Fettah Can'ın hayatı roman olur!
Sevilen şarkıcı Fettah Can'ın ilginç hayatı.. Nasıl müziğe başladı? Bir gün Sezen Aksu arayıp ne dedi..
Yeni albümü ’Aklımda Kalanlar’ ile ses getiren Fettah Can, pop müziğin ayağa kalkma zamanının geldiğine inanıyor. 3, 4 sene evvel müziğin dibi gördüğünü söyleyen genç sanatçı, karamsarlığa kapılmamış! Gerekçesini "Çünkü zaten tabanından, sıfır noktasından geliyorum." sözleriyle açıklıyor.
***
Üç yüze yakın şarkınız olduğunu düşünürsek, bu albüm için gerçekten de "Aklımda Kalanlar" mı diyorsunuz?
Aklımda Kalanlar’ın fikri hep vardı, ’Eski şarkılardan oluşan bir albüm yapsak’ diye... İlk seçerken, on şarkı birbirini tamamlasın istedim. O yüzden ilk olması gereken bunlardı.
Sıfırdan şarkının olmamasının handikap olacağını düşündünüz mü?
Boş Bardak ve Sana Affetmek Yakışır çok yeni. Bir tane daha yeni bir şey yapıp bunların enerjisini düşürmek istemedim. Bu benim için akustik bir proje. Her şeyiyle canlı çalınmış bir albüm. On şarkı her zaman hazır bende, bir sonraki albüm için. Sıfır şarkılar da hazır.
Farklı bir gırtlak yapınız, kendinize özgü bir rahatlığınız var...
Bursa’da 4 yıla yakın Belediye Konservatuarı’nda okudum. Türk müziği okuduktan sonra iki yıl kadar da İstanbul Teknik Üniversitesi Bölüm Başkanı Nail Yavuzoğlu’ndan şan, işitme, kompozisyon, nota dersleri aldım. İkisi birleşti. E bir de Arnavut’um. Çocukluğumda hep Arnavutça şarkılar söylerdi babam. O yüzden farklı bir lezzet var. Şarkı yazarı olduğum için her besteyi ’Ben olsam ne yapardım?’ diye okuduğum için, boşlukları görüyor olabilirim.
Önceki albümünüzü sildiğiniz doğru mu?
Bu işe başlarken yaptığım ilk albümü sildim. Sadece Tarkan ve Kenan Doğulu vardı, o sıralarda. ’Hazır değilim’ deyip çöpe attım. Ama o albümde Gülben Ergen’e verdiğim ’Yalnızlık’ şarkısı vardı.
Bursa’dan İstanbul’a gelirken, şarkılarınızı verebilmek için gerekli kanalları nasıl açtınız?
İTÜ’de okuyan bir arkadaşım vardı. "Senin şarkılarını İstanbul’a götürüp dinletmemiz gerekiyor." dedi.
İlk kime dinlettiniz?
Ya Feyyaz Kuruş, ya Ozan Çolakoğlu ya da İskender Paydaş... Vitamin grubundan Sertaç Demirtaş’la çok yakın arkadaş olduk sonra. O da destek olmaya çalıştı.
Ama bir süre daha Bursa’da kaldınız sanırım...
Tabii, tabii. Burada hayatımı idame ettiremezdim. Bir şekilde para kazanıyor olmam gerekirdi. Konservatuarın son senesiydi. O dönem yine şarkılar yaptım. Çarkı döndürüp bir ev kirası ödeyebilir hale geldiğimde İstanbul’da yaşamaya başladım. Deprem zamanı Bursa’ya, ailemin yanına dönmüştüm.
Babanızın müzikle bir ilgisi var mı?
Babam, bıçak imalatçısı. Bana "İllaki konservatuara gideceksin." dedi. Sesi çok iyidir. Kendi yapamadığı şeyi benim üstümde denedi. Ama maya tuttu.
Nasıl bir ilişkiniz var?
Arkadaş gibiyiz. Ben gece 4’te programdan gelirim, kalkar, beraber şarkı söyleriz. O olmasaydı bu röportajı yapmıyorduk! Babam benim dönüm noktamdır.
Özellikle bir dönüm noktası bir olay var mı?
"Konservatuara gitmezsen eve gelme." demesi. Gündüz çarşıda tezgâhtarlık yapıyordum, kumaş satıyordum. Akşam da konservatuara gidiyordum. İkinci yılımda, "Sana sigara paranı da vereceğim, sadece müzikle uğraş." dedi. Ben de işi gücü bırakıp günde 10-15 saatimi müziğe verir oldum.
