Özal'ın Basın Danışmanı Can Pulak'tan Erdoğan'a Basın Özgürlüğü Tepkisi

Can Pulak 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle bir açıklama yaptı. Pulak, "Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında en geri Afrika ülkelerini bile sollayıp, en alt sıralarda gezinen bir ülke olarak neyi kutluyoruz ki?

Sözcü'de yer alan habere göre, Muğla’nın Bodrum ilçesinde yaşayan gazeteci ve merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın basın danışmanı Can Pulak 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle bir açıklama yaptı.

Pulak, "Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında en geri Afrika ülkelerini bile sollayıp, en alt sıralarda gezinen bir ülke olarak neyi kutluyoruz ki? İktidarlar kendilerine yöneltilen her eleştiriyi saldırı olarak görmekten vazgeçmeli” dedi.

AFRİKA’YI BİLE SOLLADIK NEYİ KUTLUYORUZ

Pulak açıklamasında “Şu gazeteciler Bayramına, çalışan gazeteciler gününe, hele yapılan kutlamalara ve çekilen mesajlara çok gülüyorum. Sonra kızıyorum, öfkeleniyorum, söyleniyorum ama ne çare? Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında en geri Afrika ülkelerini bile sollayıp, en alt sıralarda gezinen bir ülke olarak neyi kutluyoruz ki?

Eğer hapisteki gazetecisi en bol ülke olmayı, basın özgürlüğü iyice cılızlaşmış bir ülke olmayı, iyi yetişmiş ve çok donanımlı, çok başarılı gazetecilerini çalıştırmamayı başaran bir ülke olmayı kutlayacaksak mesele yok… Kutlu olsun” ifadelerini kullandı.

60 YILLIK GAZETECİYİM BÖYLESİNİ GÖRMEDİM 

Usta gazeteci Can Pulak açıklamasının devamında ise “60 yıllık bir gazeteci olarak, mesleğinin her dalında çalışmış, mesleki kuruluşlarında Başkanlık dahil her kademesinde görev yapmış,hala ısrarla mesleğini sürdürmeye gayret eden, yaşı 80'e merdiven dayamış biri olarak şunu söylemeliyim.

Yarım asırı geçen gazetecilik hayatımda harpler, ihtilaller, darbe teşebbüsleri ve çok sıkı sıkıyönetimler görmüş ve yaşamış biri olarak,basına böylesine baskı, markaj ve ekonomik ablukaya pek  rastlamadım, bu derecesini hiç görmedim.

Elbette zor dönemlerden geçtik, sıkıyönetimlerde hırpalandık, demokrasiyi işine geldiği gibi uygulayan iktidarlarla tanıştık ve çatıştık ama böylesine acımasızına, tuttuğunu cezaevine atanına  pek şahit olmadık. Allah rahmet eylesin,en korkulan Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural'dı, o bile çok kızdığı gazetecileri iki gün merkez komutanlığında tuttuktan sonra salıverirdi.

Demokrat Parti döneminde gazeteciler hapse girmedi mi? İhtilaller ve darbeler döneminde gazeteciler tevkif edilmedi mi? Terör döneminde dağlarda teröristlerle röpörtaj yapan gazetecilerin başı belaya girmedi mi? Tabii ki girdi ama, meslek dayanışması o dönemlerde inanılmaz derecede güçlüydü.

Bir gazeteci yalan mı yazdı,yanlış mı yazdı, olayları çarpıttı ve gerçekleri gizledi mi,genelde mahkeme kanalıyla tekzip gönderilirdi. Öyle günümüzde olduğu gibi, vatan haini-terörist gibi damgalarla suçlanmaz, yakapaça yakalanıp içeri tıkılmazdı. Ben kasıtlı haberlere,önüne gelene yargısız infaz yapanlara, hakaret edenlere hep karşı oldum,halen de karşı çıkmaya devam etmekteyim.

Gazetecinin eleştirmek hakkıdır ama,belden aşağı vurmak, hakaret ve küfretmek işi değildir ve olamaz da. Hele Türkiye'mizin genel menfaatlerine zarar vermek, gerçek ve meslek kurallarına sadakatle bağlı bir gazetecinin asla hakkı ve ödevi olamaz. Ama her eleştiriyi hakaret kabul etmek, kişisel hakların çiğnenmesi gibi görmek ve her vesileyle yargıya başvurmak da doğru değildir” diye konuştu.

İKTİDARLAR HER ELEŞTİRİYİ SALDIRI OLARAK GÖRMEKTEN VAZGEÇMELİ

Pulak açıklamasının sonunda ise, “İktidarlarla basın arasındaki öteden beri gelen sürekli kavgada, iki tarafın da kusurlarını kabul etmeliyiz. İktidarlar kendilerine yönelen her eleştiriyi saldırı olarak görüyor, basın ise ispatlayamayacağı bir sürü asılsız haberi kamuoyuna gerçekmiş gibi sunuyor.

Bunun üzerinde devamlı kavga etmek yerine, daha akıllıca önlemler düşünmek gerek. Örneğin gazeteciler, yazdığını ispat edecek araştırma ve belgelere dayanmalılar ve (gazeteci  kaynağını açıklamak zorunda değildir)gibi bir savunma kalkanının arkasına sığınmamalılar.

Sonradan olma ve gazetelerin köşelerine oturtulan sun'i yazarların çoğu da, iktidarların dili ve borazanları olarak görevlerini başarıyla sürdürüyorlar. Burada üzerinde durmamız gereken nokta, siyasetin asla kabul edilemeyecek kavgacı ve kirli dilinin, aynı şekilde basına da bulaşmasıdır. Sadece iktidar basınına değil, muhalefet basınına da…

Türkiye bu dili mutlaka düzeltmek zorundadır. Süratle düzeltmezse eğer, siyasetçilerin de gazetecilerin de dilleri daha da kavgacı ve kirli hale gelecektir ki, bunun ülkemize çok daha büyük zararları olur.

CEZA MAHKEMELERİN İŞİDİR RTÜK VE BASIN İLAN KURUMUNUN DEĞİL

Gazeteci Pulak açıklamasını şu sözlerle bitirdi: Gazete ve televizyonların gerçek gazetecilerin eline geçebilmesi için birşeyler yapmak, belki de müteahhit, tüccar patronları devreden çıkaracak bir formül bulmak gerek. Bunu da ancak iktidar-basın ortak çalışması meydana getirir ki,günümüzde böyle bir işbirliğini beklemek şimdilik hayal gibi görünüyor.

Son söz olarak şunu da eklemeliyim. İmkansızlıklar içinde kıvranan ve taşra basını dediğimiz tüm Anadolu yerel gazete ve gazetecilerine ciddi destekler yapmalıyız. RTÜK gibi, Basın İlan Kurumu gibi resmi kurumları basına tehdit ve baskı aracı olarak kullanmamalı, aksine bunları medya dünyamızın destekçisi haline getirmeliyiz. Ceza, mahkemelerin işidir, RTÜK ve Basın İlan Kurumunun değil…