Her gece eşimi ağlayarak aradım... Şimdi'nin iyilik melekleri

Şimdi derneğinin kurucusu 3 kadın faaliyetlerini anlattı.

Röportaj: Sonat Bahar / Sabah

Türkiye’nin dört bir yanından Afrika’nın en ücra köşelerine kadar gitmedikleri yer, sarmadıkları yara yok. Sezi Kalkavan, Mavi ve işletmeci Hülya Yazdıç’ın aslında hiçbir ortak noktası yok. Her biri farklı alanlarda başarılı kadınlar. Bu kadınların tek ortak noktası içlerinden gelen iyilik yapma hissi. ‘Şimdi’ adını verdikleri bir dernek kurdular. Yeni yol arkadaşları arıyorlar.

Sezi Kalkavan, Hülya Yazdıç ve Ayşegül Turan'ı iş hayatında şık kıyafetleri, bakımlı halleriyle görebilirsiniz ama aslında ikinci bir hayatları daha var. O ikinci hayatta hiç de bakımlı değiller, altlarında şalvar, kafalarında bir eşarp deyim yerindeyse ağır işçi gibi çalışıyorlar. Boya da yapıyorlar, sıva da. Bulaşık çamaşır yıkadıkları da oluyor, 40 valiz yük taşıdıkları da... Ve tüm bunları iyilik adına, ihtiyacı olan insanlar için yapıyorlar. Türkiye'nin dört bir yanı yetmiyormuş gibi Afrika'ya kadar eli uzanan bu kadınlar, bir yaşam biçimi haline getirdikleri gönüllülük çalışmalarını bir dernek çatısı altında topladılar.

'Şimdi' ismini verdikleri dernek için aradıkları şey maddiyat kadar duygu da... Onlarla duygusal bağ kuracak, yanlarında olacak yoldaşlar arıyorlar.
Hikaye Sezi Kalkavan'la başlıyor aslında. 18 yıldır bireysel yardımlarıyla çevresinde tanınan, 160'a yakın çocuğun eğitimi için elini taşın altına sokmuş biri. Bir gün, iyilik denen şeyin dünyada en uzak olduğu noktaya düşüyor yolu, Afrika'ya. Ve oradaki hayatlara dokunmaya başlıyor. Bir yandan Gaziantep'teki Suriyelilerin kaldığı mülteci kamplarına koşarken, yılda altı kez de Afrika'ya gitmeye başlıyor. Bu iyilik yolculuklarına arkadaşlık edenler de çıkıyor. İstanbul'da ve Çeşme'de restoran işletmeciliği yapan Hülya Yazdıç ve şarkıcı Ayşegül Turan bu yolculuklardaki arkadaşları oluyor. Ve üç güzel kadın birleşip bir dernek kuruyor.

Gerisini onlardan dinleyelim:

- Sezi Hanım, sizin yolculuğunuz nasıl başladı?
- Sezi Kalkavan: Anne,baba öğretmendi. Ben eğitim danışmanlığı yapıyorum. Ailemden gördüğüm bir şey yardım etme hissi. 19 yaşımdayken, üniversite kapısında gördüğüm bir boyacı çocuğun hikâyesiyle başladı her şey: Cihad'ın hikâyesiyle... Okul çıkısında ağlarken gördüm onu. Haksız yere tartaklanmıştı. Diyarbakırlı bir ailenin oğluydu ve zor durumdaydı, o yüzden ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Kendi öğrenci bütçemle yardım etmeye başladım. Sonra ailesiyle tanıştım, evlerine gittim. Sonra iş daha da büyüdü, Diyarbakır'a gittim. Orada Cihad'ın akrabalarına da yardım etmeye başladık. Biz diyorum çünkü artık etrafımdakiler de katkı sağlıyordu.

- Bireysel olarak başladığınız çaba, halka halka büyüdü anladığım kadarıyla...
- S.K: Çevremdekiler bu insanların eğitimleri için yardımlarda bulunmaya başladılar. Türkiye'nin dört bir yanında öylesine güzel eğitimciler ve öğretmenler var ki, insan umudunu kaybedemiyor. Kilometrelerce uzaktan gelen çocuklar üşümesin diye sobayı yakanlar, tuvaletleri temizleyenler... O yüzden bizim yaptığımız şey, onlarınkinin yanında hiç kalıyordu. Bu yardımlar sırasında tanıştığım eğitimciler zaman içinde bana bursa ihtiyacı olan çocukların, kadınların isimlerini göndermeye başladı.

