KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır: AKP tabanında çözülme var
AKP'nin beş valiz dolusu belgeyle yaptığı başvurunun ardından Yüksek Seçim Kurulu (YSK), İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal etti.
KP'nin talebiyle 23 Haziran'da tekrarlanacak olan İstanbul seçiminde seçmenin olası tercihlerini değerlendiren KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır, "AKP ve Erdoğan'ın sahicilik yitimi yaşadığına" dikkati çekerek, "Kendi seçmeninde ortaya çıkan bir çözülme var" dedi.
YSK kararı sonrasında mazbatası elinden alınan CHP'nin adayı Ekrem İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun AKP'nin yitirdiği 'sahicilik dilinin' karşılığı olarak yer aldığını, bu durumun muhakkak bir karşılığı olacağını kaydeden Ağırdır, "Kaç puan olur onu bilemiyorum" diye konuştu
10 yılda Türkiye’yi tarif edecek sıfatların neler olduğu üzerine bir araştırma gerçekleştirdiklerini ve insanların yüzde 72'sinin 'adalet' kelimesini kullandığını ifade eden Ağırdır, "Burada hangi yapıdan, sınıftan, kesimden olursa olsun ağırlıklı olarak ‘adalet’ diyorlar.
Sonra yine yüzde 40’ı 'saygı, huzur' istiyor. Dolayısıyla da seçimin iptali meselesinde iktidar blokunun, seçmenlerin önemli bir kesiminde bir adalet duygusu, vicdan zedelenmesi ürettiği açık.
Bunun için araştırma yapmaya da gerek yok. Ancak bunun ne kadarının Ekrem İmamoğlu lehine oya dönüşeceği ise hikâyenin başka bir yönü. Ama vicdanları rahatsız eden durum, bir rahatsızlık hali ortada" dedi.
Birgün'den Mehmet Emin Kurnaz'a konuşan KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın açıklamaları şöyle:
"İktidarın ayrımcı dili, muhalefeti birleştirdi"
• CHP’nin belli bir seçmen kitlesinin ötesine geçemediği eleştirileri hep yapılmıştır. Ekrem İmamoğlu ile bu durum aşıldı mı sizce, sahada izlenimleriniz neler?
Aslında 31 Mart’ı belirleyen en önemli dinamiklerden biri olarak bizim ‘negatif kimliklenme’ dediğimiz bir kavram var. Daha önceki seçimlerde hangi partinin yandaşıydı, hangi kimliğin ürettiği ruhi hareketle oy veriyordu bu ayrı bir mesele. Ancak 31 Mart’ta seçmen iradesini ‘yanında olduğu’ taraf değil, ‘karşısında olduğu’ taraf ya da şeyler duygusu belirledi.
Yani AKP’ye oy veren insanlar Binali Yıldırım’ın kampanyasına bakarak değil, CHP’ye oy veremiyor oldukları için oy verdiler. Tersi için de geçerli bir durum. Diğer bir dinamik de Ekrem Bey’in kampanyasından çok bu sonucu üreten şey iktidar blokunun kurduğu o sert ‘beka’ söylemine yaslanan; ancak ötekileştiren, şeytan ya da terörist gösteren dil oldu.
İşte bu tarz, AKP-MHP blokunda olmayan bütün seçmen kümelerini Saadet Partisi’nden CHP’sine kadar kendi kimliklerini de aşırtarak bir nevi Erdoğan karşıtlığında konsolide etti. Böyle bir kampanya olmasaydı 24 Haziran’dan sonra, özellikle CHP seçmeninde gördüğümüz, partisini eleştiren, ‘yine başaramadılar’ diyen insanlar içinden seçime katılmayanlar çok daha yüksek olabilirdi. Ama Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli sahneye çıkıp o dili kurduğu andan itibaren bu taraftaki herkes alarma geçti, konsolide oldu.
"Muhalefet bize gösterildiği gibi öncü değilmiş' dediler"
Tabi diğer bir durum da ekonomik kriz oldu. İnsanlar pazarda her yerde sebze meyvenin fiyatını gördü, kendi işini kaybetme durumunu gördü. Diğer taraftan 31 Mart’a kadar tamamen kimliğin ürettiği tamamen siyasi kutuplaşmaya endeksli bir durum vardı. Halk bu ikisi arasında bocalıyor, iktidarın politikalarından rahatsız olan insanlar öbür tarafa geçemedikleri için yine kendi bloklarında kalmaya devam ediyordu.
