Saadet'in kanalı TV5'in Yayın yönetmeni Mustafa Kurdaş: Ak Parti'nin en büyük zafiyeti kendi medyası
İlim, Kültür ve Eğitim Vakfı (İKEV) Bahçelievler yurdu öğrencileri "Gençler Soruyor" röportaj dizisinde medya, algı ve iktidar ilişkisini Millî Gazete ve TV5 Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş'a sordu.
"Medya toplumsal algıyı yönlendirmede bir numaralı konumda bulunuyor. Ulusal medyada bu yönde tespitleriniz var mı? Ülke yönetiminde medya üzerinden yapılan algı yönlendirmeleri ne boyutta?" sorusuna Kurdaş şöyle cevap verdi:
'ALGI YÖNETİMİ YUKARIDAN ÜRETİLİYOR'
"Hemen her gün manşetlerde algı yönetimi var. Türkiye Ergenekon süreci diye bir süreç yaşadı ve yaklaşık 9 yıl sürdü. 7 gün 24 saat boyunca FETÖ'nün, iktidarın, solun gazeteleri, televizyonları Ergenekon aşağı, Ergenekon yukarı dedi binlerce haber yapıldı köşe yazılarına konu oldu.Ama bir sabah kalktık baktık ki birisi dedi ki Ergenekon diye bir şey yok.Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ettik.
Okuduğumuz gazetenin genel yayın yönetmenini arayıp ya kardeşim 8 yıl bizi niye kandırdınız diye kimse hesap sormadı. İzlediğimiz televizyon kanallarını arayıp da bize niye bu görüntüleri boşu boşuna 8 yıl boyunca izlettiniz de demedi.
Okuduğumuz yazarlara kardeşim siz bize 8 yıl niye yalan yazdınız diye kimse hesap sormadı. Çünkü bu bir algı yönetimiydi. İnsanlar algı yönetimi karşısında düşünemez, akıl edemez, muhakeme edemez, mukayese edemez, kıyas ve kısası asla kabul edemez bir duruma düşürüldü.
O yüzden bugünde biz hala bir algı yönetimi denizinde yüzüyoruz günlük medya düzeni içerisinde. Bugün gazetelerin neredeyse tamamı bu olgunun içerisindedir.
Algı yönetimi yukardan başlamak suretiyle üretilmektedir. En basitini size söyleyeyim algı yönetimleri bakımından Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması olayıdır. Süleyman Şah Türbesi taşınırken bütün gazeteler ve bütün iktidarın sözcüleri bir zafer çığlığı attılar.
Adeta Türkiye’de büyük bir zafer elde ediyormuş gibi biz Süleyman Şah Türbesi’ni aldık getirdik taşıdık. Ama biliyorsunuz günler sonra işin hakikati ortaya çıkmıştır. Bu bir algı yönetimidir. Aslında bu bir yenilgidir normal şartlarda. Bir geri gidiştir. Ama biz bunu zafer gibi taktim ettik. Tıpkı Ergenekon hadiselerinde olduğu gibi.kitle iletişim teknolojileri gelişiyor. Bu düzenin içerisine giren medya kuruluşları gittikçe artıyor."
ZAFER DUYGUMUZLA OYNANIYOR
Birçok TV kanalında yaklaşık bir yıldır benzer formatlarda asker ve ordu içerikli diziler yayımlanmakta bunun halkın algılarına yönelik bir adım olduğunu düşünüyor musunuz? Halen devam eden Afrin Harekâtı ve daha sonra yapılması muhtemel harekâtlar için bu diziler bir hazırlık olabilir mi?
Tarih ve asker dizileri son yıllarda çok fazla sinemada moda haline geldi. Bu aslında Samanyolu TV sürecinden kaynaklanan bir miras gibi geliyor bana. STV’nin yapmış olduğu diziler vardı.
Çok iyi hatırlayacaksınız hem askeri anlamda hem de inancımızı ılımlı İslam projesine doğru yönlendiren dinler arası diyalog projelerine yönlendiren diziler yapılıyordu. Sonrada Türkiye’de muhteşem yüzyıl denilen bir başka dizi ile birlikte başka bir sayfa açıldı. Tarihin popülerleşmesi meselesi ortaya çıktı.
Herkes bir tarihe ilgi duymaya başladı. Ama yalan bir tarih muhteşem yüzyılda takdim ediliyordu. Osmanlı sultanları sanki harem insanıymış gibi hiç haremden çıkmayan ve sadece haremde yaşayan bir algı oluşturuldu. Üstelikte çok büyük işte evliya diye bileceğimiz zatlarla ilgili bile bunlar oluşturuldu.
