HDP Bankacılık teklifine şerh düştü: AKP finans sektöründe gerçek tekeli kurmaya çalışıyor
TBMM Genel Kurulu’nda bu hafta görüşülecek ‘Bankacılık Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne HDP’de muhalefet şerhi düştü.
“Dünyadaki hiçbir örneğe benzemeyen ve hala ne için kurulduğu kamuoyu tarafından kabullenilmemiş olan Türkiye Varlık Fonu işsiz kalmıştır. Ne işe yaradığı hala belli değildir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla şimdiye değin sadece absürt bir biçimde Türkiye Finans Merkezi’ni devralmak dışında somut bir faaliyeti olmamıştır. Bu kanun teklifiyle Türkiye Varlık Fonu’na iş bulmaya çalışılmaktadır”.
Hülya Karabağlı - Medyafaresi.com
TBMM Genel Kurulu’nda bu hafta görüşülecek ‘Bankacılık Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne HDP’de muhalefet şerhi düştü.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyeleri Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, İstanbul Milletvekili Erol Katrıcıoğlu tarafından hazırlanan şerhte, “Bu kanun teklifi, bankacılık sektöründe ve ekonomide “güven” kriterinin dikkate alınmamış olduğunu göstermektedir. Oysa mevcut ekonomi yapısında amaç, gerçekten bankacılık ve finans sektörünün sorunlarına çözümler üretmek ise, bunun yolu ekonomide güven ortamının tesis edilmesinden geçer” denildi.
“Dünyadaki hiçbir örneğe benzemeyen ve hala ne için kurulduğu kamuoyu tarafından kabullenilmemiş olan Türkiye Varlık Fonu işsiz kalmıştır. Ne işe yaradığı hala belli değildir” denilen Şerhte yer alan bazı noktalar şöyle:
“Regülasyon yerine zapturapt altına almayı tercih eden AKP, bunu da özellikle BDDK üzerinden yapacaktır”.
Uyguladığı yanlış politikalarla ülkeyi derin bir krize sokan AKP, açıktır ki, kendisinden önceki DSP-MHP-ANAP Koalisyonu’nu iktidardan düşüren 2001 krizi gibi bir krizin başına geleceği kâbusunu görmekte, olası bir bankacılık krizinden korkmaktadır. Bu kâbusun gerçeğe dönüşmesini istememektedir. Bunun için de “önlemler” almaya çalışmaktadır. Ancak bu kanun teklifiyle seçilen yol yine yanlıştır.
2001 krizinin üzerine ihdas edilmiş olan yürürlükteki Bankacılık Kanunu, sert önlemleri de içeren bir yasadır. Bu kanun teklifi, krizin bakiyesi olarak yasalaşmış olan sertliği daha da ileri götürmekte, ülkede tüm alanlarda yaşanan merkezileşme, tekelleşme ve otoriterleşme dalgasından bankacılık sektörü de payına düşeni almaktadır.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bu kanun teklifiyle murat edilen şey, özel bankaların iktidarın ekonomi politikalarına tam destek vermeye zorlanmasıdır. Bugüne değin esasen kamu bankalarına yaptırılan işlemlerin aynı biçimde bu kez özel bankalara da yaptırılmaya çalışılmasıdır. Özel bankalar üzerinde uygulanan siyasi denetim ve baskı bu kanun teklifiyle yasal hale getirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin bu kanun teklifiyle AKP, arzu ettiği oranda kredi musluğunu açmaya yanaşmayan özel bankalara baskının dozunu artırabilecektir. Dolayısıyla bankacılık sektörünün sorunlarını “önlemler” eliyle regüle eden bir kanun teklifiyle değil, siyasi baskıyla zapturapt altına alınmasının önünü açan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Regülasyon yerine zapturapt altına almayı tercih eden AKP, bunu da özellikle BDDK üzerinden yapacaktır. Bu amaçla BDDK reaktive edilmektedir. Hatırlanacağı üzere 2011 tarihli 649 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile düzenleyici ve denetleyici kurumların “bağımsızlığı” tümden rafa kaldırılmış, bunlar ilgili bakanlıklara bağlı kuruluşlar haline getirilmişti.
