Hiç bilmediğiniz yönleriyle Atatürk'ün hayatı

Yazar İpek Çalışlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını kaleme aldı. Çalışlar, kitabında Atatürk'ün "Kadınlık meselelerinde yol gösterinin annesi olduğunu söylediğini belirterek, dönemin şartlarında kız kardeşi Makbule'nin okuyamadığını eşi Latife'nin vekil olmasına izin vermediğini kaydetti.

Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Çalışlar, "Defterlerinden anlaşıldığı kadarıyla parasını hızlı harcıyor, bittiğini anlamıyor. Bir-iki yatırım yapıyor, onlar başarısız oluyor. Fakat sonraları savaş sırasında eldeki parayı korumak konusunda çok özenli. Kendi kişisel bütçesini kötü kullansa da devlet bütçesi konusunda gayet dikkatli" ifadelerini kullandı.

Çalışlar'ın söyleşisi şöyle:

Latife Hanım ve ardından Halide Edib’i kaleme aldınız. Atatürk’ü de yazmak aklınızda mıydı?

Bu iki kitabı yazarken yaptığım okumalar, beni Atatürk'e yönlendirdi. Hayatımızda bu kadar büyük bir rol oynamıştı, ne var ki hakkında yazılanlar onu tanımama yetmiyordu. Halide Edip’ten sonra yeni bir konu arayışına da girmiştim. Her defasında Atatürk’ü düşünüyor, sonra aklımdan uzaklaştırıyordum. Sonunda dedim ki, “Bunun kaçarı yok, hiç değilse bir girişeyim”.

Akıldan uzaklaştırmak niye? Yazar üzerinde bir baskı mıdır Atatürk’ü anlatmak?

Bilgilere ulaşmak zevkliydi, ama Atatürk'ü yazmak zordu. Dokunulmazlıkları çok fazla. Herkesin hassas noktası. Üzerine yazılmış kitap da çok fazla. Atatürk'ü yazıyorum dediğimde, beni vazgeçmeye teşvik eden bakışlar ya da sözcüklerle çok karşılaştım. Fakat Makbule Hanım’ın izinden gidip, onun anlattıklarını okuyunca “böyle bir kaynak varsa, ben bunu yazmalıyım” diye düşündüm. Onun anlatılarından çok etkilendim.

Kardeşi Makbule Hanım önemli bir figür. Kitapta da ismini bir yere kadar sık duyuyoruz, sonra yok oluyor. Makbule Hanım’da sizi etkileyen neydi?

Makbule Hanım’ın değerini ben de baştan bilemedim. Boşandıktan sonra Latife Hanım ile ilişki kurması, etrafta aktif olarak dolaşması merakımı çekmişti, Latife Hanım kitabına da almıştım. Fakat bu sefer karşıma çıkan anlatılarda son derece içten ve tam da ihtiyacımız olan bakış açısına sahip olduğunu gördüm. Çünkü Mustafa Kemal anlatıları her zaman çok resmidir.

Fakat Makbule Hanım, ünlü bir komutan ve devlet başkanını anlatmıyor verdiği röportajlarda. Birlikte oyunlar oynadığı neşeli ve muzip çocuğu anlatıyor. Ama devlet erkanı onu patavatsız buluyor. Üstelik koca Atatürk'ü neden kız kardeşi anlatacak ki! Onu tanıyan paşalar, vekiller varken... İşin tadı tuzu kaçıyor o zaman da.

Yazarken duygularınızı da kattınız mı?

Zaman zaman kattım diyebilirim. Katmadan olmuyor. Ama yine de sanıyorum biyografi yazarları arasında mesafesini korumak için uğraşanlardan biriyim.

İki kitapta tanıdığınız Atatürk’ten başka bir Atatürk çıktı mı karşınıza? 

Her yönünü tabii ki o kitapları yazarken görmemiştim. Burada farklı dönemlerde, farklı olaylarda nasıl davrandığı var. İç dünyasını çok fazla keşfedememiştim.