Ama özellikle seçim akşamı Ekrem İmamoğlu’nun dili, söylemi ve yanında Canan Kaftancıoğlu, o geceden itibaren bir hak mücadelesi vererek doğru bir dil kurarak, aslında CHP’ye de ne yapması gerektiğini gösterdiler. CHP şimdiye dek karşı taraftan oy almak için o tarafa yakın aday bulup oy almaya çalışıyordu. Ancak asıl mesele oy hedeflediğiniz kitleyle aynı olduğunuzu değil, o kitleye saygılı olduğunuzu gösterme meselesi idi.
İmamoğlu bunu başardı. Dolayısıyla 23 Haziran’ı belirleyecek dinamikler de 31 Mart ile aynı olacak. Ekonomik kriz, negatif kimliklenme vs. İktidarın son bir yılda yaşananlardan rahatsızlık duyan kendi seçmen kitlesinde de bir taraftan ‘aslında ötekiler de o kadar öcü değilmiş, oy verilebilirmiş’ duygusunu doğurdu.
• Türkiye İttifakı söyleminin seçmen üzerinde bir karşılığı olur mu?
Olmaz, çünkü bunlar büyük laflar, Türkiye’de siyaset kimliklere sıkıştı. Dolayısıyla daha önce Cumhuriyet’in kurduğu ‘makbul vatandaş’ tanımı, ‘Sünni, Türk, laik’ti. Değişen şey simdi ‘Sünni, Türk, dindar’ oldu. Herkesi birleştirecek şey öyle Türkiye İttifakı gibi soyut şeyler değil. Ortak hayatın, ortak kuralları. Katılım hakkı, ifade özgürlüğü vs. Merkeziyetçiliği ve keyfiyetçiliği bu kadar güçlendirerek ülke huzur bulmaz.
Samsun’da bir araya gelenler böyle bir tartışmanın içinde değiller. Kimsenin yoksullukla mücadele programı, istihdamı geliştirme gibi bir anlayışı yok. Vatandaşın kendi hayatına dair kararlara katılmasını, denetim hakkını tartışan yok. Şimdi bütün bir siyaset dilinden daha güçlü ekonomik bir sarsıntı var. Bunun ürettiği seçmen, hanesinin yemeği üzerinden hayata bakmak durumunda kalıyor. Bu sarsıntı toplumun bütün kanallarında, zihin damarlarında yeni tartışmalara yol açıyor.
"Bugün AKP ve Erdoğan sahicilik, inandırıcılık yitimi yaşıyor"
Bugün AKP ve Erdoğan sahicilik, inandırıcılık yitimi yaşıyor. Kendi seçmeninde ortaya çıkan bir çözülme var. Bu çözülme karşı tarafa gitmesin diye korku üzerine kurdukları dil negatif kimliklenme üretiyor ve seçmen öbür tarafa gitmese de sandığa katılmayarak tepkisini gösteriyor.
Ama şimdi o kararsız ya da sandığa gitmeyen seçmen partisi olmayan seçmen değil, partisi var ama memnun olmadıkları için gitmeyenler. Şimdi, iktidar bloku bu memnun olmayan kitleyi harekete geçirebilir mi? Ekrem Bey ve Canan Hanım’ın yaptığı şey, işte o sahicilik dilinin karşılığı olacak. Muhakkak bir karşılığı olacaktır. Kaç puan olur onu bilemiyorum.
• Ahmet Hakan, Turgay Güler gibi isimler Ekrem İmamoğlu’nu programa çıkarıp provakatif sorular yöneltti. Bu programlar seçmenin yönelimini etkiler mi?
Doğrudan o programlara bakıp oy tercihini değiştiren yok. Aksine özellikle iktidar bloğunun meseleyi bu kadar karikatürize etmesi, 40 kanalda günde 8 saat propaganda edilmesi söz konusu olunca işte orada toplumun adalet duygusu zedeleniyor. Yani iktidar, bütün bu toplumun algısını yönetebilme çabasıyla medyadaki çoğu ismi karikatürize etti. Onlar da bu durumda sahiciliklerini yitirdiler. Dolayısıyla o insanların seçmende karşılığı yok.
"Kürtlerin tavrı aynı olacak"
• Kürt seçmenin tavrında bir değişiklik bekliyor musunuz?