Önemli şarkılarınız var: Işıklı Yol, Yalnızlık, belki de en önemlisi Zeynep Casalini’ye verdiğiniz, sizin de çok iyi yorumladığınız Duvar...
Sezen Aksu ve Alper Narman’la birlikte yazdık, Duvar’ı... Sezen Hanım bir gün arayıp, "Zeynep’e (Casalini) şarkı yapmamız lazım." dedi. Biz de gittik, Duvar’ın belli bir bölümü vardı elimizde. Sezen’in de hoşuna gitti. İki, üç saat içinde şarkıyı bitirdik. Zeynep köşede oturuyordu, inanamadı.
Sahneye, öne çıkma fikri nasıl gelişti?
Küçük yerlerde egomu törpüledim. ’Hazine’ şarkısı bittiğinde, "Artık bu işi yapmalıyım." dedim.
Yorumlayacak kişiye göre mi şarkıyı yazarsınız?
Genelde öyle yaptım. Bir elbise dikiyorsun. Herkesin hayatta bir söylemi var ve ona göre yazmak zorundasın. Ben Murat Boz’a, Gülben Ergen’e şarkı yazıyorsam, onların sesini duyuyorum kulağımda.
Son birkaç yılda, şarkı yazarlarının solist olarak öne çıkması, müzikteki tıkanmanın mı sonucu?
Tıkanmayla ilgili değil aslında, bu. Müzisyenler bunun yapılabilir bir şey olduğunu gördü. Ben yaptım, Mustafa (Ceceli) yaptı, Soner (Sarıkabadayı) yaptı, Sinan (Akçıl) yaptı...
Ama vokallerle ilgili ciddi eleştiriler var...
Ben kimse için "Keşke besteci kalsaydı" diyemem. Riske karar verecek olan dinleyici. Albümünü alırsa o adam yine yapacaktır. Almazsa ana işine dönecektir.
Türk popunda ciddi bir üretim sıkıntısı yaşandığı aşikâr. Ortalık cover’dan geçilmiyor ve müzik, aynı aktörlerin etrafında dönüyor. Sizce gidişat nasıl?
Kendi müziğini yapanlar öne çıkıyor. Kısırdöngüden çıkmaya başladık. Aynı söylemle bir sürü şarkı yapıldı; ama artık sonları geldi. İlgi görmüyorlar.
Dinleyici için kafalarda yapılan hesap mı küçüktü?
Klonlanmış şarkılar, bir sürü insana vakit kaybettirdi. Şarkı bir şey anlatmalı, bir formu olmalı. Topluma bir şeyi dayatırsanız zamanla onu benimser. Radyolar ve müzik kanalları, bütün o algıyı çözecek, müzikal yönlendirmeyi yapabilecek mecralar. Müzik çöktü. Aşağı gidebileceği bir yer kalmadı. Şu anda ayağa kalkıyor.
Çöküş ne zaman başladı?
3-4 sene önce dibi gördük. Telif yasaları bizi daha derleyip toparlayacak. Ama biz de dinleyiciye daha iyi şeyler yapmaya başladık. Ben karamsar olmadım; çünkü zaten tabanından, sıfır noktasından geliyorum. Bu ülkede sıfır noktasına düşsem, başka bir ülkede bugün ulaştığım noktaya gelebilirim.
Bu kadar iddialısınız yani...
Evet, çünkü müzik öyle bir şey. Bu konuya dair bir fikrim var, benim. Bir de bana verilmiş bir hediye var. Almanya’da da olsam, şu andan sonrasını bilemem; ama şu noktaya kadar gelirim.
Yapımcılara teslim olmamız yanlıştı
İstanbul’dan vazgeçip Bursa’ya tamamen geri dönmeyi düşündünüz mü?
Oldu. Bir kez bütün valizlerimi toplayıp döndüğümde, anneme şeker hastalığı hediye ettim! Çok üzülmüştü. Aslında dönmek için değil, uzun süre kalmak için gitmiştim. Hareket edemiyordum, param yoktu. "Olmayacak galiba" demiştim.
İkinci adımı atmaya nasıl karar verdiniz?
