Prof. Haluk Eyidoğan: Türkiye şehir depremleri sürecine girdi
Prof. Haluk Eyidoğan’dan önemli açıklamalar: "Bir bölümü yüksek deprem tehlikesi altında olan ve yoğun nüfus barındıran şehirlerimizin sayısı arttığından dolayı ülkemiz şehir depremleri sürecine girmiştir."
“ Deprem tehlikesi altındaki şehirlerde riskli alanlarda yapılaşma ve nüfus seyreltilememiş, tam aksine yapı ve nüfus yoğunlukları artmıştır”
“Deprem risklerini azaltma hedefli yasa ile öngörülen toplu kentsel dönüşüm uygulamaları, ticari ve rant öncelikli gayrimenkul geliştirme işlerine dönüşmüştür”
(Hülya Karabağlı - Turkiyegundemi Özel Haber)
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeofizik Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, büyük kayıplara yol açan 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde ortaya çıkan imar-şehircilik mevzuatından, yapı denetimi, yerel yönetimlerin yetkileri, profesyonel mühendislik, müteahhitlik gibi birçok başlıkta tespit edilen eksik, yanlış ve yetersizliklerin çoğunun bugün de sürdüğünü söyledi.
Eyidoğan, “ Bir bölümü yüksek deprem tehlikesi altında olan ve yoğun nüfus barındıran şehirlerimizin sayısı arttığından dolayı ülkemiz şehir depremleri sürecine girmiştir” dedi.
6306 sayılı yasa ile öngörülen toplu kentsel dönüşüm uygulamalarının ticari ve rant öncelikli gayrimenkul geliştirme işlerine dönüştüğüne dikkat çeken Eyidoğan, “İstanbul Deprem Master Planı’nda bina kayıp oranına göre en fazla ağır hasar ve can kaybı olabileceği tespit edilen ilk on ilçeden yalnızca ikisinde kentsel dönüşüm için riskli alan ilan edilmiş, ancak bir ilçede uygulama yapılmaya çalışılmıştır. O ilçedeki dönüşüm proje beklenen sonucu vermediği gibi ilçedeki birçok kamu arazisi lüks konut geliştirme projelerine dönüşmüştür” açıklamasını yaptı.
Jeofizik profesörü Haluk Eyidoğan, 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin 20. Yılında Türkiye’nin mevzuatından, uygulamasına kadar geldiği noktayı ‘Türkiye Gündemi’ ile paylaştı.
“Türkiye şehir depremleri sürecine girmiştir”
17 Ağustos depremi, ülkemizde afetler için risk yönetiminde, deprem kent planlama ve tasarımında, imar/şehircilik mevzuatında, yapı denetiminde, yerel yönetimlerin yetkilerinde, kalkınma politikalarında, afet eğitiminde, yerel toplum örgütlenmelerinde, profesyonel mühendislikte, müteahhitlikte ve sigorta düzeninde, planlamada sürdürülebilir planlama anlayışında eksik, yanlış ve yetersizliklerin ve ders alınması gereken gerçeklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşaret ettiğimiz bu eksik ve yetersizliklerin çoğu halen sürmektedir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) 2012-2023 yılları için yapacağı Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’ndaki kısa ve orta vadeli eylemler halen gerçekleştirilememiştir.
Bir bölümü yüksek deprem tehlikesi altında olan ve yoğun nüfus barındıran şehirlerimizin sayısı arttığından dolayı ülkemiz şehir depremleri sürecine girmiştir. Deprem tehlikesi yüksek alanlarda plansız ve denetimsiz yapılaşmanın yarattığı acı sonuçlar, 17 Ağustos 1999 depreminin ortaya koyduğu binlerce acı örnekten anlaşılmaktadır. 20’nci yılını andığımız 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi büyük kayıplara neden olan bir şehir depreminin acı örneğidir.
“İmar yasası bugüne kadar 28 kez değişikliğe uğramasına rağmen afet risklerini azaltacak içeriğe kavuşamamıştır”
1999 depreminden sonra çıkarılan yapı denetim yasası, DASK yasası, AFAD yasası ve ilgili diğer mevzuatta yapılan değişikliklerin daha yararlı olması için beklenen düzenlemeler yapılmamıştır. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında yasa ve Yıpranan Tarihi ve Kültürel Varlıkların Yenilenerek Korunması başlıklı yasalar riskleri azaltma amaçlı uygulamalardan çok rantiye amaçlı uygulamalar için kullanılmıştır.
1985 tarihli imar yasası bugüne kadar 28 kez değişikliğe uğramasına rağmen afet risklerini azaltacak içeriğe kavuşamamıştır. Afet risklerini azaltma yönetimi halen afet müdahale, yardım ve yara sarma anlayışının önüne geçememiştir.