Oysa düzenleyici ve denetleyici kurumlar, kamusallık karşıtı agresif neo liberal paradigmayı yumuşatan, Post-Washington Uzlaşması rasyonalitesinin Türkiye’deki bir yansıması olarak işler bir serbest piyasa ekonomisinin kurumsallaşması için belirli sektörlerde kamusal müdahaleyi öngören “bağımsız” kuruluşlar olarak ihdas edilmişti.
2011 tarihli söz konusu KHK ile AKP, düzenleyici ve denetleyici kurumları kuruluş amacından saptırarak birer hükümet kurumu haline getirmişti. Dolayısıyla bu kanun teklifiyle de BDDK ve SPK güçlendirilerek, bankacılık ve finans sektöründeki siyasi baskının aracı olarak işlevselleştirileceklerdir. Bankacılık, sermaye piyasaları ve finans sektörü “bağımsız” olması gereken, ancak doğrudan ilgili bakanlıklara bağlanmış olan BDDK ve SPK eliyle siyasi dizayna tabi tutulacaktır. Bunun da mevcut ekonomi yapısının işleyişinde önemli bir kriter olan güven unsurunun, siyasi kıskaca alınarak güvensizliğe dönüşmesi sürecini hızlandıracağı ortadadır.
Bu kanun teklifi, bankacılık sektöründe ve ekonomide “güven” kriterinin dikkate alınmamış olduğunu göstermektedir. Oysa mevcut ekonomi yapısında amaç, gerçekten bankacılık ve finans sektörünün sorunlarına çözümler üretmek ise, bunun yolu ekonomide güven ortamının tesis edilmesinden geçer.
Buna karşılık yine günü kurtarmaya çalışan, yapısal düzenlemeleri içermeyen bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. AKP’nin günü kurtarmaya çalışan aceleci yasama mantalitesi, özellikle ekonomi alanında kendisini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Çünkü AKP’nin ekonomi politikalarının bir rotası yoktur. Ekonomi alanında nasıl bir sistemik tercihte bulunup, nasıl bir ekonomi politikasının peşinden gidildiği belli değildir. AKP, özellikle ekonomi alanında büyük bir kafa karışıklığı yaşamaktadır.
Şayet serbest piyasa ekonomisinden yana tercihte bulunulduysa, ekonominin kurallarının buna göre düzenlenmesi; şayet serbest piyasa ekonomisinden vazgeçilmişse de ekonominin yapısının ve kurallarının buna göre dizayn edilmesi tutarlı olandır. Yaşanan krizin en önemli nedenlerinden biri de işte bu tutarsız ekonomi anlayışı ve pratikleridir.
Tutarsız ekonomi politikaları, ekonomide güvensizliği tetiklerken, bu kanun teklifiyle mevcut güvensizlik ortamı daha da derinleşecektir. Ülkedeki otoriterleşmeden payını alan ekonomi, siyasi baskı ile zapturapt altına alınırken, bunun yol ve yöntemlerinde de çeşitlemelere gidilmektedir.
AKP, bu kanun teklifiyle bu kez bankacılık ve finans sektöründe “gerçek tekeli” kurmaya çalışıyor. Gerçeğin ne olduğuna kendisinin karar verdiği bir anlam tekelciliğini kurumsallaştırmaya yönelik adımlar atıyor. Buna göre Bankacılık Kanunu’na “finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler” başlığı alında “gerçeğe aykırı ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasının manipülasyon sayılacağına ilişkin bir düzenleme getiriliyor. Dahası hangi işlem ve uygulamaların manipülasyon sayılacağı, yani neyin gerçeğe aykırı olduğunu BDDK’nın belirleyeceği hüküm altına alınıyor. Hem manipülasyon kriterinin muğlaklığı, hem de AKP iktidarının ekonomiye ve dövize dair sadece tvit atıp fikrini belirttiği için onlarca insanı gözaltına aldırması gibi bir uygulama geçmişi düşünüldüğünde, bu kriterlerin keyfiyete ve suiistimale dönüşeceği tahminini yapmak güç değildir.