Bursa’da iyi kazandığım bir yer vardı. Bir gece "Ben burada ne arıyorum?" deyip işi bıraktım ve İstanbul’a döndüm. Ben ümidini kaybetmeyen bir adamım. Bugüne uyandıysak, bir şeyler olacaktır. Bir de ulaşabileceğim şeyleri isterim, ulaşamayacağım şeyleri değil. Önceden 40 kişiye şarkı söylüyordum, şimdi 1.500-2.000 kişiye söylüyorum.
İstanbul’a son gelişinizde "Bu iş artık tamamdır." dediğiniz yer neresiydi?
Hande Yener’in ikinci albümü. Alper Narman’la Şansın Bol Olsun, Küs, Evlilik Sandalı’nın da içinde bulunduğu 11 şarkımız vardı. O albümde Altan Çetin’in büyük katkısı vardır. Hande Yener’in ilk albümünü de yapmıştı. Türkiye’de birtakım şeyleri değiştirmiş, önemli bir müzisyendir Altan.
Neden önemlidir?
Pop müziği, daha genç jenerasyona indirmiştir. O, kapıyı açtı; biz de içeri girdik. Bazı şeyleri yanlış da yaptığımız oldu.
Nasıl?..
Yapımcıların bizi yönlendirdiği şekilde şarkılar yaptık.
Şarkıcıların buradaki pasifliği neden?
Şarkıcıların kaygıları oluyor. "Ya, çok kaliteli. Bunu anlamazlar!" diyorlar. Ya bir söyle, anlarlar mı, anlamazlar mı hep beraber görelim! O riske girmiyor şarkıcı. Yapımcılar da girmiyor. İki grubun da tek derdi, şarkı çıksın, ikinci gün herkes sevsin! Ama onu yaparken, üç tane de müziğe hizmet eden, müziği aya kaldıran şarkılar yap!
Bu minvalde, Unkapanı’nın yıkılışı da sembolik olmaktan öteye mi geçiyor?
Unkapanı’nın yıkılması, sağlıklı bir şey. Yapımcıların az da olsa, müziğe dair fikirleri olmalı. Tarlasını satıp müzik firması açan adamlar gördük! Dünyada böyle bir şey yok! Türkiye’de parayı veren, "Ben prodüktörüm" diyor. Prodüksiyon dediğiniz, başka bir şey. Birtakım kriterler var, onları bilmediği için dinleyici...
Nedir o kriterler?
MÜYAP’a asil üye değilseniz, birçok yerde yayında değilsiniz. Asil üye olanlar, piyasadaki birçok şeyi toparlıyor. Onun dışındaki birçok şirket, asil üyeliğe ihtiyaç duyuyor. Eskisi gibi de kazanılmadığı için daha eli yüzü düzgün işler yapılmak isteniyor. Yapımcılar da sanatçıların konserlerinden, menajerlikten para kazanır oldu.
Müzikten döndürdüklerim şimdi teşekkür ediyor
İki sene önceki albümünüz neden tutmadı?
Daha müzisyen işiydi. Herkes için bir süreç var. Yeni arkadaşlara da şunu söylüyorum: Küsmeyin! Benim gibi bu ülkede çalışmadığı şarkıcı kalmamış bir adam bile kendini tanıtmakta zorlanıyor. Çıktınız, her şey mükemmel. Bir sonraki albümde iyi şarkı bulamadınız, bu sefer daha önce 100 lira aldığınız işe de gidemiyorsunuz, 10 liraya da gidemiyorsunuz. Azı da kendi gururunuza yediremiyorsunuz. Çoğu insan böyle kayboldu. Ben "En ufak bir şüpheniz varsa girmeyin bu işe." diyorum. Birçok insanı bu işten döndürdüm. Şimdi bana teşekkür ediyorlar. En azından düzenli bir hayatları var. Bir gün bu işler beni de çok gererse, 50 yıldır el emeği, göz nuru bıçak imalatçısı olan babamın yanına gidip bıçak yaparım. Orada bile bir formül bulmuştum, şaşırmışlardı.
Neydi o formül?
Elle yaptığınız bir şeyde, mutlaka elinizin izi kalır. 50 yıldır bıçak imal ediyorlar, akıllarına gelmemiş... Bıçağın ön yüzünde bir iz vardır; o izi elle yaparsanız, mutlaka oynar. Ben oturup bir sistem geliştirdim onlara. Şu anda yaptıkları bıçak, makineden çıkmış gibi. Amcam, "Biz bunu nasıl düşünemedik!" dedi. (Fatih Vural - Zaman)