtırmasınlar kutuyu diyeceğim ama tehdit gibi algılanır diye demiyorum. İlerde belki bunları yazarım. 20 yıl sonra yaşarsam eğer. Ama onlar da hadlerini bilsinler. Gülencilerle yakınlaşmak zorunda kalan bir yayın yönetmenine “Beni barıştır” onlarla diyenlerden, bir meslektaşının işine son verilmesi için mecburen aracı olanlara kadar... Bu dönem medya için acı bir dönemdir. Ama şunu da söyleyeyim bizim ülkemize de has değildir. Her ülke dönem dönem böyle sıkıntılar yaşamıştır. En demokrat, en özgürlükçü diye bilinen ülkeler bile. Kim bilir belki de gerçek demokrasi böyle yollardan geçmeden, değeri anlaşılmadan gelmiyordur.

Alo Fatih’i üzerinizden atabildiniz mi bu arada?

Siz bile az önceki soruyu sorduğunuza göre tam olarak atamamışım. İşin aslını herkes biliyor ama beni incitmek için kullanıyorlar.

Anket manipülasyonu tapesi de sizce cemaatin mi işiydi? O dönem epey yıpranmıştınız?

Ben Cemaatin tek başına olduğunu zannetmiyorum. Cemaatin ve ona destek veren, onu kullanan istihbarat servislerinin işi. Ben 1990’lardan beri Cemaatin hedefi oldum. Bir radyo programında Zaman gazetesini yere atıp, bu paçavradan ancak tuvalet kâğıdı olur dediğim günden, Ekrem Dumanlı medya ahkamı keserken “Bayiden satmadığın, bedava dağıttığın gazeteyle ahkam kesme Ekrem kardeşim” dediğim günden beri hedefim. Ama herkesin gözden kaçırdığı bir şeyi şimdi hatırlatayım size. Ben bunu savcılara da iki yıl önce söyledim. Sabah gazetesinin başında olduğum dönemde yaptığım bir haber var ve bence çok kritiktir. Savcı Zekeriya Öz. İstanbul’da bazı Amerikalı istihbaratçılarla buluşmuştu. Ergenekon sürecinden hemen önce. İstanbul’da Tarabya Hakimevi’nde. Biz de bunu şans eseri görüntülemiştik. CIA ve NSA mensuplarıydı buluştukları. Bu buluşmadan hemen sonra Ergenekon süreci başladı ve Öz’ün yıldızı parladı. O zaman bu buluşma için “Sakka nedeniyle görüştük” açıklaması yapmak zorunda kalmışlardı. Ben o buluşmayı hep şüpheli buldum. Söylediğiniz tape beni en çok üzendir. Çünkü böyle bir şey yapmadık. Alın o anket sonuçlarını ve o günlerde yapılmış diğer anketlerle karşılaştırın. Arada minimal farklar vardır.


“Oh olsun demiyorum ama..."
O dönem sizin için sıkıntılı bir süreçti, hatta ‘kendimi tecavüze uğramış gibi hissediyorum’ demiştiniz. Şimdi yaşananlara bakınca FETÖ için ‘oh olsun’ dediğiniz oluyor mu?

Ben kimse için oh olsun demem. Ama benim yıllardır dikkat çektiğim bir tehlikenin artık aşikar olmasına ve bununla mücadele edilmesine seviniyorum çünkü Türkiye Cumhuriyeti için büyük tehlike olduklarını hep yazdım, hep söyledim. Ama hala hukuksuzluklar beni üzüyor. Suç bireyseldir. Ne demek annelere, eşlere yönelik yasaklamalar, yurt dışı yasakları, gözaltılar. Şimdi ben birini öldürüp kaçsam rehin olarak eşimi veya çocuğumu mu alacaklar. Böyle hukuk devleti böyle devlet olur mu? Gerçi hükümet de bu yapılanların doğru olmadığını gördü ve şimdi düzeltmeye çalışıyor. Devletin bu mücadeleyi intikam hissi ile değil hukuk ile yapması lazım. Yoksa bir işe yaramaz ve Türkiye çok çok haklı olduğu bir yerde haksız gibi görünür. Bunlar bir günde, bir ayda, bir yılda temizlenemez ama önemli olan kafayı koparmak ve arkasındaki devlet desteğini çekmekti. Buna odaklanmak lazım. Gerisi hallolur. Ama ben hala bu mücadelenin bihakkın yapıldığını düşünmüyorum.

“Kendime yakışmayan
tavırlar sergilemiş olabilirim”
Siz de kendinizi FETÖ mağduru olarak nitelendiriyor musunuz?

