HDP'den Kanal İstanbul tepkisi: AKP halkı mülksüzleştiriyor..

HDP, Bayındırlık İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda iktidar çoğunluğu ile kabul edilen ve İmar Kanunu’nda değişiklik öngören, ”Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne şerh düştü.

Hülya Karabağlı - Medyafaresi.com özel haber

HDP, Bayındırlık İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda iktidar çoğunluğu ile kabul edilen ve İmar Kanunu’nda değişiklik öngören, ”Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne şerh düştü.

Teklif maddelerinin nelere yol açabileceği konusunun ayrıntılı olarak değerlendirildiği 11 sayfalık muhalefet şerhte, doğrudan doğruya belediyelerin yetki alanının sınırlandırılması olarak gösterilen telifin 2. Maddesinin “Kanal İstanbul projesini hayata geçirmek için yapılan hazırlıkların ön aşaması olarak değerlendirilmektedir” denildi.

Teklifin, Bitlis’in Ahlat ilçesinde Van Gölü kenarında belirlenen resmi kuruma bir alan tahsis edilmesini öngören 20. Maddesine dikkat çeken HDP, “Bilindiği üzere söz konusu alana Cumhurbaşkanlığı köşkü yapılmasıyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu teklif, devam eden inşaata yasal dayanak oluşturulması için sunulmaktadır. Böylece kaçak bir yapıya kanun teklifiyle af getirilmektedir” görüşüne yer verdi.

HDP Bitlis Milletvekili M. Celadet Gaydalı ile Şırnak Milletvekili Nuran İmir’in hazırlayıp komisyon başkanlığına sunduğu 11 sayfalık şerhte yer alan değerlendirmelerden bir bölümü şöyle.

AKP kaybettiği İstanbul’dan bu projeyle adeta intikam almaktadır.

Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’yle yerel yönetimlerin kentler üzerindeki yetkileri kısıtlanmakta, yerel yönetimler işlevsizleştirilmekte, etkisizleştirilmekte ve imar konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden merkezi yönetimin kentlere doğrudan müdahale hakkı genişletilmektedir.

Özellikle İstanbul üzerinden büyüyen yetki tartışmaları, Kanal İstanbul ismiyle kamuoyuna duyurulan İstanbul’un yıkım ve talan projesi boyutlanmış durumdadır. AKP kaybettiği İstanbul’dan bu projeyle adeta intikam almaktadır. Kamuoyu, proje süreci ve proje bölgesindeki arsa-arazi satış hareketliliği gibi birçok kritik konu hakkında detaylı, tatmin edici ve şeffaf verilere sahip değildir.

Hatta bu verilere ulaşabilme imkanları da kısıtlanmıştır. Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alacak ve ekolojik bir felakete sebep olacak Kanal İstanbul, yurttaşlarımızı onlarca yıl daha borçlandıracak ama yabancı sermayeyi de zengin edecek bir projedir. Kanal İstanbul, aynı zamanda İstanbul’u iklim krizine sokacak, canlı yaşamını tehlikeye atacak bir projedir. İktidar yanlısı olmayan hiçbir bilim insanı, bu projeye onay vermemektedir.

Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nde de adeta Kanal İstanbul Projesine hazırlık olarak algılanabilecek ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere belediyelerin ve demokratik kitle örgütlerinin itiraz ve müdahil olma haklarını ellerinden alan düzenlemeler mevcuttur.

“AKP, 1999-2001 krizini aşmak için…”

Kent mekânının her parçası; son 30 yıldır bütün dünyada ve Türkiye’de neo-liberal piyasa ekonomisinin ihtiyaçları doğrultusunda içinde yaşayan geniş emekçi kesimleri, tarihi, kültürel ve doğal değerleri hiçe sayarak pervasızca biçimlendirilmektedir. Türkiye’de ise neo-liberal politikaların onbeş yılı geçkin süredir uygulayıcısı olan AKP, 1999-2001 krizini aşmak için kent toprağı üzerinden halkı mülksüzleştirme hamleleriyle birikim sağlamanın her yolunu denemiştir. En çok da mahalleler, kamusal alanlar ile ormanlar, su havzaları, dereler gibi müşterekler yok edilmeye çalışılmıştır.