Açıktır ki, ülkede her alanda yaşanan merkezileşme ve tekelleşme, gerçekliğin ne olduğuna karar verilmesi tekelciliğine kadar uzanmıştır. Bu kez BDDK’ya, gerçeğin ne olduğuna ilişkin yargıçlık yapma hakkı tanınmaktadır. AKP’nin, George Orwell’ın meşhur disütopik romanı 1984’te sözünü ettiği “Gerçek Bakanlığı”nı resmen kurmamış olsa bile, fiilen kurmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Çünkü AKP iktidarı toplumsal gerçeği gasp etmeye çalışıyor. Medya ve internet üzerinde baskı kurarak kendi gerçekliğini tek gerçeklikmiş gibi sunmayı amaçlıyor. Oysa asıl gerçek, AKP’nin gerçeklikten de, toplumdan da, hatta kendi kitlesinden de kopmuş olmasıdır. AKP gerçeklikten kopmuş, kendi gerçekliğini inşa etme yoluna girmiştir. Gerçek tekeli kurmak isteyen AKP, aslında tersi olacak bir biçimde derealizasyon süreci yaşamaktadır.
Hatay’da bir baba açlık ve yoksulluktan kendisini yakıp intihar ederken, AKP, Plan ve Bütçe Komisyonu’nun gündemine bankacılık sektörünü zapturapt altına almaya çalışan bir kanun teklifini getirebilmiştir. Yurttaşların bizzat hayat memat meseleleri, işsizlik, yoksulluk gibi yakıcı sorunlar dururken, otoriterleşmeyi bankacılık sektörüne de taşıyan bir kanun teklifini öncelik olarak düşünmesi derealizasyon sürecinin somut bir göstergesidir.
AKP’nin toplumsal gerçeklikten kopuşu, kendi kitlesinden de kopuşunu getirmiş ve esasen bir temsil krizini de açığa çıkarmıştır. AKP artık ne kendi tabanını, ne de mevcut toplumsal gerçekliği temsil etmemektedir. AKP, kamusal ve demokratik meşruiyetini yitirmiş, karşı karşıya kaldığı yönetememe krizi, otoriterleşmeye yol açmıştır.
AKP’nin toplumsal meşruiyet sorunu, aynı zamanda bir kamusal rıza krizine de dönüşmüştür. Antoino Gramsci’nin de vurguladığı gibi, iktidarlar sadece baskı ve zor yoluyla değil, aynı zamanda kamusal rıza mekanizmalarını üreterek de iktidar olup yönetme meşruiyetini sağlarlar. Ancak toplum artık, AKP’nin pek çok icraat, eylem ve projesine destek vermemekte, rıza göstermemektedir.
Bunun en son örneği yapılması bir inat meselesi haline getirilen Kanal İstanbul Projesi’dir. Kanal İstanbul hakkında kamusal destek sağlanamamıştır. Tüm kesimlerden yurttaşlar, Kanal İstanbul’un gerekli ve yararlı bir proje olmadığı hususunda ortaklaşmıştır. Görünen o ki, Kanal İstanbul’a kamuoyu desteği AKP’nin seçmen desteğinin oldukça altındadır. Kanal İstanbul’un yapılması konusunda toplumu ikna edemeyen AKP, bu kez “proje finansmanı, proje finansman fonu ve projeye dayalı menkul kıymet” başlıklı bir düzenlemeyle “kitle finansmanı” seçeneğine başvurmaktadır.
Bu kanun teklifiyle birlikte, büyük projelere yurttaşların ortak olması sağlanabilecektir. Böylelikle başta Kanal İstanbul olmak üzere “mega projelere” hem dış hem de iç kaynak bulmakta zorlanan AKP, hem finansal kaynak hem de kamusal rıza sorununu yurttaşları projelere ortak yaparak çözme yoluna gitmek istiyor.
AKP’nin özellikle Kanal İstanbul için getirdiği kitle finansmanı, esasen kendi günahlarını paylaşma çağrısıdır. Kitle finansmanı yoluyla yurttaşlar “mega projelere” ortak olma iddiasıyla ekonomik çıkarlara (rant) da, günaha da ortak edilmek istenmektedir. Kitle finansmanı düzenlemesi başta Kanal İstanbul olmak üzere günahlara ortak aramanın adıdır.