Ben asla mağdur olarak görmem kendimi. Hatalarımın veya sevaplarımın bedelini ödediğimi düşünürüm. Gazeteci mağdur değildir. Hedeftir. Hedefteysen açık vermeyeceksin. Ben bir dönem aşırı empati yapıp, kendime yakışmayan tavırlar sergilemiş olabilirim. Yönetici olmak ne yazık ki insanı açığa düşüren bir şey.


“Gülen'in yüzüne öyle şeyler söyledim ki..."
Bir dönemki adı Gülen Cemaati olan şimdi ki adı FETÖ olan yapı ile yıldızınız asla barışmadı. Kaldı ki bir dönem gitmeyen, el etek öpmeyen kalmamıştı, siz neden bu kadar mesafeliydiniz, bu kadar tehlikeli olduklarını önceden öngörmüş müydünüz?

Elbette görmüşüm. 1998’te Beşiktaş’ı ele geçirme operasyonlarına dikkat çekmişim. Aynı dönemde Gülen’le görüşmüş ve Neo İslami Masonik bir örgütlenme içinde olduklarını söylemişim, yazmışım. Hem de bunu Gülen’in yüzüne söylemişim. 2006 Ekim'inde Cemaatin devleti nasıl ele geçirdiğini ve nasıl tehlikeli olduğunu yazmışım. Daha onlarca yazım var böyle. 7 Ağustos 2013 tarihli Ergenekon davasında verilen ağır cezaları eleştirdiğim yazımda darbe girişiminin nasıl olabileceğini ve nasıl bastırılacağını bile anlatmışım. Ama memlekette puşt çok. Mesela bir yazar utanmadan benim “Askerlerin darbe düşündüğünden kuşkum yok” dediğimi yazıyor kıçını başını kopararak. Benim dediğim şu, “Askerler mutlaka darbe düşünmüştür. Ama önemli olan eylem. Eyleme geçmişler mi? Hayır? Eyleme geçmeyen düşünce suç olur mu? Ellerinde darbe yapacak imkan kalmamış, emekli olmuşlar, üzerinden yıllar geçmiş. Siz bu adamları yargılıyor ve darbe yapmakla suçluyorsunuz. Bu yoldan geçen güzel bir kadına bakan adamı tecavüzle suçlayıp mahkum etmek gibi bir şey” Ama at iziyle it izinin karıştığı zıvanadan çıkmış bir ülkede bana bunlar denmiş çok mu diyorum ve boş veriyorum.

Bir dönem herkes toz konduramazken şimdi Gülen sevdalısı herkesin azılı FETÖ düşmanı kesilmesini samimi buluyor musunuz? Yoksa korku dağları mı sardı?

Bunu yapanlar yavşaklığı herkesçe malum olmuş kişiler. Darbe başarılı olup, Gülenciler iktidar olsaydı bunlar geçmişte yazdıkları methiyeler veya söyledikleri sözlerin kasetleriyle Gülen’e koşup “Bizi baskıdan kurtardınız efendimiz” diye Gülen’in elini değil başka yerini öpecek tıynette tipler. Şarkıcı Sıla’nın da kastettikleri bunlardı aslında.

Sizce medyayı da büyük bir FETÖ operasyonu bekliyor mu?

Siyasi hesaplaşmayı ve medya hesaplaşmasını bence daha ilerde yapacaklar.  İktidar partisi kendi içindeki temizliği seçimlere saklıyor diye düşünüyorum. Tabii ne kadar yapabilecekler o da ayrı konu. Medyada zaten büyük ölçüde temizliği yaptılar.

FETÖ’nün medyada ciddi bir ağırlığı var mıydı, kapatılan kendi yayın organlarını sormuyorum tabii, onların dışında?

Diğer medyaları bilemem ama bizim grupta en üst düzeyde olmadığını biliyorum. Bizde patron danışmanı, yayın yönetmeni düzeyinde böyle bir şey olmadı en azından. İktidar yanlısı medyada ise güce tapanların bir dönem Gülen’i de güç görerek taptıkları zaten aşikar.

Sanki medyaya tam olarak girilmedi gibi. Ciddi bir araştırma yapılsa ciddi bir kıyım yaşanır mı sizce?

Peki siyasete girildi mi? Bürokrasideki FETO gücünden ötürü mecburen bağış yapmak zorunda kalmış işadamı diyelim ki 100 bin TL vermiş gözaltında ama kamunun milyarlık kaynağını aktarmış adama bir şey yok. Dediğim gibi bunlar zamanla halledilecek ama bildiğim bir şey var bazı orta büyüklükteki iş adamları çok korkuyor ve tedirgin. Medyaya girilirse tam gaz iktidara destek vermiş, pek çok kalem veya ekran yüzüne nasıl girecekler? Adamların da günahı yok. Onlar da iktidara hep destek tam destek sloganı içinde iktidar FETO ile yakın diye onlar da destek vermiş. Ama şunu da söylemezsem hak yemiş olurum. Rahmetli Hasan Karakaya  ve Yusuf Ziya Cömert’in Başbakanla yaptığımız seyahatlerde Cemaat’ten hiç hoşlanmadıklarını hep gördüm.  Ekrem Dumanlı ile yıldızları pek barışık değildi ve Cemaat’i hep eleştirir, benim Cemaat karşıtı tavrımı da hep olumlu bulurlardı.