- Türkiye'de başlayan yardım serüveni Afrika'ya kadar nasıl ulaştı?
- Gana köle ticaretinin çok uzun zaman ana limanı, tüm Afrika'dan toplanan kölelerin dünyaya satıldığı yermiş. Çünkü 15 senedir insan hakları ve modern dünya köleliği ile ilgili aktivistim. Gana'ya gitmek benim için çok önemliydi. Atlayıp tek başıma gittim.

- Araya gireceğim bu noktada, evlisiniz siz. Eşiniz ne diyordu tüm bunlara?
- Eşim Gana aşamasına kadar hep destek oldu. Akşam beni Erzurum'dan bir öğretmen arıyor, sabah oradayım. Diyarbakır'da bir köy, İspir'de kamp, Tunceli'de bir okul, Urfa, Karadeniz buralar hep gidip geldiğim yerler oldu. Buralara giderken bir kez olsun, "Hanım nereye gidiyorsun" demedi. Ama "Gana'ya gidiyorum" deyince tedirgin oldu. Ama ben "Dünyaya güveniyorum" dedim ve gittim.

AFRİKA'YI GÖRÜNCE DÜNYAM DEĞİŞTİ

- Sizler de Afrika'ya yolu düşün gönüllülerdensiniz... Neden Afrika diye size de sormak istiyorum.
- Ayşegül Turan: Afrika çok unutulmuş bir yer. Bizim toplumumuz zaten ihtiyacı olana elini uzatıyor.
- Hülya Yazdıç: Burada ihtiyacı olana ulaşmak daha kolay. Zaten hemen müdahale ediyoruz. Afrika çok uzak. Afrika bu işin son noktası.

- Sizler nasıl dahil oldunuz sürece?
- A.T: Sezi 10 senedir arkadaşım. İlk tanıştığımız zaman avukatlık yapıyordum. Erzurum İspir'de bir yatılı bölge okulunda mezuniyet törenine katıldık ve o andan itibaren kendi çapımda yardımlar yapmaya başladım. Sonra onların mezuniyetlerine, iftarlarına katıldım. Afrika'ya da uzaktan maddi olarak destek olmaya çalışıyordum. Sonunda görmeye karar verdim ve Sezi ile yola düştük. Oraya gidince dünyam değişti. Uzaktan yardım yapmakla, insanlara temas etmek arasında fark var. Temas edince, duygusal bağ kurunca sorumlu oluyorsun. Hatırası oluyor yaşananların. Köle olarak çalıştırılan çocukların kurtarılışına aracılık etmek, onların sonrasındaki yaşamları içinde olmak büyük sorumluluk.

- H.Y: Uzun zamandır tanıyordum Sezi'yi. Bir gün vapurda karşılaştık ve Afrika'ya gidip gelmelerini anlattı. "Ben de geliyorum" dedim ve bir dahaki yolculuğunda ben de vardım. O zamana kadar kendi çapımda yardımlarım oluyordu insanlara. Ama temas kuramıyordum. O duygusal bağa giremiyordum. O bağa girmek çok farklı bir duyguymuş. Dünyaya birilerine yardım etmek için gönderildiğimi düşünüyorum. Mutlu etmeden mutlu olamıyorum.

- S.K: Yaşamlar dönüşüyor, her temas iz bırakıyor.

- Oyuncu Gamze Özçelik de sizinle birlikte geldi Afrika'ya... O size nasıl ulaştı?
- S.K: Instagram'dan. Direkt mesaj attı. Ama kim olduğunu anlamadım, bir kahve içtik ve bizimle gelmek istediğini söyledi. Geldi. Onun da çok güzel bir kalbi var ve güzel şeyler yapmak istiyor. Ama ona başta anlattım, zor koşullar, bir öğretmen arkadaşımızın evinde kalacağız, şartlar böyle... "Ben her şeye varım" dedi.

KÖLELEŞTİRİLEN ÇOCUKLARI KURTARIYORUZ

- Şimdi üçünüzün öncülüğünde dernekleşiyorsunuz... Hatta derneğin ismi de Şimdi! Neden dernek olma ihtiyacı hissetiniz?
- S.K: Belirli STK işbirlikleri yapabilmek için, belirli fonlara başvurabilmek için dernek olmak gerekiyor. "Merhaba biz yardım yapıyoruz" diye insanların kapılarını çalma noktasını geçtik artık. Afrika'da kölelik mağduru olup, kaçırılmış çocukları ailelerine teslim ettiğimiz bir organizasyonumuz var. Bu hikâyeleri sosyal medyada paylaştığımız zaman destek olmak isteyen insanlar çıkıyor ama dernek olmadan bunu yapmamız mümkün değil.