Yapı müteahhitliği yasası yoktur, ancak 2 Mart 2019’da Yapı Müteahhitliği Yönetmeliği çıkarılabilmiştir.
“Deprem tehlike değerleri Marmara Denizi kıyılarına yakın ilçelerimizde yüzde otuzbeşe varan oranlarda artmıştır”
1999 depreminden ancak 20 yıl sonra, yüzlerce yüksek yapı inşa edildikten sonra, 1 Ocak 2019’dan geçerli olmak üzere yeni deprem yönetmeliği ve deprem tehlike haritası uygulamaya konulabilmiştir. Yeni deprem tehlike haritasına göre İstanbul’da depreme dayanıklı bina tasarımında kullanılacak deprem tehlike değerleri Marmara Denizi kıyılarına yakın ilçelerimizde yüzde otuzbeşe varan oranlarda artmıştır.
2009 yılında İBB tarafından yapılan “İstanbul Deprem Kayıpları Tespit Raporu” sonuçlarına göre olası büyük bir depremde İstanbul’da can kaybı nüfusun binde biri veya ikisi arasında değişen bir değere ulaşacak, yapıların yüzde on ile yirmisine yakını kullanılamayacak durumda hasar alacak ve ortalama bir buçuk milyon kişi barınma ihtiyacı için sokağa çıkacaktır. Hal böyleyken her deprem hatırımıza geldiğinde medyada “deprem olacak mı, olmayacak mı?”, “şu kadar yıl deprem olmayacak” gibi beyanatlarla oyalanma lüksümüz yoktur. Deprem kuşakları üzerindeki şehirlerimizde deprem risklerini yönetme ve risk azaltma ağırlıklı eylemler artmalıdır.
“Toplu kentsel dönüşüm uygulamaları ticari ve rant öncelikli gayrimenkul geliştirme işlerine dönüşmüştür”
2012 yılında uygulama konulan ve deprem risklerini azaltma hedefli 6306 sayılı yasa ile öngörülen toplu kentsel dönüşüm uygulamaları ticari ve rant öncelikli gayrimenkul geliştirme işlerine dönüşmüştür.
2003 yılında yayınlanan İstanbul Deprem Master Planı’nında bina kayıp oranına göre en fazla ağır hasar ve can kaybı olabileceği tespit edilen ilk on ilçeden yalnızca ikisinde kentsel dönüşüm için riskli alan ilan edilmiş, ancak bir ilçede uygulama yapılmaya çalışılmıştır. O ilçedeki dönüşüm proje beklenen sonucu vermediği gibi ilçedeki birçok kamu arazisi lüks konut geliştirme projelerine dönüşmüştür.
Deprem tehlikesi altındaki şehirlerde riskli alanlarda yapılaşma ve nüfus seyreltilememiş, tam aksine yapı ve nüfus yoğunlukları artmıştır. Afet kökenli kentsel riskleri azaltacak mevzuat değişiklikleri ve eylemler gerçekleştirilememiştir. Bir bölümü sıvılaşma riski taşıyan ve kamuya açık olması gereken kıyı alanları veya dere yatakları hasılat paylaşımı yoluyla üst gelir grubuna hitap eden lüks inşaatlarla donatılmış, kıyı siluetleri bozulmuştur.
“17 milyonluk nüfusuyla İstanbul’da tek merkezden bir il afet ve acil durum yönetimi yapılmaya çalışılmaktadır”
Artık herkes bilmektedir ki Marmara Denizi ve çevresindeki yerleşimler, başta İstanbul olmak üzere büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. İlçe nüfusları yüzbinleri bulan İstanbul’da ilçe afet ve acil durum yönetimi teşkilatları yoktur. 17 milyonluk nüfusuyla İstanbul’da tek merkezden bir il afet ve acil durum yönetimi yapılmaya çalışılmaktadır. Risk azaltma ağırlıklı bir planlama süreci (sakınım planı) başlatılamamıştır.
Bireysel afet eğitimi uygulamaları yapılmakla birlikte yerelde toplumsal katılımı ve örgütlenmeyi özendirecek Mahalle Afet Gönüllüleri sistemi destek bulamamıştır. Büyük şehirlerde ilçe belediyeleri ve muhtarlıkların afet yönetimindeki rollerini ve gücünü arttıracak mevzuat ve bütçe güçlendirilmeleri yapılamamıştır. Merkezi yönetim ağırlıklı anlayış nedeniyle afet yönetiminde toplumsal katılım, iş birlikleri ve kurumsallaşma gerçekleşememiştir.