Tarihi alanlar kimliğini kaybetmekte, mahalleler daha “steril” hale getirilmektedir. Bu dönüşüm üst sınıflar için yaşam alanı yaratmakta ya da turistler, sermayedarlar için çekim merkezi oluşturmaktadır. Birçok kentte taşkın alanı, sıvılaşma zemin alanı, heyelan alanı, fay hattı gibi zemin özellikleri açısından sakıncalı alanlara kurulmuş konut alanları bulunmaktadır. Kentsel dönüşüm projeleri, çoğunlukla bu alanların kent merkezlerinde, arsa değeri yüksek olanlarda uygulanmakta ve anlaşılacağı üzere kentlinin güvenliği ve sağlığı için değil, sermayenin istekleri doğrultusunda belirlenmektedir.

AKP, imara ilişkin her yeni düzenleme teklifiyle konut alanlarının yıkımını, başta suç ve çöküntü alanı diye, daha sonra ise deprem bahanesi ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Kamusal mekan kavramının aksine kent müştereklerini tamamen tüketim alanlarına, AVM’lere çevirmek isteyen anlayış, kentleri de tamamen otomobil odaklı gelişmeye mahkum etmek istemektedir

Madde 2: Bu madde doğrudan doğruya belediyelerin yetki alanının sınırlandırılması, belediye görevlerinin TOKİ’ye devredilmesini kolaylaştırma hedefi taşımakta, yerinde yönetimin yerine merkezi yönetim yetkilerini arttırmaktadır.

“… belediye sınırları içerisinde veya dışarısında Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca oluşturulan veya oluşturulacak alanlarda Toplu Konut İdaresi Başkanlığı yetkilidir.” denilerek bu durum açık bir şekilde belirtilmiştir. Söz konusu gerekçede bahsedildiği gibi hükümler arası çakışmayı değil, yerel yönetimlerin yetki alanlarını kısıtlama hedefi taşımaktadır.

775 sayılı gecekondu yasasının yeniden gecekondu yapımının önlenmesi başlıklı 18. Maddesi,“Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, belediye sınırları içinde veya dışında, belediyelere, Hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde yapılacak, daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşa sırasında olsun veya iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye veya devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır.” denilmektedir. Bu madde özellikle iktidar açısından Kanal İstanbul projesini hayata geçirmek için yapılan hazırlıkların ön aşaması olarak değerlendirilebilir. Belediye sınırları içerisinde dahil olan yerlerde belediyenin yetkisinin olmaması kabul edilmez.

Madde 4: Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan arsa ve arazilerin, gerçek veya tüzelkişilerce işgali halinde; ecrimisil istemeye, ecrimisilin tahsiline ilişkin düzenleme sonucu elde edilen gelirin %50’si genel bütçeye, diğer %50’si ise TOKİ’ye aktarılacaktır. Bu düzenleme de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adına gelirin en az %50’sinin il-ilçe belediyelerine aktarılması gerekmektedir. Yeni inşaat projeleri amacıyla TOKİ’ye tanınan sınırsız gelir düzeninden toplumun değil ayrıcalıklı bir sınıfın kazanç elde ettiği mevcut uygulamalarla açık bir şekilde görülmektedir. Toplum adına toplanan ücretlerin, toplumun doğrudan kendi belirledikleri belediyelere aktarılması, etkin ve etkili hizmet alınabilmesi açısından da önemlidir.

Madde 7: Madde gerekçesinde yürürlükteki imar planlarında serbest olarak: belirlenmiş yüksekliklere ilişkin düzenleme yapılarak bina yüksekliklerinin belirli olması ve vatandaşlar arasındaki mağduriyetin önlenmesi, denilmektedir. Fakat şu ana kadar yapılan bütün uygulamalar bu yönlü olarak hayata geçirilmiş, dikey mimari AKP iktidarları döneminde hız kazanmış, mimarlık ya da mühendislik kavramları önemini yitirerek müteahhitlik zirve yapmıştır. Bugün eleştirilen görsel manzara zaten şu ana kadar uygulanan politikaların sonucudur.

