Fethullah Gülen ve Sabri Ülker'in ortak sırrı neydi?
Vefatıyla büyük üzüntü yaratan Sabri Ülker ile Fethullah Gülen arasında kimsenin bilmediği bir dayanışma yaşanmış...
Fethullah Gülen’in internet sitesinde yer alan yazıda önceki gün hayatını kaybeden Ülker’in kurucusu Sabri Ülker ile aralarında geçen 1980 darbesi döneminde yaşanan bir olaya atıf yapıldı.
Fethullah Gülen, taziye mesajındaki bir cümlede "...Himmeti ve hamiyetperverliği" diyerek bu yaptığı iyiliğe gönderme yapmış.
İşte o yazı:
Hocaefendi’ye evini açmıştı
Sabri Ülker, Karadeniz’in karşı kıyısında olsa da yüreğimize dokunacak kadar bizden bir parça Kırım’da 1920 yılında doğmuştu. Bolşevik ihtilâlinden sonra özünü inkâr etmeyenlere çocuk-yaşlı demeden uygulanan baskı, şiddet ve zorbalıklardan kaçan babası, Türkiye’ye giden bir vapura güçlükle bindiğinde topraklarını kaybetmenin hüznüne zulümden kurtulmanın verdiği sevinç karışmıştı.
Vapur İstanbul’a geldiğinde açığa demirlediğinden kıyıya ücret mukabili sandallarla çıkılabiliyordu. Sabri Bey’in babası Rus gümrükçülerin elinden sadece tayın (ekmek) alabilecek kadar cüzi bir parayı kurtarabilmişti. Bu para ile de 7-8 günlük deniz yolculuğunda kuru ekmek alabilmişlerdi. Bu yüzden sandala verecek paraları olmadığı için gemide kalmışlardı. Akrabaları sandalla gelip yardım etmiş ve Salıpazarı’ndan vatan topraklarına adım atmıştı. Sabri Bey’in o gün bir çocuk olarak ayak bastığı bu limanın hemen karşısındaki Eminönü semti, ilk bisküvi imalatına başlayacağı yer olacaktı. 24 yaşında bir handa bisküviciliğe başladığında, kompleks bir yatırım olarak bakmamıştı buna. Daha sonra bu konudaki hissiyatını, "Doğduğum yıllar itibarıyla kimselerin çocukluğu kolay geçmedi. Bizler savaşları, yıkımları, göçleri gördük. Herkesin güzel bir çocukluk geçirme hakkına sahip olması gerektiğine daha o yıllarda inandım. Bu sebepledir ki, akşam babaların çocuklarına götürebilecekleri bisküvileri, çikolataları, gofretleri üretmenin hazzını her zaman hissettim." sözleri ile ifade edecektir. Küçücük bir dükkânda başladığı bisküvicilik, o dönemde meslekten bile sayılmaz. Oğlu Murat Ülker’in ilkokulda yaşadığı bir hadiseye ziyadesiyle üzülmüştü. Öğretmeni sınıfta öğrencilere babalarının mesleğini sorar. Doktor, muallim, hırdavatçı... Derken sıra Murat Ülker’e gelir. "Benim babam bisküvici." dediğinde öğretmen, "Evladım ben mesleğini sordum. Hırdavatçı gibi... Bisküvicilik diye meslek mi olurmuş!" sözleri ile Murat Ülker’e çıkışır. O da eve gelir gelmez babasına, "Baba, sen niye diğer babalar gibi hırdavatçılık değil de bisküvicilik yapıyorsun?" sorusunu yönelttiğinde Sabri Bey, "Evladım benim elimden sadece bu geliyor. Ben bisküviciyim." ifadelerini kullanır.
Dün Fatih Camii’nin avlusunda 41 derece sıcağa rağmen toplanan kalabalık, lisan-ı hal ile Bisküvici Dede’ye teşekkür ediyordu. Bisküviciliği hem bir meslek olarak kabul ettirdi hem de bisküvi ile başlayan yolculukta soy ismini verdiği Ülker markası, dünya çapında başarılara imza attı. Sanayide Koç ne ise 11 milyar TL’lik ciroya ulaşan Ülker de gıdada aynı ağırlığa sahiptir.
