LGBTİ+ Toplulukları Nefret Söyleminden Endişeli
Boğaziçi Üniversitesi'nde başlayan rektör eylemleri sonrasında iktidar tarafından hedef gösterilen LGBTİ+ toplulukları artan nefret söylemleri sebebiyle endişeli.
Özgür Gür, ODTÜ Biyoloji mezunu bir LGBTİ+ hakları aktivisti, Üniversiteli Kuir Araştırmaları ve LGBTİ+ Dayanışma Derneği'nin (Ünikuir) de kurucusu.
Sabaha karşı evinin basılacağı ya da sokakta bir saldırıya uğrayacağı endişesiyle, "Umutsuz değilim ama telaşlı ve yorgunum. Korkuyorum" diyor.
Kaos GL Derneği tarafından hazırlanan Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu'na göre 2019 yılında Türkiye'de 150 kişi 328 kez fiili nefret suçuna maruz kaldığını bildirdi. 150 kişiden sadece 26'sı polis raporlarında yer alırken bu vakalardan da sadece 8'i mahkemeye intikal etti.
LGBTİ+'ların bugünkü en büyük endişesi ise kendilerine yönelik mevcut nefret suçlarının artması ihtimali.
Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi'ne Prof. Dr. Melih Bulu'yu rektör olarak atamasının ardından 4 Ocak'ta başlayan eylemler, iktidarın LGBTİ+'ları da hedef göstermesi ve sorumlu tutmasıyla farklı bir boyuta taşındı.
Üniversitede öğrenciler tarafından 22 Ocak'ta açılışı yapılan bir sergide üzerinde Kabe'nin de olduğu bir resmin yer almasına gösterilen tepkiler, LGBTİ+ topluluğunu hedef alan bir kampanyaya dönüştü ve nefret söylemlerinin de artmasına neden oldu.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş ise TBMM'de kendisine yollanan bir gökkuşağı bayrağına el konulduğunu söyledi.
Peki, üniversiteye atanan bir rektör ile LGBTİ+'ları hedef alan nefret söylemleri arasında nasıl bir bağlantı var? LGBTİ+'lar gelecek konusunda ne tür endişelere sahip?
"Bu bir insan haklar mücadelesi" diye başlıyor sözlerine Özgür Gür ve şöyle devam ediyor:
"Türkiye'de 25-30 yıldır örgütlü bir LGBTİ+ mücadelesi var. İstenen tek şey eşit haklar. Gezi ile birlikte toplumsal olarak görüldük. Öncesinde önemsenmeyen bir yapıyken sonrasında ise görülen ve düşman olunan bir süreç yaşadık."
Gür, LGBTİ+ aktivistlerinin Türkiye'de protesto kültürünün içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu ve kendilerine yönelik bugünkü söylemlerin de sürpriz olmadığını aktarıyor.
Ayrıca, kadınlar, LGBTİ+'lar ve çevre aktivistleri için üniversitedeki özgür ortamların bir hayli önemli olduğunu dile getiren Gür, rektör atamalarının ise üniversitelerin özerkliğine ve öğrencilerin özgürlüğüne zarar verdiğini söylüyor:
"Hatırlayın, Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök'ün ODTÜ'ye rektör olarak atanmasının ardından polis ilk kez okula onur yürüyüşü sebebiyle girdi."
Kendisi de bir LGBTİ+ hakları aktivisti olan hukukçu ve akademisyen Viyan Zabel Kınalı da Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eylemlerin LGBTİ+ kimliğiyle bu kadar iç içe yürümüş ve anılmış olmasının sebebi olarak, üniversitenin özgürlükçü kimliğini gösteriyor:
"Bahsettiğim demokrasi ve özgürlük kültürü hem her kimlikten öğrencinin bir arada, eşit ve güvenle yaşamasını sağlamış hem de üniversitenin iradesini yok sayan kayyuma karşı büyük bir isyan başlatmıştır."
Kınalı, eylemler neticesinde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin "üniversitede ayrımcılığa uğramama güvencesiyle akademik özgürlüğün, özerk üniversitenin kaderleri birdir" sonucunu çok iyi gördüklerinin altını çiziyor.
İsmini paylaşmak istemeyen LGBTİ+ hakları aktivisti başka bir ODTÜ öğrencisine göre ise AKP, son yıllarda siyaset üretmekte zorlandığı her dönemde tabanını konsolide etmek için LGBTİ+ nefret söylemine başvuruyor.
Öğrenci bugünkü nefret söylemlerini ise, "Suyu bulandırmak ve kendi gerici birlikteliği sağlamak üzere ortaya atılmış bir şey" sözleriyle açıklıyor.
Ancak LGBTİ+'ların artık toplum nezdinde de sahiplenildiği görüşünü savunan öğrenci, "İktidar, son söylemlerinin ekstra başka bir tepkiye dönüşeceğini tahmin etmiyordu" diyor.