Cihat etmiş, atın sırtından hiç inmemiş insanlar sanki sarayda entrikalar içerisindeymiş gibi bir takım yaklaşımlar oluşturuldu. Kurtlar Vadisi sürecinde yine farklı farklı şeyler yapıldı. Mesela Kurtlar Vadisi Irak diye bir sinema filmi çekildi. Sanki Türkiye Irak’taki zulmü Polat’ı Bağdat’a, Irak’a, Kuzey Irak’a göndermek suretiyle o zulmü ortadan kaldırmış gibi bir algı oluşturuldu.
Yada Kurtlar Vadisi Filistin’de diye ayrıca bir sinema filmi çekildi. Sanki Filistin’deki meseleyi üstelikte İsrail’e yardım ederken, İsrail ile işbirliği halindeyken, İsrail’in OECD üyeliğini kabul ediyorken, İsrail ile her türlü ilişkiler içerisindeyken biz Kurtlar Vadisi Filistin diye bir filim çekmek suretiyle o bütün negatif şeyleri altüst ettik. Tıpkı Vietnam filmleri gibidir.
Hollywood’un aslında ABD'nin emperyal yönünü, zalim yönünü Vietnam’da göstermiş, yenilmiş ama sonra Hollywood filmleri burada bir takım hikâyeler ve senaryolar üzerine çekilmek suretiyle o yenilgi adeta sanki Amerika’nın galibiyetiymiş gibi taktim edildi. Aynı şeyler Türkiye ölçeğinde de bu şekilde yapılır hale geldi. Mesela yine bir takım dizilerimiz var. Ertuğrul Gazi hakkında Türkiye’deki bütün tarihten bize kalan sadece bir buçuk sayfalık bir belgedir. Resmi bilgiler bakımından söylüyorum.
Literatüre, araştırmacıların ortaya koyabildiği sadece bir buçuk sayfalık bilgi var. Ama Ertuğrul Gazi ile ilgili biliyorsunuz bölümlerce senaryolar yazılıyor ve tamamen günümüzde zımnen bir takım politikalar, bir takım algı yönetimleri ve aktüel, popüler bir şekilde başka bir amaçlıda güdülebiliyor.
Bu bakımdan diziler olsun, televizyon formatları olsun farklı bir yöne doğru çekilmiş oluyor. Bu dizilerin tamamını ben dışarıya dönük değil içerideki kamuoyunu inşa etmeye dönük olarak görüyorum. Bütün negatiflikleri ve sıkıntıları bertaraf etmeye dönük olarak görüyorum. Bazen de insanların işte zafer duygularıyla oynandığı düşüncesindeyim.
Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim diye, Irak’ı, Suriye’yi görmeyelim diye, Irak’ta, Suriye’de,Filistin’de yapmış olduğumuz yanlışları görmeyelim diye aslında yapılan şeyler ve insanlara sürekli zafer duyguları yaşatılmak suretiyle içerisinde bulunduğumuz halden çıkartılıyoruz. Aslında bir başka amaç gütmüş oluyoruz.
Algı yönetimi bakımından bunlar önemlidir. Algı yönetimindeki esaslardan birisi sahte amaçların oluşturulmasıdır. İnsanlar ve toplumlar bir takım sahte amaçlar oluşturulmak suretiyle istenilen başka bir amaca doğru sürüklenebilirler. Tarih bunlarla doludur. Mesela reklam dünyasına bakın algı yönetimi bakımdan çok daha önemlidir. Hiçbir banka reklamını yaparken şunu demez ya ben sizden faiz alacağım, daha fazla kar edeceğim, para kazanacağım demez.
Ne der? Ben sizin ihtiyaçlarınıza yardımcı olacağım der. Şu sıkıntınız var krediniz hazır der. Hep bizi düşünür. İşte Ramazan geldi Ramazan krediniz, Kurban geldi Kurban krediniz, tatil geldi tatil krediniz hep bizi düşünür, toplumu düşünür. Hiç bankalar kendini düşünmez gibi gösterirler.
Asıl amaçları, sahte amaçları bize yardım etmektir, bizim elimizden tutmak, ihtiyaçlarımızı görmek için güya çalışırlar gibi reklamlar yaparlar ama arka planda onlar kar ederler, bizi sömürmektedirler. O yüzden algı yönetiminde sahte amaç taktiği çok etkili bir taktiktir ve bu yürütülür. Politikada da bu böyledir. Politikada da sanki politikacılar hiç kendilerini düşünmez, iktidarları özellikle hep halkı düşünür gibi bir algı vardır. Ama insanların düşünmesi gerekir.
