Yeni Şafak yazarı: Bürokraside korunan FETÖ'cüler var
Yeni Şafak yazarı Hasan Öztürk, FETÖ ile mücadelenin uzun yıllar sürmesi gerektiğini söyleyerek dokunulmayan FETÖ'cülerin pişmanlık taşımadığını söyledi.
Yeni Şafak yazarı Hasan Öztürk, FETÖ ile mücadele konusunda hükümete uyarlar yaptı. İsim vermeden kısa süre önce açıklama yapan ve "Askeri kurumlardaki FETÖ tehlikesi ortadan kalktı" diyen Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli'yi eleştiren Öztürk, "FETÖ ile mücadele öyle bir iki yılda bitecek türden değil." dedi.
Öztürk, yazısında "Çünkü bugün devletin herhangi bir birimine sızan elaman 40 yıl sonra emekli olacak. Mücadele o güne kadar devam etmeli." ifadelerini kullandı.
Öztürk, başından geçen bir olayı anlatarak, bazı FETÖ'cülerin görevlerinde durduğunu ve korunduklarını belirtti.
Öztürk, Erdoğan'ın "İslam'da güncelleme" çıkışından sonra hükümeti hedef alan bazı tarikatlara dikkat çekerek "Toplumsal uzlaşıyı, büyük yürüyüşü durdurmak için içimizde kurulan en tehlikeli aparat şu anda 'İslamcılık' ya da 'muhafazakarlık' üzerinden yürütülen aksiyonerliktir!" dedi.
İşte Öztürk'ün o yazısı:
Hangi veriye dayanarak, “FETÖ’yü temizledik. FETÖ unsurlarını bitirdik” diye başlayan cümleler kuruyorlar anlamış değilim. Daha geçen ay Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) kaç FETÖ zanlısı gözaltına alındı? Onlarla iltisaklı kaç öğretmen, kaç bürokrat şu anda FETÖ’den soruşturma geçiriyor? Kaçı tutuklandı?
Unutmuş olamayız!
Mart ayı henüz bitmedi ama şu ana kadar 2 binin üzerinde gözaltı var. Bunlardan 623’ü FETÖ kapsamında tutuklandı. Birçoğu adli kontrol şartı ile tutuksuz yargılanmak üzere salıverildi. Yani soruşturma süreci devam ediyor.
Ancak ne hikmetse bugünlerde “FETÖ’yü temizledik” diyen sesler duyuyoruz.
Hakkını teslim edelim. FETÖ’nün omurgası çökertildi. Hani tabir tam oturuyor, “inlerine girildi”.
Ancak FETÖ ile mücadele öyle bir iki yılda bitecek türden değil. Geçenlerde hatırlatmıştım. Sayın Başbakan’ın 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Çankaya Köşkü’nde bizlere yaptığı açıklamayı bir kez daha hatırlayın. “Hiç alışık olunmadık bir örgüt ile mücadele ediyoruz” demişti örneğin. “TSK içinde albay seviyesindekilerin yüzde 60-80’i FETÖ’cü” de demişti.
Bu örgütün katmanları var. FETÖ ile mücadele için oluşturulan birtakım verilere takılmayanlar da var. Örneğin hiç Bank Asya’nın kapısından bile geçmemişler, hiç DİJİTÜRK aboneliği iptal etmemişler, hiç ZAMAN gazetesi abonesi olmamışlar var. Hatta caminin kapısından geçmemişler var. Ve bunlar hala aramızdalar ve hala akıl almaz bir umut ile gün sayıyorlar.
FETÖ’nün beli kırılmıştır. En önemlisi artık milletin nezdinde ilelebet mahkûm olmuşlardır. Sırtlarındaki derviş hırkası sökülüp atılmış altından çıkan kipkirli, kapkara suretleriyle ortalıkta cascavlak kalakalmışlardır!
Buraya kadar sorun yok. Ama FETÖ ile mücadele öyle 3-5 yılda bitecek bir mesele değildir.
