İlahiyatçı Öztürk'ten Ali Erbaş'a : Rolünden Daha İştahlı Davrandı
İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'a yönelik yaptığı açıklamada "Kendisine biçilen rolden daha iştahlı davrandı; ortaya çıkan profil, kendisinin ve Diyanet müessesesinin itibarını örseledi" dedi.
Cemaat ve tarikatlara eleştirileri nedeniyle hedef gösterildikten sonra Marmara Üniversitesi'ndeki görevinden istifa etmek zorunda kalan ve "Yerli ve milli tımarhanede herkese ruh sağlığı dilerim" ülkeden ayrılan ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, son günlerde tartışılan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’la ilgili konuştu.
Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuşan Prof. Öztürk, siyasetçi gibi davranmakla eleştirilen Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın laikliğe karşı açıklamalarını şöyle değerlendirdi:
Birkaç gün önce bir haber düştü sitelere, “Diyanet İşleri Başkanı yeniden atandı” diye. Bu haberin ardından, DİB Başkanı’nın siyasi iktidara bir tür dini lojistik desteğinde bulunma ve büyük bir gayretle kendini öne çıkarma çabalarının makamı muhafaza, yani yeniden atanma odaklı olabileceğini de düşünmeye başladım. Ama sonuçta, Erbaş’ın son zamanlardaki siyasi atraksiyonlarını siyasi iktidar-bürokrasi arasında karşılıklı bir menfaat ilişkisine bağlamak sanki daha isabetli görünüyor.
“Bu bir tuzaktı ve ne yazık ki muhalefet cenahındaki basın yayın organları bu tuzağa yine düştü”
Bununla birlikte DİB Başkanı’nın adeta bir politik figür gibi davranmasının, özellikle siyasi iktidar açısından çok önemli bir destek gibi algılandığı seziliyor. Zira malumunuz siyasi iktidarın arkasında duran seçmen kitlesi çekirdek kitle seviyesinde adeta kemikleşti. Giden gitti, dağılan dağıldı; artık elde avuçta büyük ölçüde milli görüş zihniyetiyle de bağdaşık kitle kaldı. Bu kitleyi konsolide etmek, yani bu sabit seçmen kitlesinin de dağılmasını önlemek için dini temsil kartı yeniden açıldı. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanı üzerinden laik seküler-dindar muhafazakâr ayrışmasını kaşıyan ve bu ayrışmayı toplumsal zeminde yüksek gerilimli bir zıtlaşma ve kutuplaşma düzeyine taşımaya namzet olan atraksiyonlar devreye sokuldu. Geçmiş siyasi tecrübelerden de kolaylıkla anlaşılabileceği üzere bu bir tuzaktı ve ne yazık ki muhalefet cenahındaki basın yayın organları bu tuzağa yine düştü.
“Abartılı bir laiklik savunuculuğu…”
DİB Başkanı’nın atraksiyonları derken, Ayasofya’nın minberine kılıçla çıkmak gibi komikliklerden, dinin siyasete de ticarete de adalete de müdahil olması gerektiği yönündeki demeçlere kadar, birçok şeyi bu kapsamda değerlendirebiliriz. İşte tuzak dediğim şey, geçmişteki Diyanet İşleri başkanlarında pek görmediğimiz bu tür atraksiyonlar karşısında laik seküler çevrelerin 'Laiklik elden gidiyor' kaygısıyla kimi zaman abartılı bir laiklik savunuculuğu refleksi geliştirmesidir.
“Yapılacak tek şey, ignore etmek ibaretti”
İbrahim Kiras’ın son yazılarından birinde dikkat çektiği üzere “laik cenahtan gelen eleştirilerin kimi zaman iktidarla birlikte dini değerleri de hedef alabilen veya öyle yorumlanabilen- ölçüsüz dili dindar insanları inançlarıyla birlikte AK Parti iktidarını da savunmaya yöneltiyor. Tabanının psikolojisini iyi bilen iktidar partisinin pireyi deve yapabilme kabiliyeti de kuşkusuz bunu kolaylaştırıyor. Aslında bu tuzağa düşmemek gerekiyordu. Bunun için de yapılacak tek şey, ignore etmek, yani yok saymaktan ibaretti. Zira eğer olup bitenler karşısında dediğim tavır ortaya konabilseydi, tuzak boşa çıkmış olacaktı. Dolayısıyla Ayasofya’nın minberine kılıçla çıkmak salt bir komiklik, “Günaydın demek cahiliye âdetidir” şeklindeki beyan da çapsızlığın bir göstergesi olarak salt lafügüzaf olarak kalacaktı.”
“Erbaş’ın kendisine biçilen rolden daha iştahlı davranması bir yönüyle de yeniden atanmasını kendince garanti altına almaktı”
“İktidar ‘dindar/dinsiz’ kutuplaşması yaratarak kaybettiği oyların peşine düştü” görüşünü savunan Prof. Öztürk, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın yeniden atanmasını da şöyle değerlendirdi:
“Erbaş’ın siyasi içerikli demeç verme hususunda kendisine biçilen rolden daha iştiyaklı ve iştahlı davranması muhtemelen bir yönüyle de yeniden atanmasını kendince garanti altına almaktı; bu yüzden son günlerde siyasi demeç katsayısını giderek artırdı. Ancak ortaya çıkan profil ve performans hem kendisinin hem de Diyanet müessesesinin itibarını ciddi ölçüde örseledi.”
"Günaydın" yorumu
Prof. Öztürk, Erbaş’ın “Günaydın” çıkışıyla ilgili de şu görüşleri savundu:
“Günaydın demek cahiliye âdetidir hükmü, muhtemelen bir rivayetteki bir ibareden hareketle verilmiş gelişigüzel bir hüküm ve ne yazık ki ucuz bir retorik.
Selam, en nihayet bir esenlik dileğidir; bu dilek hangi sözcükle dile getirilirse getirilsin, mühim olan kelime veya tabir değil, niyettir. Kaldı ki ‘günaydın’ sözcüğü de bir iyi dilek ve temenni olarak bu topraklarda bu milletin malı olmuştur. Evet, dindar çevreler ‘Selamünaleyküm’ veya ‘sabah-ı şerifleriniz hayrolsun’ gibi dini kimlikli ifadelerle selamlaşmayı tercih edebilir; buna karşın başka birtakım insanlar da “günaydın, merhaba” demeyi tercih edebilir. Salt esenlik dileği olarak söylenen sözleri bile İslami ve cahili diye kategorize etmek ve kelimelerin kültürel sicillerinden dahi Türkiye’deki laik seküler-dindar muhafazakâr farklılığını kutuplaşma moduna dönüştürme gayretkeşliğine girmek, bir Diyanet İşleri Başkanı’nın zihninden dahi geçirmemesi gereken bir iş olsa gerekti."