Ne olursa olsun düşünülerek hareket etmesi gerekir. Çünkü Cenabı Allah Kur’an’da birçok ayeti kerimeyi sonlandırırken Akıl etmez misiniz? Düşünmez misiniz? diye sonlandırır. Bu bize bir tavsiye değildir. Bu bize bir emirdir. Düşünmek gerekir, akıl etmek gerekir. Bunun için çaba sarf etmek gerekir. Algı yönetimlerinde de bu böyledir. O yüzden bizim zafer duygumuzla aslında oynanmış oluyor. Bunu söyleyebiliriz.
AK PARTİ'NİN EN BÜYÜK ZAFİYETİ KENDİ MEDYASI OLMUŞTUR
Türkiye ‘de medya siyaset ilişkisinin temel problemleri nelerdir?
Aslında Türkiye’de ve dünyada bu problemin esasında şu vardır. Hep bu tartışılagelmiştir zaten. Medya, iktidarı hâkimiyeti altına almaya çalışır, iktidar da medya üzerinde hep bir baskı kurmaya ve onu kendi kontrolüne almaya çalışır. Dünyada medya iktidar ilişkileri hep bu yöndedir.
Hep böyle gitmiştir de. Ama tek parti hükümetlerinde bu durum hep iktidarın lehine olmuştur. Bunu sadece on beş yıllık adalet ve kalkınma partisi dönemi için söylemiyorum. Daha önceki tek partili dönemlerde de iktidarlar medyayı kendi kontrolü altına alma ihtiyacı duydular.
Özellikle seksenli yıllardan sonra ideolojinin yerini para aldıktan sonra, ideolojinin yerini kapital dünya aldıktan sonra ve medya düzeni, gazeteler ve televizyonlar holdinglerle kapital dünyanın eline geçtikten sonra, bu gazeteler ve gazeteciler patronunun işini takip etmeye başladılar.
Patronu adına devletten ihaleler alabilecek argümanları, haberciliği geliştirdiler. Patronlar iktidarı tehdit ederek kontrolü altına alma gayretinde oldular. Tek parti iktidarları dönemlerinde de iktidarlar çeşitli uygulamalarıyla, bir şekilde gazeteleri kendi yörüngesi etrafında döndürmeyi hep istemiştir. Asıl açmaz paradoks budur. Yani işin esasında şu olması gerekir. Bana göre iktidarın en iyi yardımcısı ona yol gösteren medyadır. Özellikle bu iktidar için şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Bana göre on beş yıllık Adalet ve Kalkınma partisi iktidarının en büyük zafiyeti kendi medyası olmuştur. Çünkü kendi etrafında olan gazete ve gazeteciler en baştan beri bu iktidarın yanlışlarını, küçük yanlışlarını dahi ört bas etme gayreti içinde, görmeme gayreti içinde oldular. Bu yanlışları iri puntolarla manşetler de sürekli alkışladılar.
Doğal olarak iktidar küçük yanlışları alkışlayan gazeteler, hoca efendiler sayesinde daha büyük hatalar için cesaretlenmeye başladı. Ve daha büyük hatalara doğru iktidar gitti. O yüzden de biz on beş yıl boyunca sıkıntılar yaşadık. Dertlerle karşı karşıya kaldık. Oysa bu gazeteler ve gazeteciler uygun bir şekilde en azından satır aralarında dahi olsa yanlışları söyleyebilseydi.
Mesela Avrupa Birliği, FETÖ, Amerika’dan dost olmayacağı hakikatini yazabilseydi, söyleyebilseydi. 1 Mart tezkeresiyle ilgili sürecin yanlışlarını yazabilseydi, söyleyebilseydi. Suriye politikaları ile ilgili yanlışları söyleyebilseydi. Ya da açılım dönemindeki yanlışları az buçuk yazıp söyleyebilseydi. Yahut faiz ekonomisi ile ilgili yanlışları yazabilseydik, çizebilseydik.
Ne ekonomi bu hale gelirdi ne dış politikadaki bu açmazlarla karşı karşıya kalırdık. İktidar kendini ona göre düzeltebilirdi. O yüzden hep söylüyorum. Bir kişiye, bir insana bir iktidara en güzel yardım şudur. Yanlış yapıyorsunuz. Dikkat edin. Şurada bir sıkıntı var sorun var demek herhâlde en büyük yardımdır çünkü bir uçuruma doğru yürüyen, düşecek olan bir insana, uçurumun varlığını söylememek ona yapılan en büyük kötülüktür. Zülüm olur.
Doğru olan onu söylemektir. Medya bugün onu söyleyemiyor. O noktaya gelmiştir. İktidar da bunu talep etmiyor. Bence bugün medya düzeni içerisinde ki en büyük paradoks budur. İktidar kendisine yardım edilmesini istemek durumundadır aslında. Medya da kendi görevini yapıp, iktidarın kendi medyası bile olsa; yanlışları usulünce uygun bir dil ile hatırlatması gerekir."