İslamcı gençler deizme yöneliyor tartışmasına ilahiyatçıdan olay yorum

İlahiyatçı Cemil Kılıç, İslamcı gençler deizme yöneliyor tartışmasında dikkat çeken bir yorumda bulundu.

İslamcı gençlerin deizme yöneldikleri yönündeki açıklamaların ardından başlayan tartışma devam ediyor. Birgün'den Can Uğur'un haberine göre AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz konusu açıklamaları eleştirmesinin akabinde Diyanet İşleri Başkanı da meseleye dahil oldu. Deizme yönelik tartışmalarda öne çıkan nokta İslamcı kesimin bu meseleye yönelik sert bir üslup belirlemesi ve adeta yok sayarak yola devam etmek istemesi. Bir inanç biçimi olan deizmi, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, ‘sapıklık’ diye tanımlıyor. Erbaş, gençlerde deizm ve ateizmin yaygınlaştığı iddialarına ilişkin, “Bizim milletimizin hiçbir ferdi böyle sapık, batıl bir anlayışa asla prim vermez. Milletimize, gençlerimize kimse iftira atmasın” dedi. Öte yandan gençlerin deizme yönelmesinin de arka planında İslamcı camiadaki bu yok sayıcı ve saldırgan üslubun payının olduğu dile getiriliyor. Yastıktan, yorgandan hatta ketçaptan şehvet duyan ‘tarikat liderleri’ gençlerin tepkisini çekiyor. İslamcı gençlerin deizme ilgilerinin sosyolojik ve politik arka planının olduğu kuşku götürmez. Bu mahalleyi yakından tanıyan ve teorik olarak tartışmaya hâkim olan isimlerden İlahiyatçı Cemil Kılıç ile konuştuk.

Kılıç meselenin teorik, sosyolojik ve politik arka planına ilişkin soruları yanıtladı.

»İslamcı gençler arasında deizme yönelişi nasıl yorumluyorsunuz?

İslamcıların bir kısmı bu yönelişi bir türlü kabul etmek istemese de gerçeği görenlerin sayısı daha fazla. Evet, bir yöneliş olduğu kesin. Ancak bazı İslamcıların dilinde bu yöneliş, deizmin felsefî anlamından ziyade bir nevi “amelsizlik” üzerinden görülmeye çalışılıyor. Yani onlara göre İslam’a inandığı halde onu uygulamaya dökmeyenler de deist kategorisine dahil oluyor. Oysa deizm, hem itikadi açıdan hem de amel anlamında İslam’a alternatif bir inançtır. Zira deizm tam anlamıyla dini reddetmektir. Allah’a / Tanrı’ya inanıp din, peygamber, vahiy, kutsal kitap gibi kavramları kabul etmeyen düşüncenin İslamcı gençler arasında da yayıldığı inkâr edilemez ve üstü örtülemez bir gerçek. Bunun öyle amelsizlik ifadesiyle de gizlenemeyecek bir sosyol realite olduğunu biraz etrafına bakabilen herkes görecektir. Görmektedir de… İslamcılar için; İslam, İslamî yönetim ve İslam’ın toplumsallaşması her türlü bireysel ve sosyal sorun noktasında kesin bir çare olarak büyük bir ütopya idi. Ancak bu ütopyanın deist yöneliş gerçeğiyle birlikte hızla bir distopyaya dönüştüğünü görüyoruz. Şu anda İslamcılar büyük bir travma yaşıyor. Cumhurbaşkanının kalkıp İslam’ın güncellenmesi gerektiğinden bahsetmesi bu büyük travmanın trajik bir ifadesidir.

»Sizce bu yönelişin sosyo politik bir arka planı var mı?