Arkada binler onbinler var
Boğaziçi Üniversitesi'nde açılan soruşturma kapsamında, beş kişi gözaltına alınırken, Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü ile Boğaziçi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü'nde de arama yapıldı, gökkuşağı bayraklarına el konuldu.
Daha sonra LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü (BÜLGBTİ+) de Bulu tarafından kapatıldı.
Özgür Gür ise bunun bir çözüm olmadığını düşünüyor:
"Türkiye'de açık olarak LGBTİ aktivzimi yapmak zor ama örgütlü LGBTİ+ aktivizmine yönelik saldırı kulüp kapatmakla, çatıyı tanımamakla da değişmeyecek. Bu insanlar yine varlar. Siz ne kadar engellerseniz engelleyin arkada binler, on binler var."
Kapatılan BÜLGBTİ+'nın üyelerinden Willie Ray de hedef gösterildiklerini ancak bir yandan da yok sayıldıklarını ifade ediyor.
Son nefret söylemleriyle kendilerini daha da fazla tehdit altında hissettiklerini aktaran Ray, şöyle devam ediyor:
"Bu şehirde (İstanbul) bir trans kadın yakılarak öldürüldü. Güvenliğimiz ve varlığımız her zaman tehdit altında. Kapıdan çıkarken kendime bakıyorum, acaba bir linç yer miyim ya da tacizkar bir bakışa maruz kalır mıyım diye. Psikolojik ve fiziksel şiddete uğrar mıyız diye düşünüyorum. Bu yüzden de bu kulüp vardı. İnsanlar bizim ne yaşadığımızı görsün, kabul etsin istedik."
Cumhurbaşkanı Erdoğan Çarşamba günü il kongrelerinde yaptığı konuşmasında, "LGBT, yok öyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir" ifadelerini kullandı.
İktidarın bu söylemlerini değerlendiren Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Profesörü Selçuk Candansayar, dünyanın her yerinde sağ popülizmin güç elde ettiğinde ilk vurduğu yerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"Bunun aslında çok önemli bir nedeni var o da erkek egemenliği yükseltmek. LGBTİ+'ya yönelik her saldırıyı kadına yönelik saldırı olarak okumak lazım. Kadın ve LGBTİ+ ezilen azınlık noktasında ortaktır."
Sağ siyasetlerin LGBTİ+ karşıtı görüşlerinin Macaristan, Brezilya, ABD ve Türkiye'de ortaklık gösterdiğini belirten Candansayar, iktidarların gücü yoğunlaştıracağı zaman bütün azınlıklara kendini kurtuluş umudu olarak gösterdiğini; gücü elde ettikten sonra da genel topluma baskı kurmak için bu küçük azınlıklara baskı kurduğunu söylüyor.
Candansayar'a göre daha önce Ermenilere ve gayrimüslimlere yapılan şey de aynı: "Bu tipik bir sağcı davranıştır."
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, eylemlerin sorumluluğunu LGBTİ+'lara yüklerken, 2 Şubat'ta sosyal medyada bu kişiler için "sapkın" ifadesini kullandı. Twitter ise nefret davranışı hakkındaki kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle paylaşıma kısıtlama getirdi.
Soylu, 3 Şubat'ta Haber Global kanalında katıldığı bir program LGBTİ+'lar için kullandığı ifadeleri tekrarladı.
Candansayar ise "Bakan Soylu konuşurken Yozgat'taki 20 yaşındaki LGBTİ+ bir özneye ne büyük kötülük ettiğinin farkında bile değil. Somut zulüm de burada kendini gösteriyor.
İsmini paylaşmak istemeyen ODTÜ öğrencisi LGBTİ+ mücadelesi anlamında Türkiye'nin eskisi gibi olmadığını söylüyor ve ekliyor:
"Ancak karşıdaki saldırı biçimi de giderek daha tehlikeli olmaya başlıyor. Basit bir hedef almanın dışında iş doğrudan ölüm tehditlerine kadar gelmiş durumda. Bu elbette huzursuz edici."
LGBTİ+ topluluğunun kapatılmasının sadece LGBTİ+ aktivistlerini ilgilendirmediğini vurgulayan Özgür Gür, bu durumun Türkiye'de insan hakları mücadelesi veren herkese yönelik bir savaşın ilanı olduğunu da sözlerine ekliyor.
Kınalı, 2 Şubat'ta Kadıköy'deki eyleme protesto amaçlı gökkuşağı motifli bir montu giyerek katılmış. Eylem esnasında her bölgede ayrı bir polis ekibinin kendisini işaret ederek "Montluyu alın, renkliyi alın" diye hedef göstermesine şahit olmuş.
Bu durumla alakalı olarak Kınalı şunları söylüyor:
"Gökkuşağına vur emrini veren, kimliğimizi kriminalize eden, kolluğun amiri İçişleri Bakanı ve onun dayandığı Cumhurbaşkanıdır. Tüm bunlar devletin bizzat fail yada azmettirici olduğu LGBTİ+'lara yönelen nefret suçlarını ve bu şartlarda ne kadar güvende hissedebileceğimizi izah ediyor."