- H.Y: Biz mağdur insan yüzleri göstermiyoruz, bununla ilgili bir pazarlama yapmıyoruz. Ama o insanların yardıma ihtiyacı olduğu kesin. Bu dernek vasıtasıyla gönüllü olarak yardım ettiğimiz çeşitli projeleri paylaşacağız. Herkes kendi gönlünce istediği projeye destek olabilir. Bu işin dini, dili, rengi yok. Hepimizin başka işleri var, yoğunluğumuz malum. Dernek bu yaptığımız gönüllü faaliyeti anlatmak için kuruldu. Yoksa bizi biri alsın, oraya götürsün, yardımcı olsun diye değil. Biz bunu zaten yapıyorduk.

- A.T: Biraz daha kalabalıklaşıp, görev bölümü yapalım diye... Bu zamana kadar hepimiz bireysel hesaplarımızdan, yaptığımız şeyi hayatımızın bir rutini gibi paylaşıyorduk, şimdi bir artık bir görev halini alacak.

- S.K: Burada hepimizin ayrı hikâyeleri var: Afrika'daki çocukların, Türkiye'de bursa ihtiyacı olan çocukların, Suriyeli göçmen çocukların ayrı ayrı ihtiyaçları ve hikâyeleri var. Dernek bu hikâyeleri tek çatı altında toplayacak. Yardım, sadaka gizli olur derler ya, bunu yapan yapmaya devam etsin. Biz buna talip değiliz. Biz çocuklarımızla bir arada olmayı hedefliyoruz. Zaten öyleyiz. Afrika'ya gidip onlarla aylarca kalıyoruz, Türkiye'deki çocuklarımızla gençlerimizle pikniğe gidiyoruz, onlarla arkadaşlık ediyoruz. Yaşamlarını dönüştürmeye çalışıyoruz. Amaç sadece parayı verip geri çekilmek değil. Kendi kendilerine yeten bireyler olana kadar yanlarındayız.

HER GECE AĞLAYARAK EŞİMİ ARADIM

- Peki dönelim Afrika yolculuğunuza...
- Sezi Kalkavan: Afrika'ya ayağını basmış biri bir daha aynı kişi olamaz. Afrika'ya ilk gittiğimde tek başımaydım, bir yetimhaneye gittim ve o zamanlar elektriğin doğru dürüst olmadığı bir yerdi. Karanlıktan ve böcekten korkarım, orada tuvalet bile dışardaydı, düşünün! Bir buçuk ay her gece ağlayarak eşimi aradım. Ama sabah gün aydınlanıp çocuklar kaldığım yerin camına geldiklerinde, tüm korkum yok oluyordu, hayat yeniden başlıyordu.

- Orada nasıl bir yardımınız dokunuyordu?
- S.K: İlk gidişimde, benden başka gönüllü yoktu. Gana'daki bu yetimhane Afrikalı bir kadın onlarca çocukla ilgileniyordu. Kaldığım haftalar boyunca, çocukları yıka, giydir, dişlerini fırçala, kahvaltı ettir, bulaşıklarını yıka, okula gönder. İşim buydu. Onların en çok anneye ihtiyacı var, o yüzden oraya giden gönüllüler ilk olarak annelik yapmaya çalışıyor. Diğer ihtiyaçlar zaten yanımızda götürdüklerimiz. O çocukları çok sevdim. O kadar sevince sorumluluk da yanında geliyor. Yani bir buçuk ay ilgilenip sonra "Hadi bay bay" deyip ayrılamadım oradan. O yüzden yılda altı kez gidiyorum artık.

- Afrika'ya ilk tek başınıza gitmişsiniz ama sonra bir gönüllülük sarmalına dönüşmüş durum, değil mi?
- S.K: Sosyal medyamdan paylaşmaya başladım fotoğrafları ve hislerimi... Gelen tepkilerden anladım ki yalnız değilmişim. İnsanlar bana ulaşmaya başladılar, "Biz de Afrika'ya, Gaziantep'e, mülteci kamplarına gelmek istiyoruz" diyenler oldu. O zamana kadar hep tek başıma çalışmıştım. Sonra çoğaldım. Gönüllü götürmeye başladım, gruplar oluştu. Gönüllü olarak gidilen ziyaretler görevlere dönüştü. Bir okul inşaatı yapıyoruz şu anda. Su projemiz olacak. Güneş enerjisinden faydalanacağız kuyumuz için. Çocuğu olan ve geliri olmayan anneler için atölyeler kurduk.

- Neden Afrika?
- S.K: Sadece Afrika değil. Suriyeli kardeşlerimiz var burs verdiğimiz. İki kızımız bu yıl mühendislik kazandı, onları okutacağız. Gaziantep'teki Nizip kampında tanıdık onları. Tıp okumak isteyen bir göçmen oğlumuz var. Bu çocuk uzak bir akrabasının yanında kalıyor Türkiye'de. Evin içine almıyorlar onu, kapı girişinde yerde yatıyor. Işık yakmasına izin vermiyorlar, fenerle ders çalışıyor, tıp okumak istiyor. Bundan daha büyük bir gerçek var mı hayatta?