Sanayici kimliği kadar iyi bir baba, müşfik bir dede ve Anadolu insanına, devletine karşı sarsılmaz bağlarla bağlı civanmertliği ile yâd edilecek Sabri Bey. Torunu Ali Ülker’in şu sözleri aile içi dayanışmaya ne kadar önem verdiğini göstermek için yeter de artar: "Dedemiz aileyi bir arada tutmaya çok önem verirdi. Onun için aile fertlerinin birbirine çok yakın veya bir arada oturması için imkân hazırlardı. Nitekim Vaniköy’de kendileri orta katta, oğlu Murat Bey üst katta, Orhan Beyler, yani bizler ise alt katta otururduk. Kızı ve oğlunun ailesini pazar günleri balkonda toplayan Sabri Bey, hafta içinde yoğunluktan konuşulamayan ve aile içinde konuşulması gereken mevzuların yalıdaki balkonda tartışılması için ortam hazırlardı." Ailesine olan alakasının yanında ülkeye hizmet eden/edecek kişilere de destek olur, onları himaye ederdi. Bunlardan biri de 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cuntanın hakkında yakalama kararı çıkardığı Fethullah Gülen Hocaefendi’dir. Ülkesini seven, milletine hizmet aşkından başka bir muradı olmayan nesiller yetiştirmenin derdiyle dertlenmiş Hocaefendi, ne hazindir ki darbecilerin gözünde sakıncalıdır. Yasa dışı sol örgüt üyelerinin fotoğraflarının yanında Hocaefendi’nin de fotoğrafı ’Aranıyor’ ilanıyla yer almıştı. Herkesin gölgesinden bile ürktüğü bir dönemde Sabri Bey, bir an bile tereddüt etmeden Hocaefendi’ye evinin kapılarını açmıştı. Bir işadamı, sıfatlar bir yana bir insan için ne büyük bir civanmertliktir bu. Hocaefendi, Sabri Bey’in bu vefasına, vefat haberini aldığı Pennsylvania-ABD’den gönderdiği taziyede de atıfta bulundu. Dün Zaman’da yer alan taziyesinde geçen "...Himmeti ve hamiyetperverliği ile herkesin gönlünde taht kurmuş Muhterem Sabri Ülker Beyefendi’nin Hakk’a yürüdüğünü öğrenmiş olmanın hüznünü yaşıyorum. Diyar-ı gurbette olmam hasebiyle cenazeye iştirak edemeyişim beni ayrıca hüzünlendiriyor." cümlelerini bir de bu gözle okumakta fayda var.
Yarım asrı aşkın sanayicilik hayatında inişli çıkışlı dönemleri de oldu. Mümin bir insan olarak hepsini tevekkülle karşıladı. 28 Şubat döneminde ’yeşil sermaye’ diye sakıncalılar listesinde Ülker’e yer verildiğinde de devletine küsmedi. Kendini bilmezlerin bu girişimi milletin bağrına bastığı bir markaya zarar veremezdi. Buna yürekten inanıyordu. Sabretti ve bu millet Ülker’i Türkiye şampiyonluğundan alıp dünya ligine çıkardı. 2008 krizinde dünya çikolata devi Godiva’yı satın almak da Ülker’e nasip oldu. Torunu Ali Ülker’in deyimiyle adı gibi sabırlıydı, serinkanlıydı.
Burs verdiği nice talebe dün Fatih’in avlusunda saf tuttu. Sabri Bey’e hüsnü şehadette bulundu binlerce insan. Gelemeyenler, edilen dualara uzaklardan ’Amin’ dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan, bakanlar ve oğlu Murat Ülker’in omuz verdiği tabutu derin bir sessizliğin ortasında, sonsuzluğun kıyısına doğru ilerlerken Sabri Bey’den bir cümle daha içimizde yankı buldu:
"Bunca yıldan bana geriye huzur ve mutluluk kaldı."