Her yerin bir imamı varmış, ben de medyanın imamı kim, çok merak ediyorum. Bir fikriniz var mı?

Hiç bir fikrim yok. İmamlarla hayatım boyunca işim olmadı. İmam camiye yakışır medyaya, orduya, emniyete değil.

Taraf, Nokta gibi yayın organlarının kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Taraf’ın bir misyon gazetesi olduğu geçmişte, en güçlü olduğu ve hedef gösterdiği kişiler hapse atılırken de yazdım söyledim. Bu yüzden de Taraf’ta bolca aleyhimde haber çıktı. Misyon gazete ve dergilerinin ne yazık ki, böyle bir kaderleri oluyor. Onların da işlerini bu riski bilerek ve göze alarak yaptıklarını düşünüyorum. Gönlüm ister ki, misyon medyaları bile özgürce yayın yapabilsinler ama misyon medyalarının da başkalarının özgürlüklerine saygı göstermesi gerekir veya gerekirdi.

Peki ya Altan kardeşlerin gözaltına alınmalarını ve gözaltına alınma sebeplerini sorsam size?

Duyduğum, okuduğum kadarıyla bir televizyon programında sübliminal darbe mesajı vermekten gözaltına alınmışlar. Böyle bir saçmalık olmaz. Bir sonraki aşama telekinezi ile adam öldürmeye teşebbüsten tutuklama ve mahkumiyet olabilir bu gidişle. Şimdi de Mehmet Altan’ın evinde F tipi 1 dolar bulunmuş diye bir şey okudum. Ahmet Altan’ın Taraf döneminde yaptıklarında bir suç var ise bir hukuksuzluk var ise bir manipülasyon yaptıysa yargılanır. Bir şey demem. Ama mevcut suçlama çok komik. Hele hele tutuklanırlarsa daha da komik. Ancak şunu da söylemeden geçmem mümkün değil. Ahmet Hakan bir süre önce Ahmet Altan için “Tutuklanacaksın” diye yazdı. Bunlar hoş değil. Ahmet ile o samimiyetimiz olsaydı arayıp “Ahmet yapma. Böyle yapınca bir dönem öncenin o tutuklanacak, bu tutuklanacak, o tutuklanmalı, bu tutuklanmalı diyen yavşaklarını eleştirme hakkını kaybedersin. Bizim işimiz tutuklanacak insanların listesini yapmak değil” derdim. Aynı Ahmet Hakan geçenlerde bu gözaltıları eleştirmiş. Güldüm.  Bir yönden geldiğiniz zaman orada edindiğiniz kültürden kopamıyorsunuz anlaşılan.

15 Temmuz’dan sonra herkes FETÖ’yü konuşuyor, bilen de bilmeyen de. Onlara çok yakın olup da şimdi düşman olanlar da, FETÖ’nün mağdur ettikleri de. Sizce nasıl bir süreç bu. Samimiyet eksikliği gördüğünüz oluyor mu?

Tam bugünün Türkiyesi’ne yakışır bir süreç. Yeni Türkiye.
Peki, FETÖ tehlikesi azaldı mı, bu operasyonlar büyük bir temizliğe sebep oldu mu, yoksa hala burnumuzun dibindeler mi?

Elbette azaldı ama tehlike yok olmadı. Bakın Osmanlı’da bile bu mücadeleler yapılmış ama bazı cemaatler yok edilememiş. Tabii ben FETÖ’yu gerçek bir dini cemaat olarak görmediğim için gücünü uzun süre koruyacak bir yapı olarak kabul etmiyorum. Çünkü orada çıkar, para ve hatta öğrendiğimiz kadarıyla seks konuları bile varmış. Yani inanç değil çıkar cemaati daha çok. En azından üst yapısı öyle. O yüzden çok uzun soluklu olmaz. Ancak Türkiye’de sadece ibadet maksatlı olan cemaatlerin yanı sıra devlette etkin olma maksatlı başka cemaatler de var. Ve yaptığım sohbetlerden anlıyorum ki, devleti yönetenler bu kez bu sıkıntının farkında. Hangi cemaatin ne amaçladığını benim kadar biliyorlar. Tarikat ehli bakanlar bile durumun farkında ve karşı çıkıyorlar. En azından bazıları.