Kürt olmasa da Kürtçe söylerdi! Eşi Ahmet Kaya'yı anlattı!
Ahmet Kayanın eşi Gülten Kaya'dan, Radikal'e çarpıcı açıklamalar. İşte her yönü ile Ahmet Kaya...
Ölümünün üzerinden geçen 10 yılda Türkiye'de ne değişti? Gülten Kaya ile, bir konser DVD'si, bir belgesel ve anma toplantılarıyla anılacak olan Ahmet Kaya'dan ve malum zihniyetten konuştuk
Bir Avrupa konseri... 1999'dan sonraki sürgün döneminden... Diyor ki Ahmet Kaya "Ben burada yaz da olsa, kış da olsa üşüyorum. Kalorifer sorunu değil, ben vatansızlıktan üşüyorum." Aynı dönemde "Ben öldükten sonra değil şimdi anlaşılmak istiyorum" dediğini de biliyoruz.
Bu görüntüleri iki yerde izleyebilirsiniz. Gam Müzik'ten çıkan 'Ülkemde Son Turnem' isimli DVD, Kaya'nın çoğunlukla Fethiye, Marmaris gibi Güney beldelerini kapsayan 13 duraklık son turnesinin kaydı. Ahmet Kaya, bir yıla kalmadan Türkiye'den gitmek zorunda kalacak. Bu acıklı bilgi içinizde izliyorsunuz DVD'yi.
İkinci kaynak ise yönetmenliğini Ümit Kıvanç'ın yaptığı 'Uçurtmam Tellere Takıldı' isimli belgesel. İlk gösterimi 11 Aralık'ta İstanbul'da, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde olacak. Ölümünün 10. yılında çeşitli etkinliklerle anılacak Ahmet Kaya. 4 Aralık'ta Paris'te Paris Kürt Enstitüsü'nün düzenlediği bir etkinlik var, 18 Aralık'ta da Viyana'da...
Eşi Gülten Kaya'yla 10 yılın muhasebesini yaptık.
DVD'nin adını 'Ülkemde Son Turnem' koymuşsunuz. Ahmet Kaya'nın çok turnesi olabildi mi? Oldu, ama burada da dikkatinizi çekmiştir, hep Ege ve Akdeniz şehirlerine... Hiçbir Kürt kentinde konser yapamadı. Bütün müzikal tarihinde bir tane Diyarbakır konseri vardır. O da halk konseri falan değil, Diyarbakırspor Kulübü'nün düzenlediği bir geceydi; 89'du sanırım. Onun dışında hiç izin alamadık.
Ahmet Kaya'nın Ankara'nın doğusuna geçememesi ironik değil mi? Öyle tabii. Zaten Ege'de, Güney'de yaptıklarımız da hep sorunluydu. Hep çok zor izinler, konser sonrası soruşturmalar, hatta sahneden indirilip ifade almalar...
DVD'nin sonuna eklediğiniz konuşma bölümlerinde, Ahmet Kaya'nın Türkiye'nin bölünmesine karşı olduğunu anlatışını defalarca koymuşsunuz. Sadece bu turnede değil, bütün konserlerinde, televizyon programlarında, hatta bu belalar başına geldikten sonra Avrupa'da da aynı cümleyi kurardı. Ben özellikle onları üst üste koydum. Sene 1998. Bir yıl sonra, bu konuda bu kadar fikir beyan etmiş bir adama bölücü deniyor. Kamusal alanda da, sohbetlerinde de değişmedi söyledikleri. Çok kullandığı için ezberlemişimdir: "Ben tam demokratik ve gerçekten bağımsız bir ülkenin dürüst bir vatandaşı olarak yaşamak istiyorum". Bu çok tipik bir Ahmet Kaya cümlesidir.
O malum geceden sonra hep Ahmet Kaya Türkiye'den gitmeseydi ne olacağı konuşuldu. Hatta siz açık açık sonunun Hrant Dink'e benzeyeceğini söylediniz. Peki o geceye hiç katılmamış olsaydı, gerçekten o Kürtçe şarkıyı söyleyip klip yapsaydı, yaşayacağı zamana yayılmış bir linç mi olacaktı? Bence çok şey fark etmezdi. O gece ya da başka bir yerde anadilinde şarkı söyleme hakkını yine kullanacaktı, durum değişmeyecekti. 99 seçimleri yaklaşıyordu o sırada. Kürt seçmen çok risk altındaydı. Zaten 90'lı yıllardan geçmiş moralsiz bir halk... Ahmet Kaya Kürt olmasaydı da, moral vermek adına onların anadilinden şarkı söylemek isterdi. Tesadüf Kürt'tü.