Bende varsa, onda niye olmasın?
- Herkes bu tarz insan hikayelerine üzülüyor ama elini taşın altına sokan sayısı az. Siz de olup diğerlerinde olmayan duygu ne?
- A.T: Zamanlama. Duygusal olarak bir şeyler vermeye hazır olmakla alakalı bu. Günah sevap konularında iddialı değilim, bunu yardım gibi de görmüyorum. Kendimi bildim bileli çok duyarlı biri olmadım ama dünya vatandaşı gibi hissediyorum. Bende varsa, onda niye olmasın.

- H.Y: İnsan elbette yakınındakine de, gözünün önündekine de yardım etmeli. Ama uzaktakine de duyarsız kalmamalıyız. Atalarımız, dedelerimiz bizi önce can, sonra canan mantığıyla yetiştirdiği için, kafamız farklı çalışıyor. Önce kardeşlerin, sonra akrabaların, sonra mahalledeki, diğerleri bize mi kaldı mantığı hakim.

BU BİR HASSASİYET YARIŞI DEĞİL
- Bu bir hobi mi sizin için?
- S.K: Kesinlikle hayır! Benim hayatım artık bu. Bir işim, eşim var elbette ama yaşam biçimim artık bu. Kurumsal hayatım oldu çok uzun yıllar ama kendimi buna adadım.

- H.Y: Ben de hobi olarak yapmıyorum. Zaten insana dokunmayı çok seviyorum. Varoluş sebebimin bu olduğunu düşünüyorum, hayatımın gerçeği bu, içinde eşim, çocuğum ve işim var. Onlar sonradan dahil olanlar. Daha fazla insana ulaşmak, dokunmak, görmek, onların hayatına dahil olmak istiyorum. Belki de bencillik benim ki. İhtiyacı olana yardım ettikçe mutlu oluyorum.

- S.K: Bu bir iyilik ya da hassasiyet yarışı değil.

- A.T: Yeni çağda herkes kendine dönmüş halde. Herkes yüreğinin götürdüğü yere gidiyor, kendini geliştiriyor, sadece kendiyle olan uğraşlar içinde. "Ben, ben, ben" diye gezen insanlarla dolu etrafımız. Zaten yeni dönem mutluluk akımı önce kendini mutlu etmeyi empoze ediyor. Herkes ruhunun derdine düşmüş vaziyette. Şunu fark ettim ki: bir insanın yarasını sardığınız zaman sizin yaranız sarılıyormuş... O dengenin nasıl işlediğini bilmiyorum ama bana iyi geldi. Bu yardımı yaparken hissettiğiniz yücelik duygusuyla ilgisi yok söylediğimin. Kendi yaranı sarmak, içindeki boşlukları kendi kendine doldurmak mümkün değil. Bu ancak kendinden çıkıp başka birinin elini tutarak mümkün. Kalabalıklaşıp, dünyayla el ele tutuştuğumuz sürece ruhsal boşluklarımız kapanır.

Hülya Yazdıç bir çocuk annesi. Sezi Kalkavan ve Ayşegül Turan'ın çocukları yok. Ama onlar artık "Bizim onlarca çocuğumuz var" diyor, yardım yaptıkları tüm çocukları anneleri gibi seviyorlar.

- Siz müzisyensiniz. Bu gönüllülük işi sizi besleyen bir şey oldu mu?
- A.T: İşimi besleyen bir şey oldu mu emin değilim ama beni besleyen bir şey olduğu kesin. Müzik gibi işlerle uğraşan insanların çoğunda sanat yapmaktan ziyade çok sevileceğim hissi, beğenilme ve göz önünde olma ihtiyacı vardır. Dolayısıyla hayattaki tatminini ona yönelen dışsal ilgi ve sevgiye bağlar, onaylanmak ister. Ama tatminini dışarıya bağladığın her şey hüsranla sonuçlanır. Bambaşka bir yerden ruhunu doyurduğunda müziği gerçekten müzik için yapmaya başlayabiliyorsun. O noktada, başarılı başarısız, iyi, kötü, çirkin gibi kelimelerin bir anlamı kalmıyor.

- Hülya Hanım sizin bir oğlunuz var. Sizlerin çocuğunuz var mı?
- S.K: Eskiden çocuğum yok diyordum ama 38 yaşımdayım, 12 senelik evliyim, bir sürü çocuğum var.
- H.Y: Benim de artık tek oğlum yok, onlarca çocuğum var.