Pek çok iddiaya da cevap veriyorsunuz. Bunlardan biri Atatürk’ün doğduğu evle ilgili. Kabul etmemiz gereken cevap nedir?

Bu tartışmalar beni de iyice kışkırtmıştı. Ona dair çocukluk anlatılarını yan yana getirdim, Selanik'e gittim, Pembe Ev’in etrafında dolandım, bahçesinde oturdum, iki gün boyunca gezdim durdum.

Okuduklarımı ve anlatıları değerlendirdiğimde orada doğduğuna şüphem kalmadı. Yunanlı tarihçi Vasilis Dimitriadis'in Türk Tarih Kurumu'ndan yayımlanan kitabı imdadıma yetişti. Evin tapu belgeleri artık elimdeydi.

Zübeyde Hanım nasıl biri?

Makbule Hanım’ın anlatılarından Zübeyde hanımı çok yakından tanıdığımı düşünüyorum. Zübeyde Hanım, çok güzel, dirayetli, güçlü ve akıllı bir kadın. Çevresinde yaşayan kadınlara hep destek oluyor.

Onları güçlü kılmak için elinden geleni yapıyor. Oğlunun hayatına yön vermek istiyor ama daha güçlü bir iradeyle yüz yüze gelince oğlunun hayallerinin önüne dikilmekten vazgeçiyor. Kendisine hayran kaldım. Yaşadığı hayatı çocuklarına hikâye olarak hep anlatmış, Makbule hanım da onun anlatılarını bizlere ulaştırmış.

Evliliklerinde bir çıban hikâyesi var, çok ilginç…

O çok sevimli bir hikâye. Ali Rıza Efendi, rüyasında Zübeyde Hanım’a benzeyen bir genç kız görüyor ve onu anlatmaya başlıyor. Bunun üzerine kız kardeşi tesadüfen Zübeyde Hanım’ın yaşadığı eve gidiyor ve ağabeyi Ali Rıza Efendi’ye koşuyor: “Rüyalarındaki kız burada, Selanik’te”.

Hemen istemeye gidiyorlar. Baştan aile vermek istemiyor, sonunda razı oluyor. Düğün günü törenler yapılıyor. Kadın tarafı ayrı, erkek tarafı ayrı eğleniyorlar. Ama o dönem bir adet var. Gelinin yüzüne ağda yapıyorlar. Üzerine süsler, inciler, altınlar yapıştırıyorlar.

Zübeyde Hanım’ın cildi bu işlemden zarar görüyor. Geçirdikleri ilk gecenin ertesinde Ali Rıza Efendi, kız kardeşine “Beni yüzü çıbanlı biriyle evlendirdin, nerede o güzel kız” diyor. Kardeşi, “Bekle, sabret, düzelecek” dese de Zübeyde Hanım’ı aile evinde bırakıp, uzaktaki görev yerine, Çayağzı’na gidiyor. Bir-iki ay yok oluyor.

Makbule Hanım da annesinin gururunun kırıldığını söylemiş...

Evet, fakat şunu da söylüyor: “Döndüğünde eski güzel Zübeyde’yi karşısında görünce yüzünde güller açmıştır, çok güzel bir hayat kurmuşlardır.” Zaten Ali Rıza Efendi, Zübeyde Hanım’a hep “Cennetimin Gül Bahçesi” diye hitap ediyordu.

"Atatürk fakir bir ailenin çocuğuydu!" Yıllardır gündemde kalan bu iddianın aksini kendi beyanlarıyla ortaya koyuyorsunuz… Zengin çocuğu muydu, fakir mi?

Sanıyorum bütün bu tartışmanın kaynağı Atatürk’ün 1921 sonunda verdiği bir röportajdan kaynaklanıyor. Kız kardeşiyle bir kulübede nasıl oturduklarını, nasıl karga kovaladıklarını anlatmış. Herhalde o anlatı, yetim, yoksul kalmış bir çocuğun anlatısı olarak algılandı ve çok beğenildi. Ya da ben böyle düşünüyorum.