Deizme yönelen gençlerin İslamcı siyasi hareketlerden de doğal olarak koptuğunu, kopmakta olduğunu görüyoruz. İslamcılığın uhrevi kazanç ve amaçlardan ziyade dünyevi çıkarlar için kullanıldığını gören İslamcı gençlerin önemli bir bölümü büyük bir sorgulama yapıyor. Bu sorgulama onlardaki Tanrı inancını güçlendirirken din mefhumunu ise zayıflatıyor. Dinin en süfli siyasi söylevlerde bile bir istismar aracı olarak kullanılması, gençlerin itikadına deyim yerindeyse büyük darbeler indiriyor. Bu darbelerden yara almamaları mümkün değil. Allah’ın dini olan İslam’ın bir parti dini yahut bir hükümet veya devlet dini haline getirilmeye çalışılması iletişim ve bilgi çağının gençlerini kesinlikle irite ediyor. Bu noktada bireyin öne çıktığı bir çağda cemaat ve tarikat gibi yapıların gençlerin bireysel özgürlük alanlarını daralttığı gerçeğini de teşhis etmeliyiz. Gençler, özgürlük alanlarının daraltılmasını kesinlikle kabul etmiyor. Zira genç dediğimiz insan için özgürlüğün ne demek olduğu izaha gerek duyulmayan bir olgudur. Bu noktada ilaveten ifade edeyim ki gençler arasındaki deist yöneliş, yakın ve orta vadede laikliğin dayandığı toplumsal zeminin de genişlemesine yol açacaktır. Bu nedenle dinci siyasi hareketlerin hızla güç kaybetmesi kaçınılmazdır.

»Deizm tartışmasını gençlerin tektipleşmeye karşı çoğulcu yönelim arayışı olarak okumak mümkün mü?

Tektipleşmek gençliğin doğasına aykırıdır. İslamcılık aslında totaliter bir harekettir. Tek tip bir toplum, tek tip bir gençlik, yaşamı sadece iman ve cihad kavramları etrafında inşa etmek, sanata, aşka, sevgiye spora mesafeli olup hayatı yalnızca ibadetler için ayrılan bir zaman gibi görmek, mutluluğu öbür aleme ertelemek… Bunlar İslamcılığın karakteristik özelliğidir. Gençlerin böyle bir yaşam istemeleri mümkün değildir. Zira bu, insan doğasını zorlamaktır. Nitekim bugün din, fıtrata / insan doğasına karşı bir mücadele mekanizması gibi kullanılmak istenmektedir.İşte deist yöneliş, bir bakıma mutluluğu bu dünyada arayan ve ertelenmiş mutluluğu reddeden bir arayışı ifade ediyor.

»Özellikle sosyal medyada ve kamuoyunda gördüğümüz belirli dini çevrelerin “önde gelen” isimlerinin tepki çeken açıklamalarının gençlere yansıması nasıl oluyor?

Kastettiğiniz açıklamalar, din adına aklı zorlayan, makul olanı tatmin edici bulmayan, insanı her an günah işlemeye hazır bir potansiyel suçlu gibi görüp peşinen mahkûm eden, ona asla güvenmeyen ve bilimsel gelişmelerin ortaya koyduğu gerçekleri yadsıyan açıklamalardır. Gençler bu açıklamaları gördükçe deyim yerindeyse dinden soğuyor ve hızla uzaklaşıyor. İşte deist yönelişte bu açıklamalar tam anlamıyla bir katalizör vazifesi görüyor. Bu açıklamaları deist yönelişin biricik nedeni gibi görenlerin yanıldığını da belirtelim. Zira farklı bilgilere ve bilgi türlerine ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir çağda gençleri yüzyıllar öncesinin fıkhî hükümleri ve tartışmalı dinsel bilgileriyle zapturapt altına almak asla mümkün değildir. Gençler sadece o açıklamaları değil, bütünüyle dinin kendisini sorguluyor. Elbette ki o açıklamalar bu sorgulama sürecini inanılmaz bir biçimde hızlandırıyor ve popülerleştiriyor.

