Mahçupyan: Bu tutum Türkiye’yi korkulan tehlikelerin eşiğine getirir

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Suriye ve Irak'ta süren savaşla ilgili olarak yazı kaleme aldı.

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Suriye ve Irak'ta süren savaşla ilgili olarak, "Suriye ve Irak birileri onları parçalamak istediği için değil, kötü yönetildikleri için bu haldeler. Eğer hak ve özgürlük açısından işlevsel bir demokratik yönetime sahip olabilselerdi, kimsenin bu iki ülkeyi bölmeye gücü yetmeyeceği gibi çok muhtemelen kimse de bunu istemez, böyle hedefleri olanlar varsa onlar da hayallerini ertelerdi" dedi.

Türkiye'yi de bölecekler söylemlerine tepki gösteren Mahçupyan, "Velhasıl ezberler çok cazip olabilir. Düşünmeye gerek bırakmadan bizleri bir süre oyalayabilir. Ama bizzat bu tutum Türkiye’yi korkulan tehlikelerin eşiğine getirir. Çünkü kendimizi aldatınca dünyayı aldatmış olmuyoruz…" ifadesini kullandı.

Mahçupyan'nın "Son milli komplomuz" başlığıyla (20 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle

Düşünce dünyasının siyasete rehin düşmesiyle birlikte yeni bir ezber üretmiş durumdayız. Buna göre bir, Suriye ve Irak’tan sonra parçalanma sırası asıl hedef olan Türkiye’ye gelecek… iki, bu küresel bir plan ve arkasında ABD bulunuyor… ve üç, ABD Türkiye’yi parçalamak istiyor çünkü Türkiye artık büyük iddialara sahip güçlü bir oyuncu.

***

Birçokları için bu ezbere inanmak bir ihtiyaç. Bu sayede düşünmeden düşünmüş gibi yapmak, kendini düşünen biri olarak sunmak mümkün. Söz konusu klişeyi tekrarlayarak korunaklı bir cemaatin parçası haline gelebiliyor, bu söylemi sayesinde kendinize ve kimliğinize güç vehmedebiliyorsunuz. Gerçekten de dünyanın en güçlü ülkesi ABD bizi parçalamak için bunca uğraş verirken, onun başarısızlığını görmek ve hele bunun ardında kendi ‘büyüklüğümüzün’ yattığını hissetmek olağanüstü olmalı. Ancak ne yazık ki bu tutum gerçeklerden kopuk yaşayabilmeyi geçici olarak sağlayan bir uyuşturucu… O nedenle sürekli tekrarlamanız ve başkalarından duymanız gerekiyor. Çünkü bir an sağduyulu bakmak bile, ‘yerli ve milli’ olmanın amentüsü haline getirilen bu ezberin ne denli gerçeküstü bir tablo çizdiğini ortaya koyabilir.

Adım adım gidelim… Birincisi, Suriye ve Irak birileri onları parçalamak istediği için değil, kötü yönetildikleri için bu haldeler. Eğer hak ve özgürlük açısından işlevsel bir demokratik yönetime sahip olabilselerdi, kimsenin bu iki ülkeyi bölmeye gücü yetmeyeceği gibi çok muhtemelen kimse de bunu istemez, böyle hedefleri olanlar varsa onlar da hayallerini ertelerdi. Aynı şekilde eğer bazı ülke yönetimleri bölünmüş bir Türkiye hayali içinde iseler, bunun tek gerçekleşme olasılığı Türkiye’nin demokratik değerlere aykırı şekilde yönetilmesi durumudur.  Türkiye kendi eliyle kendisini kırılgan hale getirirse, böylesine çatışmalı ve rekabetçi bir dünyada bazı büyük ülkelerin bölünmüş bir Türkiye’yi kendi bölge tasavvuruna daha uygun bulması şaşırtıcı olmaz. Buna karşılık Türkiye kuvvetler ayrılığı ve yargı tarafsızlığı yanında kültürel ve kimliksel eşitlenme/dayanışma temelinde gerçek bir demokratik sıçrama gerçekleştirirse, hiçbir dışsal güç böyle bir girişime yeltenemez…

İkincisi, bu kadar çeşitli, ilişkileri karmaşık, hedefleri uyumsuz ülkelerin bir arada ‘yönettikleri’ bir dünyada, herhangi bir konuda ‘küresel’ bir planın varlığını savunmak akla ziyan bir durum. Her ülke ve bölgesel aktör, kendi gücü doğrultusunda küresel ve bölgesel dengeleri etkilemeye çalışıyor. Buna Türkiye de dahil… Biz de gücümüzün elverdiği ölçüde, ilişkide bulunduğumuz her coğrafyanın istediğimiz yönde değişmesi için uğraşıyoruz. Ayrıca ülkeleri bölmek, onları bölünmüş olarak daha fazla etkilemeyi garantilemeyi gerektiriyor. ABD içinde de belki arzulayanlar vardır, ama Suriye ve Irak’ın bölünmesinin en çok İran ve Rusya’ya yarayacağı açık… Parçalanmış bir Ortadoğu nihayette ABD’nin bu coğrafyayı terk etmek zorunda kalması anlamına gelecektir.

Üçüncüsü, Türkiye gerçekten de Batının ‘cepte var bir’ diyeceği bir ülke değil. Konuşulması, ikna edilmesi, işbirliği aranması şart olan bir ülke… Ayrıca kendince hedefleri, iddiaları, hayalleri de olan bir ülke… Ancak bunların ‘gerçekçi’ olmak gibi bir zorunluluğu var. Şu an sahip olduğumuz ekonomi ve siyaset düzleminde ise, söz konusu hedef ve iddiaların gerekçiliği giderek azalmakta. Demokratik alanda sıkışan yönetim yapısıyla Türkiye, avantajlarını kullanamayan, yanlış yapan, o yanlışlarla yüzleşemeyen ve giderek kırılganlaşan bir aktör. Tarihten gelen psikolojik bagajından kurtulamamış, kendi içinde vatandaşlık meselesini tam olarak çözememiş bir ülke…

Velhasıl ezberler çok cazip olabilir. Düşünmeye gerek bırakmadan bizleri bir süre oyalayabilir. Ama bizzat bu tutum Türkiye’yi korkulan tehlikelerin eşiğine getirir. Çünkü kendimizi aldatınca dünyayı aldatmış olmuyoruz…