Hem de Kürtçe bilmeyen bir Kürt... Evet, hiç yoktu Kürtçesi. Kürtçe'ye hâkim insanlar Ahmet'in Kürtçesini duyduklarında feci buluyorlardı. Bu da devletin ayıbıdır. İnsanın anadilini bilmemesi çok acı...
Son dönemde o gecenin tekrar gündeme gelişinde, tek tek oradaki insanları deşifre edip özür listesi çıkarmanın olayı münferitleştirici bir etkisi olduğuna katılır mısınız? Linç o gece başladı ve bitti gibi davranılmıyor mu biraz? Bırakalım kendisini, Ahmet Kaya dinleyenler bile o linci zaten yaşıyordu. Ahmet Kaya dinlediği için Polis Akademisi'nden atılmış polis de, yurttan atılmış öğrenci de, tezgâhı darmadağın edilmiş satıcı da var. Yakın zamanda giydiği tişörtten dolayı Adapazarı'nda çocukları linç ettiler. Söz ettiğiniz o deşifre çabasının farkındayım, bu biraz da içini boşaltma, o ağır suçtan yaka kurtarma çabası. Bu bunu yaptı, şu şunu yaptı kısmıyla ilgilenmiyorum. 1999 Türkiye'sinde hayatı temsil eden şahsiyetlerin bilinçaltıyla, bu refleksle ilgileniyorum. Onların adları değişik de olabilirdi. Şimdi herkes bireysel olarak kendini aklama derdinde.
Son dönemde Ahmet Kaya'yı sevmek moda mı oldu? Türkiye'nin son 10 yılda kat ettiği mesafeye bakmak lazım. Hayat onu doğruladı. Bu dilin ve realitenin kabul edilmesi gerekliliğinden söz ettiğinde "Hayır Kürt diye bir şey yok" diyenler, bugün çok vahim durumdalar.
Bugün Kürt meselesi konuşulurken kullandığımız kelime haznesi bile değişmişken, bu realitenin kabulünde hangi aşamada görüyorsunuz Türkiye'yi? Bir Kürt ve Alevi olarak söylüyorum, o kadar çok ehvenişere alıştırıldık ki bu ülkede, "Evet Kürtler var" denebilmesi bile bir iyilik hali. "Bu mudur beklentin" derseniz, asla değil tabii. Çok hızlı gitmesi gereken bir süreç kaplumbağa hızıyla gidiyor.
Umutlu musunuz? Umut, umutsuzluk gibi bakmıyorum olaya. Ben diyalektiğe inanan bir sosyalistim, değişimin kaçınılmaz olduğuna inanırım. Mutlaka gerçekleşecek ama sadece geç kalınıyor.
Ahmet Kaya'yla tanışmadan önce sizin bir siyasi geçmişiniz var. Yazıyorsunuz, ediyorsunuz. Onunla tanışmasaydınız şimdi ne yapıyor olurdunuz? Kimyacı, matematikçi falan olmayacağım kesin... Nerede, nasıl bilmiyorum ama yazı yazardım sanırım. Lisede resim okumuştum, bir de resim yapmak isterdim.
Şu anda ikisini de yapamıyor musunuz? Yok, bu müzik işi hayatımızı çok doldurdu. Çok insana ulaşan birinin mutfağında hakikaten çok iş oluyor, ben her evresinde olmaya çalıştım. Dış dünyayla tüm ilişkisi benim üzerimden yürüdü. Başka bir şeye yapmaya vakit kalmadı.
Hayatınızın çok fazla Ahmet Kaya'yla dolu geçmesi, gerçekten istediklerinizi yapmaya mani olmuş mudur? İçinizde böyle bir burukluk var mı? Hayatımda bir keşke yok. Ahmet de bilirdi, beni beslemeye çalışırdı. İlk çıktığında hemen elektrikli bir daktilo almıştı. Sürgündeyken bir gittiğimde "Sana bir sürprizim var" diye bir koli koydu önüme, bir sürü tuval, boya almış bana...
O tuvaller boyandı mı? Yok. Kızım da babasını tamamlamak için şövale almış, şurada duruyor. Yine vaktim olmadı.
"Oktay Ekşi'nin nezaketine sadece gülerim"
Oktay Ekşi'nin istifasının ardından kendisinin nezaketine dair konuşuldu çok. En azından Ahmet Kaya'ya dair hiç nazik olmayan şeyler (Ahmet Kaya yalancı haysiyetsizin biridir. Avantayı nerede bulsa ona göre bağırır. Bugün PKK'nın para dağıttığını görünce PKK'lı, yarın travestiler dağıtırsa ondan...) yazdığını biliyoruz zamanında. Siz ne hissettiniz bu süreçte?