Yine genel değerlendirmede değindiğimiz gibi 2016 sonu verilerine göre İstanbul’daki 121 gökdelenin 117’si AKP dönemine ait. AKP yeni çıkarmak istediği kanunlarla kendi dönemlerindeki uygulamaları dolaylı olarak eleştirmektedir.

Ayrıca 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. Maddesi, köylerde yapılacak yapılar ve uyulacak kuralları düzenlemektedir. Yapılan düzenleme ile Büyükşehir Belediyeleri sınırları içerinde yer alan, ancak kırsal yerleşim birimi niteliğindeki yerleşim birimlerinde yapılacak yapılara ilişkin bazı kolaylaştırıcı düzenlemeler getirilmektedir. Ancak bir yapıya ruhsat verilebilmesi için “ruhsat eki etüt ve projelerin” günümüz mühendislik hizmetlerinin öngördüğü standartlara uygun olarak hazırlanması gerektiği açıktır. Günümüz mevzuatında etütler gerçekleştirilmeden, herhangi bir proje yapmak mümkün olmayıp, bu konu İmar Kanunu’nun farklı maddelerinde düzenlemiş bulunmaktadır. Yasada kavramsal bütünlüğün sağlanması için “etüt ve” ibarelerin eklenmesi gerektiği düşünülmektedir.

Madde 10: Söz konusu madde valiliklerin yetkilerinin arttırıldığı ve muhtarlıkların yetkilerinin kısıtlandığı bir düzenleme ön görmektedir. Valilerin bugün AKP ile olan politik ilişkisi, özellikle seçim dönemlerinde AKP vekil ve belediye başkan adayları için verdikleri açıktan destek düşünüldüğünde, bu maddenin özellikle AKP’ye oy vermemiş, vermeyen köyler üzerinde baskı oluşturabileceği, muhtarlar üzerindeki baskıların ve tehditlerin her geçen gün artabileceği dikkate alınmalıdır.

Madde 11: Bu yasa maddesinin çıkması durumunda, Van-Erçiş, Konya-Ilgın, Bursa, Sakarya, Çanakkale, Aksaray, Balıkesir, Adana, Hatay, Yalova, Erzurum, Iğdır, Kahramanmaraş, Antalya, Denizli, Aydın, Muğla, İzmir, Bolu, Afyon gibi bir çok il ve ilçede, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliğine göre, sıvılaşan, çöken veya şişen zeminler üzerine oturan (ki Türkiye toprakların yüzde 30’u bu tür zeminlerden oluşmaktadır) binlerce tarım ve hayvancılık amaçlı basit yapılar da dahil olmak üzere, tüm yapılar “tasarımın gözetimi ve kontrolü hizmetine” tabi olmak zorunda kalacaklardır. Ülkemiz insanı, bu seçilmiş kişilere bedelini ödemeden ahırını dahi yapamayacaktır. Tekelleşmiş bu sistemde ücretler günümüzde 60.000 ile 100.000 TL arasında değişmektedir. Yapının büyüklüğü arttıkça, bedel de büyümektedir.

Kamu yararına aykırı, seçilmiş birkaç mühendis dışında deprem veya afetlerle mücadelede herhangi bir yarar sağlayamayacağı bilinen bu düzenlemenin yasa maddesi içinden çıkarılması gerekmektedir.

Madde 14: Madde ile söz konusu özelleştirme projelerine yönelik başta belediyeler olmak üzere itiraz hakkı bulunan kurumların itiraz hakları ellerinden alınmak istenmektedir. Çeşitli nedenlerle belirlenen süre içerisinde görüş bildirmeyen ve/veya bildiremeyen belediyeler gibi kamu kurumlarının otuz gün içerisinde görüş bildirmemeleri halinde ilgili projeler hakkında olumlu görüş bildirmiş sayılmaları irade gaspı sayılır. Madde imar ve çevreye yönelik özelleştirmeleri acele bir şekilde sonuçlandırarak, bunlara yönelik itirazların önünü kesmeyi teklif etmektedir.