»İslamî hegemonyanın kendini yoğun hissettirmesi ile İslamî hareketin kültürel – ideolojik ya da sosyolojik bağlamda yozlaştığı, hedeflerinden uzaklaştığı yorumları yapılıyor. Amiyane tabirle yeme – içme kaygısı ideallere ağır bastı deniyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bu sorunuzu yanıtlarken öncelikle İslam ile İslamcı hareketi birbirinden ayırmak gerektiğini belirtmeliyim. Bu nedenle siz İslamî hareket deseniz de ben İslamcı hareket diyorum. İslamcı hareket, tarihsel olarak İslam’ın Emevi tecrübesine dayanıyor. Kökleri Muaviye’ye kadar inen İslamcılık aslında siyasi, ticari, iktisadî bir çıkar hareketidir. İslamcılığın ideali aslında tam da bugün yaşandığı şekliyle bir dünyevi çıkar, güç sahibi olma, zenginleşme, birilerini ezip yükselme hedefinden başka bir şey değildi. Bu konuda Muaviye’yi ve Emevileri örnek aldıkları su götürmez bir gerçektir. İslamcı harketin lider kadrsou için bunun böyle olduğu gelinen noktada gün gibi açığa çıkmış bulunuyor. İslamcılar, “amacıma ulaşmak için gerekirse papaz elbisesi giyerim” diyen bir anlayıştan beslendiler. Papaz elbisesi giymek, herkesi kandırmaya hazırım demektir. Nitekim, samimi dindar büyük kitleleri kandırdılar. Onlara huzur, sevap ve Allah rızası vaat ettiler ama kendileri için ise zenginlik, daha fazla güç sahibi olma, daha lüks bir yaşam, daha iyi yeme – içme, daha iyi giyinme, daha konforlu konutlarda yaşama, saraylar inşa etme, debdebe, ihtişam ve şaşaa dolu bir hayat amaçladılar. Tıpkı Muaviye ve Emevilerin yaptığı gibi… “Biz açlığını kuru bir hurma ile bastıran Hz. Muhammed’in ümmetiyiz” deyip dindar halka deyim yerindeyse kuru hurmalar verdiler ama kendi sofralarını havyarlarla süslediler.

İşte İslamcı gençlik artık bu türden sebeplerle İslamcı olmaktan çıkıp deist gençliğe doğru hızla evrilmektedir. Ancak reel İslam’ın ve ondan doğan İslamcılığın dışında hâlâ İslamî bir ütopyanın peşinde yürümek de mümkün. Bu da ancak İslam’ın akıl ve bilim perspektifinden hareket edilerek yeniden yorumlanması, güncellenerek çağa uyarlanmasıyla olabilir. Kanımca, itikadî taraf bir yana, en azından sosyo-kültürel açıdan Müslüman bir toplum olarak tarihsel mirasımızla bağımızı koparmamak adına bu imkanı değerlendirmek zorundayız. Son cümle olarak ifade edeyim ki, İslam’ı güncellemek sosyo-kültürel bir zorunluluktur. İslam, İslamcılara bırakılamayacak kadar değerli bir sosyo kültürel realitedir.

***

GÜNCEL GELİŞMELER IŞIĞINDA DEİZM TARTIŞMASI

Aydın Tonga

Ömrünü İslami çalışmalar içerisinde geçiren ve egemen din yorumuna karşı canhıraş bir biçimde mücadele eden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bir söyleşisinde şöyle demişti: “Deistler, dinciliğin bütün kötülüklerine, rezilliklerine rağmen Allah’a inançlarını koruyan samimi mümin insanlardır. Tarihin en namuslu, en ahlaklı, en üretken adamlarıdır.’’ Peki deizm Öztürk için ne ifade ediyordu. Yine aynı söyleşide bu soruyu da yanıtlamıştı Hoca. “İnsanlığın nefes alacağı tek pencere. Bu Batı’nın Engizisyon döneminde de böyleydi, bugün de böyle.” diyordu Öztürk ve ekliyordu: “Kuran; deizmi teşvik eden, terviç eden bir kitap değil ama ona kapı aralayan bir kitaptır.’

İlk din eğitimini babasından alan, medreseye giden ve dokuz yaşında hafız olup, 12 yıl imamlık yıllarca da üniversitede ilahiyat hocalığı yapan biri için bu sözlerin ağırlığını hissetmemek elde değil elbette. Lakin Yaşar Nuri Öztürk’e göre, egemen olan din yorumu İslam’ı temsil etmiyordu zaten. Dolayısıyla bu yorumun buyruklarına göre yaşayan Müslümanlar da İslam dinini yalnız bırakıyor, kendilerini “Allah ile aldatanlara” teslim ediyorlardı. Diğer bir ifade ile halihazırda yaşanan İslam değildi. Bu durumda Müslümanların “deizme” yönelmeleri de kaçınılmaz bir son olacaktı. Nitekim öyle oldu. Zira gerek modernistler gerekse de gelenekçi din adamları deizmden ağırlıklı olarak Müslümanları diğer bir ifadeyle Müslüman din öğretisini sorumlu tutuyordu. Yalnız bu sorumluluk sınavında gelenekselciler modernistleri, modernistler de gelenekselcileri suçluyordu.