Oktay Ekşi'nin nezaketine, ben sadece gülerim. Kahkahayla gülerim ve bunda da çok haklı olurum. Kendimizle ilgili çıkaracağım tek örnek yeter çünkü. Hangi davranışı nezaketle açıklayacağız? İstifasını mı? Çok geç kalınmıştır. Ahmet Kaya için yazdıklarından dolayı bile istifa etmiş değil; gazetesi de bunu tolere etmiş üstelik. Nezaket çok değerli bir şey, içini bu kadar kolay boşaltmamak gerekli. Nezaket buysa ben nazik olmayı reddederim. Oktay Ekşi bir gecede zihniyet devrimi falan yaşamadı. Bir yerde yazacak mı bilmiyorum, ama aynı zihniyetle yazacak. Gitmiş olması da beni heyecanlandırmıyor. Zihniyet yerli yerinde çünkü. Yoksa o gazetenin genel yayın yönetmeni de gitti ama başka mecralarda aynı şeyi yazmaya, söylemeye devam ediyor. 'Türkiye Türklerindir' duruyor hâlâ orada. Ben bir Kürt Alevi olarak Türk değilim, Türkiyeliyim. Türkiye Türklerinse benim ülkem neresi o zaman? Oktay Ekşi neye nezaket göstermiş? Çıkıp Türkiye'ye 'Ben şu kadar yıl, şu kadar insanla ilgili şu günahları işledim. Kendimi bütünüyle reddediyorum' diyebilmek nezakettir. 30 yıl öncesi yapması gerekeni gecikmeli olarak yaptıysa bunun nezaketle ilgisi yoktur. Tersine nezaketsizlikle anıyorum ben onu ve öyle anmaya da devam edeceğim.
O geceye dair özürler ne hissettiriyor size? Bir kere eşiyim diye özrün adresi ben değilim, milyonlarca insan. Ayrıca özür de kıymetli bir davranıştır, onun da içini boşaltıyoruz. Gerçekten fantastik bir filmden geçiyoruz sanki. Öyle bir film izlemiştim. Hâkim "Aşağılık adam, karını kesmişsin. Üzerine bir de salam yapmışsın" diyor, "Özür dilerim" diyor adam. Artık idam edilecek, son isteği soruluyor, "O salamdan bir dilim yiyebilir miyim?" diyor. Özür dilemiş ama... Türkiye'nin hali budur.
Ahmet Kaya'nın oyuncakları
Hep bağıran çağıran bir adam olarak bilinir. Mesela bilim-kurgu okumayı da izlemeyi çok severdi. Dürbünleri, teleskopları vardı, gökyüzüne bakardı; astrolojiyle ilgiliydi. Bir ara telsizler vardı, sabaha kadar konuşurdu. Ondan hevesini aldığında Commodore aldı, Amiga aldı. Bir oda dolusu oyunu vardı. Strateji oyunlarını severdi, bir ülke kuruyorsun, kalkındırıyorsun. Bana sorardı "Buğday mı satayım, onu mu alayım, militarizme ne kadar yatırayım" diye. Herkes emeğinin karşılığını alsın diye bakınca epey ülke batırdı. Batırdıkça tansiyonu yükselirdi. Uçak korkusu vardı, onu yenebilmek için uçuş simülasyon programları getirtti. Bayağı kokpitte uçağı kaldırıyor... Mümkün olduğunca karayoluyla gitti her yere. Bir istisna Küba'dır, o da ölürse sosyalist bir ülkeye giderken öldü desinler diye... Türkiye'de ilk internet kullanıcılarındandır. Chat odalarında genç çocuklarla sohbet ederdi. Sonra o çocukların hepsi toplanıp bize gelirlerdi. Bir dönem ağabeyim Yusuf Hayaloğlu'ndan heveslenip ahşap yontuya merak sardı. İnanılmaz aletler, atölye kurulacak kadar kompresörler falan aldı. Sonra daha yüksek üflüyor diye mangal yaparken kullandı onları. Her dönem oyuncakla rı oldu. Trenler, uzaktan kumandalı arabalar... Ben onunla geçirdiğim 15 yılda hiç sıkılmadım. Çok iyi yemek yapardı bir kere. Kimse iltifat etmese, kendi ederdi.
PINAR ÖĞÜNÇ Radikal