Halbuki…

Hikâye öyle değil. Evlerinin bulunduğu mahalle Selanik’i araştıranlar tarafından zengin mahallesi olarak kabul ediliyor. Zübeyde Hanım zaten varlıklı bir aileden geliyor. Ali Rıza Efendi ise devlet görevini bıraktıktan sonra ticarete başlıyor ve çok başarılı oluyor.

Arsalar almış, pembe evin yanına ikinci bir ev yaptırmış. Selanik’teki aile evini gezenler  onların yoksul bir aile olmadıklarını fark ediyor zaten. Zübeyde Hanım eşi öldükten sonra da kiralarla geçiniyor, bir sıkıntı çekmiyor. Parayı da düzgün idare ediyor.

Okul yıllarında hocası Şemsi Efendi, hevesli bir çocuk olduğunu söylüyor. "Yaşıtları arasında en anlayışlısı, en iyi düşüneni" diyor. Ama o her okulu beğenmiyor, her öğretmeni sevmiyor, sık sık reddediyor. Niye?

Sanıyorum okul beğenmeme meselesi biraz da mekandan kaynaklanıyor. Çünkü Şemsi Efendi okulunu çok güzel tarif ediyorlar. İçeri giriyorsunuz etrafı çam kokusu sarıyor, yeni, şık okul, dinamik öğretmenler. Öbür okul bakımsız… Mustafa Kemal güzel mekanlara hep meraklı. Artı burada jimnastik var, küre var, kara tahta ve daha iyi bir eğitim var. Şemsi Efendi de çok iyi bir öğretmen. Madalyalara layık görülmüş.

"Yalnız biz erkekler mi haklıyız” 

Genç yaşta  çevresinde kadınların başlarına gelenleri görüyor, annesine 'ben evlenmeyeceğim' diyor. “Yalnız biz erkekler mi haklıyız” diye soruyor. Kadınlara karşı duyarlılığını ilk hissettiğimiz yaşlar, erken yaşlar değil mi?

Atatürk’ün bu yönünü, bu kitabı yazarken keşfettim. Yalnız kalmış bir anneyle büyüyor. Annesinin göçmen arkadaşlarının da böyle sorunları var. O dönem kadının dul olarak yaşaması hiç kolay değil. Dedikodular hayatı çok zorlaştırıyor.

Mustafa Kemal iki kız kardeşi ve annesiyle, yani üç kadınla büyüyor ve onların sorumluluğunu hissediyor. Kadınlara karşı duyarlılığı çok gelişiyor. Gazeteciler sorduğunda, “Kadınlık meselesinde bana yol gösteren annemdir” diyor. O evin içinde kadın taraftarı fikirlerin anlamı büyük.

"Ama bir yandan Makbule okuyamıyor, Latife’nin vekil olmasına izin vermiyor…"

O dönemin normal davranışları bunlar. Eğer yakında kızların gidebileceği bir okul yoksa okumaları problem haline gelebiliyor. Latife Hanım'ın parlamentoda görev almak istemesi ise dönemin Amerikalı gazetecilerini bile çok şaşırtıyor. Diyorlar ki, “George Washington’ın karısını parlamentoda düşünün, acaba nasıl olurdu”. Alışılmadık bir şey Latife Hanım’ın istediği.

"Parasını hızlı harcıyor"

Defterlerinden anlaşıldığı kadarıyla parasını hızlı harcıyor, bittiğini anlamıyor. Bir-iki yatırım yapıyor, onlar başarısız oluyor. Fakat sonraları savaş sırasında eldeki parayı korumak konusunda çok özenli. Kendi kişisel bütçesini kötü kullansa da devlet bütçesi konusunda gayet dikkatli.

(Hürriyet)