Kanun teklifinde yer alan Türkiye Varlık Fonu’na sınırsız borçlanma yetkisi de esasen Kanal İstanbul ile ilgilidir. Zaten kanun teklifinin 31. ve 34. Maddeleri Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında da itiraf edildiği gibi, Kanal İstanbul Projesi’ne ilişkin maddelerdir.
Dünyadaki hiçbir örneğe benzemeyen ve hala ne için kurulduğu kamuoyu tarafından kabullenilmemiş olan Türkiye Varlık Fonu işsiz kalmıştır. Ne işe yaradığı hala belli değildir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla şimdiye değin sadece absürt bir biçimde Türkiye Finans Merkezi’ni devralmak dışında somut bir faaliyeti olmamıştır. Bu kanun teklifiyle Türkiye Varlık Fonu’na iş bulmaya çalışılmaktadır.
Buna göre Türkiye Varlık Fonu, kredi sınırlamasına takılmadan borçlanabilecektir. Belli ki, finansman kaynağı sıkıntısı çekilen Kanal İstanbul’a Türkiye Varlık Fonu üzerinden kredi sağlanması yoluna gidilecektir.
Ülkenin tüm yurttaşlarının emeği, vergisi ve katkısıyla ortaya çıkmış olan kamusal değerlerin bir havuzda toplanarak fon haline getirilmesi ve bu fonun da Kanal İstanbul gibi bir fanteziye finansman ve borç kaynağı yaratabilmek için kullanılacak olması kabul edilebilir değildir.
İstanbul’da ve ülkenin pek çok kentinde ciddi bir deprem riski varken, kaynakların depreme hazırlığa değil de Kanal İstanbul gibi bir rant projesine aktarılmak istenmesi toplumsal gerçeklikten ne denli kopulmuş olduğunun acı bir göstegesidir.
Bu torba yasada da Kanal İstanbul gibi ranta öncelik tanınmıştır. Sıradan yurttaşların, işçinin, emekçinin, memurun, çiftçinin, işsizin, kadının, gencin, öğrencinin yararına hiçbir madde yoktur. Bilakis halkın haber alma, söz söyleme, itiraz etme gibi en doğal hakları internete getirilen yeni kısıtlama yetkileriyle elinden alınmaktadır.
Öte yandan bu kanun teklifiyle yine yasama etiği ayaklar altına alınmıştır. Bankacılık sektörü gibi önemli bir alanı düzenleyen bir kanun teklifi, apar topar ve yangından mal kaçırırcasına Plan ve Bütçe Komisyonu’na getirilmiştir. Son derece teknik düzenlemeler içeren bir kanun teklifi üzerine muhalefete çalışma fırsatı dahi tanınmamıştır. Açıktır ki, 40 maddelik kanun teklifinin her bir maddesi üzerine ciddi anlamda çalışmak, ne getirip ne götüreceğinin hem kamuoyuyla hem de ilgili meslek örgütleri ve sektör çalışanlarıyla müzakere edilmesi gerekmektedir.
Ancak Bankalar Birliği’nin ivedi bir biçimde kanun teklifi üzerinde çalıştığı 26 maddelik görüş metni, her ne hikmetse komisyon üyelerine ve komisyon salonuna ulaşamamıştır. Belli ki, bu görüşün kamuoyuna yansıması siyasi iktidar tarafından engellenmiştir.
Zaten AKP, yasama önceliğinden de bihaberdir. Tekrar altını çizmek gerekirse, Hatay’da bir baba açlık ve yoksulluktan çaresizce kendisini yakarken, Plan ve Bütçe Komisyonu’nun gündemine bankacılık sektörüyle ilgili bir kanun teklifine öncelik tanınmıştır. Oysa öncelik sosyal politikalarda, istihdam politikalarında ve işsizlikte, öğrenci borçlarında, ataması yapılmayan öğretmenlerde, EYT’lilerde, çiftçilerin ve tarım çalışanlarının sorunlarında, esnafın dertlerinde, asgari ücretle açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayanlarda olmalıdır. Ancak AKP tercihini yine halktan, emekçiden ve işçiden, ücretli çalışandan yana kullanmamıştır.