Örneğin “modern” kesimden bir ses Emre Dorman bu konuda şöyle demekte: Şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki kendisini ateist ya da deist olarak ifade eden öğrencilerimin tamamına yakını geleneksel din anlayışına ve bu anlayışın insan aklı ve yaratılışına uyumlu olmayan iddialarına tepki olarak ateist ya da deist olmuşlar.” Öte yandan “gelenekselci” kanadın şahin isimlerinden İhsan Şenocak’a göre bu durumun sorumlusu bizatihi, dinin içeriğini yorumlarla boşaltan Müslümanlardı. Birlikte okuyalım: Tarihselci “Hoca” Kur’anın devrinin bittiğini, yerli müsteşrik sahabenin ihanet ettiğini, Mealci, Sünnetin şirk, dört mezhebin “Emevi sarayının dini” olduğunu iddia ediyor.Bunların yalanlarını kalemle çürüten Hocalara saldıranlar utanmadan niçin gençler deist oluyor diye soruyor.”

Her iki tarafa da eşit mesafeden yaklaştığımızda şunu söyleyebiliriz ki, gerek modernistler gerekse de gelenekselci/selefi din yorumu bu günlerde sıkça tartıştığımız “deizm” kervanına hatırı sayılır ölçüde katkı yapmıştır. Nitekim selefi din yorumu otoriter ve çağdışı din söylemi ile insanı doğrudan yeni bir din/Tanrı inancı arayışına yöneltmiştir. Diğer taraftan gelenekselci/selefi söylemi afişe etmek için çok yönlü çok başlıklı bir din yorumuna kapı aralayan modernist söylem de deizm tartışmalarına kapı aralamıştır. Çünkü yeni bilgiler ışığında dini bir biçimiyle yeniden öğrenen ve bu anlamda da “iman-akıl” ilişkisini gözden geçiren insan kendisini bir anda bütün dinleri reddeden deizm inancı içerisinde bulabilecektir.

Güncel durumun “deizm” tartışmalarına böyle bir katkı sağladığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Öte yandan şunu da hemen belirtelim ki, deizm konusu dini tartışmaların dışında felsefi bir görüş olarak öteden beri zaten var olan bir olgudur. Bu yönüyle dini tartışmalardan azade zaten başlı başına bir deizm inancı hep olagelmiştir. Örneğin İslam peygamberi döneminde bile dinsiz yaratıcıya inanan kimselerin olduğunu ve hatta bu kişilerin toplum içerisinde itibarlı kimseler olarak tanındığını da ifade edebiliriz.

Deizm tartışmaları bağlamında ifade etmemiz gereken bir diğer husus ise, Ortaçağ’la özdeşleşen ve din adına kıyımları, katliamları meşru hale getiren baskıcı uygulamalar olmuştur. Engizisyon bu anlamda tarihin utançla kaydettiği bir sorgu makamıdır. Hastalıkların dahi dine ihanet etmekle açıklandığı, bilim adamlarının dilinin koparıldığı ve hatta Bruno örneğinde olduğu gibi ateşlerde yakıldığı bir dönemin sonrasında, o din yorumunun Tanrısına inanmak pek kolay olmayacaktır. Benzer biçimde İslam tarihinde Biruni, İbn Sina, Cahız, İbn’u Heysem gibi bugün “bilimsel” kimlikleri ön plana çıkarılan isimler, yaşadıkları dönemde büyük baskılara maruz kalmış, sürgünle cezalandırılmış ve hatta bazıları öldürülmüştür.

İnsan, hayatını hep eksik sürdürse de “iyiye” olanı arayışı hiç bitmemiş, özellikle içinde bulunduğu toplumun “iyilerini” özenle takip etmiş ve hatta ona bile “kutsiyet” atfetmiştir. İslam dini özelinde baktığımızda ise her iddialı “iyi”, bir ötekini kötü olmakla suçlayıp, onu dine ihanetle itham ettiğinde, din kardeşliği yerini düşmanlığa bırakmış ve o an için ayakta kalan yalnızca “Tanrı inancı” olmuştur. Bu bağlamda neredeyse her bir iddialı yorumun başka bir Tanrı’ya çıktığı “Tanrılar dünyasında” bir ve ayrıştırılamaz, iktidara ve siyasete alet edilemez Deizm Tanrısı, inancın sonsuz boşluğunu dolduran ilah olarak yerini yeniden hatırlatmıştır diyebiliriz.