İstanbul’da Kürt seçmenin yüzde 80’i muhalefet tarafında yer alacaktır. Bunun kolay kolay değişeceğini sanmıyorum. Yüzde 20’lik bir kesim ise İyi Parti ve CHP’nin Kürt sorununa tavrı dolayısıyla duygusal yaklaşıyor olabilir. Bu konuda Tayyip Erdoğan’ın 4 haftalık tavrı, söylemi durumu nasıl etkiler bunu şimdiden konuşmak zor ama bu ayrıştırıcı söylem onları da sandığa götürüp muhalefeti desteklemelerine neden olabilir.
"Saadet Partisi’nin varlığı İmamoğlu lehine işledi"
• Seçimde Saadet Partisi ve DSP’ye oy vermiş seçmenlerinin tavrı nasıl olur?
Bu seçimde diğer partilerin tabii çok hükmü yok. Bir tek Saadet Partisi’nin varlığı biraz önceki bahsettiğim negatif kimliklenme durumundan kaynaklı İmamoğlu lehine işledi. Saadet Partisi, iktidarı eleştirse bile diğer tarafa yönelemeyen seçmen için alternatif olarak doğru olanı yaptı diye düşünüyorum. MHP de AKP’den boşalan seçmen için bir durak olarak duruyor. Benzer bir durum bu.
Ancak şunu görmek gerekiyor ki yeni başkanlık sistemi ile zaten siyasi düzen üç adaylı bir noktaya doğru gider. İttifaklar kalıcı olur diye düşünüyorum. Belki tamamen birleşirler. Temsili düzenden çıkarak yeni sistemde 50 artı bir düzenine dönüyor. Bu durumda küçük partiler de büyüklerin içinde erir. Sonuç itibariyle bir muhafazakâr dünyanın, bir seküler dünyanın, bir de Kürt dünyasının etrafında kümelenmeler oluşur diye düşünüyorum.
"Yıldırım’ın kazanmasını belirleyecek şey sandığa gelmeyen kendi kitlesinin ne kadarının geleceği"
• Son olarak ilk başta sormak istediğimi şimdi yönelteyim, 23 Haziran’da nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?
Öncelikle sayıları tekrarlayalım. Bir kere 100 İstanbul seçmenin 16’sı sandığa gitmedi. 3 de geçersiz oy ortaya çıkınca 19 oldu. 81 kişi üzerinden baktığımızda Ekrem Bey 39 buçuk, Binali Yıldırım 39. 3 oranında oy aldı. Her iki adayın da buradan başlayacağı varsayılabilir. Hem diğerlerinden eksilen 2 puan hem de geçersiz üç puan var, 16 da katılmayan var toplamda 100 kişiden 21’inin şimdiden tercihlerinin ne olacağı meselesi önümüzde duruyor. Ekrem Bey için o 39 insan gelip yine oy verecektir. Eksilme ihtimali söz konusu değil ama artma ihtimali var. Çünkü katılmayanların hepsi AKP seçmeni değil. Bu sefer sandığa onlardan da muhakkak gelen olacak.
Öbür tarafta AKP’li olup da ekonomik krizden şikâyetçi olan siyasi tercihini sorgulamaya başlayan insanların ne kadarı gelip partisine oy vermeye ikna olur? Bunu hesaplamak zor ama rahatsızlıklarını tespit edebiliyoruz. Bu rahatsızlık uzun süredir var dolayısıyla o tarafta bir çözülme var. Sandığa nasıl yansır kestirmek kolay değil. Bu durumda Binali Yıldırım başlarken yine 39 kişinin oyunu alır demek mümkün değil. O kişilerin içinde seçimin iptalinden kaynaklı adalet ve vicdan duygusu zedelenenlerden de eksilme olacak. Binali Yıldırım’ın kazanmasını belirleyecek şey sandığa gelmeyen kendi kitlesinin ne kadarının şimdi sandığa geleceği.
O rahatsızlık duyanların içinden de muhtemelen bir miktar Ekrem Bey’e oy verecek seçmen olacak. DSP gibi bazı küçük partilerin seçmeninin yönelimine de bakınca Ekrem İmamoğlu önde görünüyor. Ancak şunu da ekleyelim, iktidar bloku 7 Haziran ile 1 Kasım arası olduğu gibi kendi seçmenini ne kadar ikna eder ondan emin değiliz. Tayyip Erdoğan’ın son 4 haftadır kullanacağı dil yine sert olacaktır. Uzlaşma üzerine bir dil kullanacağını sanmıyorum.