Madde 15: Madde teklifinde “İmar planı değişikliği ile taşınmazda meydana gelecek değer artışının tespiti 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa göre yetkilendirilmiş lisanslı gayrimenkul değerleme kuruluşu tarafından plan değişikliği açıklama raporunda belirtilen mer-i plan koşullarındaki değer tespiti ile birlikte değişiklik sonrası değer tespiti yapılmak suretiyle belirlenen yeni değerden az olmamak üzere, idarece oluşturulacak değer tespit komisyonu tarafından belirlenir.”ifadesi yer almaktadır. Teklifte geçen “değer tespit komisyonunun” kimlerden, nasıl ve hangi kıstasların esas alınarak oluşturulacağı açık bir şekilde yazılmamış ve komisyon oluşturma süreci muğlak bırakılmıştır.

Madde 17: Teklifle 3194 sayılı İmar Kanunu’na Geçici 21. Madde eklenmektedir. Yine 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16. Maddesi’nde düzenlenen, ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların belirlenen ücretleri yatırmaları koşuluyla Yapı Kayıt Sistemine kaydedilmesine imkan tanınan yapılar için yeni yapı alanları açmamak koşuluyla güçlendirme çalışmalarına imkan tanıyor. Söz konusu teklifle Geçici 16. Madde ile affedilen yapıların depreme dayanıklılık vs. gibi hayati konularda sorunlu oldukları kabul edilmektedir.

Geçici 21. Madde olarak ifade edilen madde ile af kapsamına alınan yapıların güçlendirilmesi çalışmalarına imkan sağlanarak kaçak-denetimsiz ve imar mevzuatına uygun olmayan yapılar özendiriliyor. Uygunsuz/kaçak yapıların sürekli olarak affedilmesi ve sonrasında uygun hale getirilmeye çalışılması halk sağlığı ve kent güvenliği açısından olumsuzluklar yaratmaktadır. Ayrıca zemin etütleri ve deprem fay hatları gözetilmeden yapılacak güçlendirmeler hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Madde 18: Teklifle [11 Haziran 1985 tarih ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi" Hakkındaki 247 sayılı K.H.K.'nin 1. Maddesi hükmüne göre; "775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun belediye sınırları ile mücavir alanlardaki tatbikatı için Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na verilen hak, yetki ve görevler ilgili belediyelere devredilmiştir. Belediyeler bu hak, yetki ve görevleri yetkili organları eliyle kullanırlar. Büyük Şehirlerde bu kanunun tatbikatı büyükşehir belediyelerince yapılır.] ibaresi kanundan çıkarılarak, belediye ve büyükşehir belediyelerinin yetki hakları ellerinden alınarak, yerel yönetimlerin görevleri merkezi yönetime devredilmek istenmektedir.

Madde 19:Kentlerde yeşil alan artırılması amacı ile hayata geçirilecek her proje olumlu ve değerlidir. Millet bahçesi kavramı kullanılarak bir alan oluşturulması öngörülüyor ise bu alanların mevcut yeşil alanlar üzerine kurulması değil, yeni alanlar yaratması amacı taşıması gerekmektedir. Fakat şu an millet bahçesine dönüştürülmesi düşünülen alanların büyük oranda halihazırda rekreasyonel, sportif ve kültürel anlamda kentlerin gündelik hayatlarında önemli yer tutan, benzer işlevlere sahip alanlar olduğu görülmektedir. Dolayısı ile planlanan “millet bahçeleri” yeşili çoğaltma kaygısı taşımamakta, iktidarın kendi ideolojik yönelimi çerçevesinde bir alan yaratma aracı olarak kullanılması amaçlanmaktadır.

Aynı zamanda teklif edilen maddeye eklenen ‘millet bahçeleri’ ibaresiyle yine aynı kanun teklifinin 20. Maddesinde yer alan düzenlemelere dayanak oluşturulmak istenmektedir. Birçok bölgede yapay müdahalelerle oluşturulan millet bahçelerinin teklife eklenmesi kıyılara yönelik yeni müdahalelere imkân tanıyabilir.

Madde 20: Söz konusu madde ile Bitlis’in Ahlat ilçesinde Van Gölü kenarında kanun teklifinin ekinde belirlenen resmi kuruma bir alan tahsis edilmektedir. Bilindiği üzere söz konusu alana Cumhurbaşkanlığı köşkü yapılmasıyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu teklif, devam eden inşaata yasal dayanak oluşturulması için sunulmaktadır. Böylece kaçak bir yapıya kanun teklifiyle af getirilmektedir.

Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi 24 Temmuz 2019 tarihinde verdiği kararla Anayasa’nın 2. Maddesi’nde belirtilen hukuk devleti ilkesi hatırlatılarak, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasının, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına geldiği vurgulanarak; denizden yararlanmanın ancak kıyının kullanımının herkese açık olması ile sağlanabileceğine işaret edilmişti. AYM, kıyıda yapılması zorunlu olan kamuya yararlı yapı ve tesislere ilişkin düzenlemelerde, Anayasa’nın kıyıların ve çevrenin korunmasına ilişkin hükümlerine uyulmasının zorunluğu olduğunu hatırlatmaktadır.

Yine madde gerekçesinde “…kamu kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılabilmesini de teminen imar planı kararıyla resmi kurum alanları yapılabilmesi…” denilmektedir. Bu tanımlama herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Ahlat ilçesi için rekreasyon alanı yaratılmak isteniyor ise, seçilen alan topografik olarak gelişime müsait olmamakla birlikte, lanse edildiği butik otel vb. işletmelerin kurulması fiziksel açıdan mümkün değildir.

Kamu kaynaklarından halkın faydalanması gerekmektedir. Maddenin yasalaşması ile resmi bir alan kurulması ve toplumun istifadesinin önüne geçilecektir. Yılda bir ya da iki kere kullanılacak bir alanın bölge halkından tamamen koparılması doğru değildir. Bu madde ile yeni rant alanları yaratılacak, bölge piknik alanı değil, güvenlik alanına dönecektir.

Bilindiği üzere Türk lirasında son birkaç yılda yaşanan değer kaybı, işçinin emekçinin hızla fakirleşmesine sebep olmuştur. Bu sırada Cumhurbaşkanlığı 1100 odalı saray, 300 odalı yazlık, Ahlat’ta kışlık saraylar inşa etmekte, bu saraylar için 100’lerce araç filosu, kendisi için uçak filosu kullanmaktadır. Bugün sarayın bir günlük harcaması 4,5 milyon TL’yi geçmektedir. Bu da yaklaşık 2000 asgari ücretlinin 1 aylık maaşına karşılık gelmektedir. Bütçe kalemlerinde, halka hesabı verilmeden kullanılacak örtülü ödenekten 2020 yılı için 5 milyar 410 milyon lira harcanması öngörülmektedir.

2018 Sayıştay Denetleme raporlarına göre Saray personeli için yılda 181 milyon, temsil ve tanıtma için 48 milyon, mutfak için 5.3 milyon, giyecek için 10 milyon, temizlik için de 3.8 milyon lira harcanmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde ek kurullar, danışma kurulları ve danışmanların danışmanları ile tartışılan kurumun yıllık personel gideri de 106 milyon TL’den, 181 milyon TL’ye yükselmiştir.

Cumhurbaşkanlığı mutfağında kullanılan malzemelerin yer aldığı, “Beslenme, gıda amaçlı ve mutfakta kullanılan tüketim malzeme” başlığında 2017’de 2.6 milyon TL olan giderler 2018’de ikiye katlanarak 5 milyon 311 bin 427 TL’ye yükselmiştir. “Giyecek, mefruşat ve tuhafiye malzemeleri” için 10 milyon TL harcanmıştır. Cumhurbaşkanlığı’nın ısıtma, elektrik ve su gibi fatura harcamalarından oluşan “tüketime yönelik mal ve malzeme alımları” kalemi de 1 yılda 25 milyon 587 bin TL’den 40 milyon 988 bin TL’ye yükselmiştir.

Görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, israf, ekonominin en büyük kalemlerinden biri olmuştur. Türkiye halkı dili, dini fark etmeksizin büyük bir ekonomik krizle boğuşurken Sarayın harcamaları kamuoyu vicdanını yaralamaktadır. Her bir vatandaştan alınan vergiler faiz giderlerine ödenmektedir. Türkiye günde 12 milyon TL faiz ödemesi yapılmaktadır. Faiz giderlerinin her bir kuruşu bu ülkede işçinin ve yoksulun sırtına yüklenmektedir. Halkın ekmeği azalırken, ödeyemediği vergiler faturalar, borç kağıtları, iflaslar, icralar çoğalmaktadır.