Zira ortada 2 nesil hatta 3 nesil vardır.
Hiç unutmuyorum 17-25 Aralık yolsuzluk soslu yargı ve polis darbesi girişiminden hemen sonra Ankara’da fikirleri kadar öngörülerine de itibar ettiğim çok önemli bir dostum şöyle demişti: “Bu örgüt Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canına doğrudan kastetmiş bir örgüttür. Katman katmandır. O yüzden bu mücadele 40 yıldan önce bitmez. Çünkü bugün devletin herhangi bir birimine sızan elaman 40 yıl sonra emekli olacak. Mücadele o güne kadar devam etmeli.” (Bu sözlerin 15 Temmuz’dan önce söylediğini de aklımızın bir köşesinde tutalım.)
'KORUNAN' FETÖ’CÜLER VAR
Tespit ettiklerimizi tasfiye ediyoruz. Ya tespit edemediklerimiz ya da “korunanlar” ne olacak?
Tespit edemediklerimizin neden tespit edilemediğini az buçuk biliyoruz. Kılıktan kılığa giriyorlar. Sinsiler, gerektiğinde kendilerini bile inkar edebilecek manevra kabiliyetine sahipler.
Peki ya korunanlar?
Korunanlar ifadesini özellikle kullandım. Zira başımdan bile geçti. Bizzat tanık olduğum olaylar var. Şikayet edildiği halde hakkında işlem yapılmayan bir şüpheliyle ilgili olarak çok önemli siyasetçinin “Onu koruyorlardır” cümlesini kulaklarımla işittim. Yanımda şahitlerim de vardı.
Ve hala o “korunanlar” görevde duruyor. “Neden duruyorlar” sorusunun bir karşılığı yok bende. Hatta “Neden korunuyorlar” sorusunun da…
Zira görünürde ne çok önemli görevdeler, ne çok değerli işler yapıyorlar. Ama hala oralarda duruyorlar.
Akademide de varlar, bürokraside de.
Kendi kendime sorduğum soru “Neden hala korunuyorlar” sorusudur. Bulabildiğim cevap en masum haliyle şu:
“Bir ara işin bir kısmını sosyolojiye bırakmalıyız” denmişti. Yani örgüt mekanizmasının çalışamaz hale geldiğini gören bazı elemanların zaman içerisinde topluma kazandırılabilme umudu… Yani, çoluk çocuk var gençler var onların FETÖ’nün etkisinden kurtulmaları halinde, topluma kazandırılabileceği umudu.
KILIÇ ARTIKLARI DA TEMİZLENMELİ
Bunun alt düzeyde bir karşılığı olabilir umudunu hep taşıdım. Ancak gördüğüm o ki en alttaki elemanlarında bile şu ana dar bir pişmanlık, bir nedamet duygusu yok. Dahası “itirafçı”ların bile söylediklerini şayet diğer delillerle çek etmezsek bir tuzağa düşebileceğimizi defalarca söyledim.
O halde, bu mücadele “kılıç artıkları”na da uzanmalı. Yoksa FETÖ’den başımız daha çok ağrıyacak.
Bu arada FETÖ’nün yerine göz dikenleri de takip etmekte yarar var. Yani ki Türkiye’nin büyük yürüyüşünü durdurmak isteyenlere “içeriden aparat” olmak isteyenleri…
İbrahim Karagül’ün “muhafazakar muhalefet” şeklinde formülleştirdiği mesele yani!
Belki başka bir yazıda çok daha ayrıntılı tartışırız.
Şimdilik sadece şunu söyleyelim. Toplumsal uzlaşıyı, büyük yürüyüşü durdurmak için içimizde kurulan en tehlikeli aparat şu anda “İslamcılık” ya da “muhafazakarlık” üzerinden yürütülen aksiyonerliktir!
Ne istediklerini hiçbir zaman tam olarak söylemeyen bu çevrelerin, bugünlerde hangi fotoğrafı verdiklerine bakmak bize bir şey söylüyor diyeyim yetsin!
Arife tarif ne hacet…