"Seni paramla, karizmamla, güzelliğimle döverim!" Şahika'dan şok sözler!!!

"Bence 'özel yapım' biri o...37 yaşında heyecanını, utangaçlığını, kırılganlığını yenememiş biri çünkü."


Beyaz'ın programına çıkıp 'konuşamama' halini ekstrem bir durum sanan varsa fena yanılır. Çünkü Binnur Kaya, hala kozasından çıkamamış bir kelebek gibi; gerçekten ürkek, gerçekten kendini açamayan, gerçekten kalabalıklara karışamayan biri. Yani gerçekten 'öyle'! Asla fotoğraf çektirmek istemiyor, çok ama çok zorlanıyor.
Tanışır tanışmaz samimi olamıyor, içini dökemiyor, sizinle başbaşa kalamıyor.
Hele röportaj vermek falan? Aylarca beklemeniz gerekiyor.
Bunların hepsini onunla röportaja gitmeden önce de biliyordum ama şaka gibi geliyordu; oyun, hatta rol gibi.
Gördüm ama. Biz menajeri Özlem Hanım'la lafa daldığımızda, onun utana sıkıla kapıyı tıklatıp "Girebilir miyim?" dediği an anladım.
'Gerçek mi bu, kaldı mı sahiden böylesi' dedim içimden.
Tanışırken, elini uzatırken, hakkındaki övgü cümlelerini dinlerken elleriyle gözlerini kapatıyor, çocuk gibi 'sevindirik' oluyor.
Menajeri anlatıyor; "Asla telefonu sizden önce kapatmaz Binnur." İyi de bütün bunların ardından, kameranın karşısına geçip 'hayvan gibi döktürmek', bu kadar 'canavarlaşabilmek' nasıl mümkün oluyor? İşte bunu merak ettim en çok.
İşte, son iki sezondur ekranın en şöhretli, en fenomen karakterleri Şahika ve Dilber Hanım'a hayat veren Binnur Kaya karşınızda.
Herkese keyifli pazarlar...

"Ben de zaman zaman salon kadını çizgimden çıkıyorum, başka türlü olur mu? Öyle yaşanır mı ya! Genelde kabalık yapmamaya çalışırım ama adaletsizlik ya da haksızlık söz konusu olduğunda Şahika olma hakkımı kullanıyorum. Hiç de gocunmuyorum..."..

* * *
- Avrupa Yakası'nda oynamanız, Şahika rolü hayatınızın dönüm noktası mı?
- Ben öyle görmüyorum. Çünkü bir şey dönmedi, bir şey olmadı ki!

- Facebook'ta, internette fan club'lar kuruluyor, herkes tüm hafta boyunca sizi konuşuyor, acayip fenomen olmuş durumdasınız. Daha ne değişsin?
- Ne bileyim, sevildi belki, çok şükür ama öyle hislerim yok...

- Gerçekten mi?
- Vallahi yok! Bir de dönüm noktası çok büyük bir cümle. Yani hayat için çok büyük bir cümle. Bunlar çok gelip geçici şeyler; söylediğiniz durum şu an için geçerli. Böyle bir yakıştırmayı, hayatımın tamamını etkileyecek bir durum için kullanabilirim en fazla. Çok çok uzun sürecek ve olumlu veya olumsuz hayatımı etkileyecek bir şeyde kullanabilirim. Bu durum şimdi böyle!

- Peki halinize hayret ediyor musunuz?
- Tabii, böyle hayretlerim oluyor. Hiç böyle bir şey beklemiyordum ama bunun bir iş olduğunu hiçbir zaman unutmuyorum. Şunu biliyorum ki şimdi böyle, yarını bilmiyorum.
O yüzden bunu coşkuyla yaşayamıyorum.

- Yani 'ben neymişim' duygusuna kapılmıyorsunuz hiç?
- Öyle bir şey nasıl olabilir ya? Ayrıca ben bunları çok kolay yapmıyorum. Kolay yapıyor olsam, böyle taşkınlıklar yaşayabilirim ama zor oluyor, çıkıp takır takır oynamıyorum ki...
Gerçekten canımın derdinde oluyorum ben.

- Bu kadar kaba saba, bu kadar itici, bu kadar korkunç birini neden sevdik peki; cevabınız var mı buna?
- Onu ben de bilmiyorum ama bence herkesin içinde var bunlar!

- Ece Temelkuran yazmıştı; "Hepimizin içinde çirkin, ağzının kenarından yağ akan, televizyon izlerken ayaklarıyla oynayan kadınlar var. Ama çirkin olmaya hakkımız yok! İçimizdeki çirkinliği ötekileştirmek için de Şahika'nın daha fazla çirkinleşmesine ihtiyaç var" diyordu. Böyle mi sizce de?
- Hatırladım, içimden 'çok teşekkür ederim, çok teşekkür ederim' diyerek okumuştum.
Ben de öyle düşünüyorum; hepimizin içinde bastırdığı, göstermek istemediği, çirkin, gerçek taraflarımızı gösteren biri Şahika.

- En merak ettiğim de şu: Bu, utangaç kadın nasıl canavarlaşıyor böyle kamera karşısında?
- Benim de içimde var demek ki...

- Şahikalık mı?
- Olmaz mı, muhakkak var. Lahmacunla ilgili çoğu anılar gerçektir mesela! (gülüyor).
Ben de Şahika gibi birdenbire patlayabilirim...

- 'Oha, çüş' der misiniz?
- Yok demem. Ama Nil Burak'ın şarkısını yıllarca, hele arkadaşlarım bende kaldığında, sabahları assolist gibi söylerdim.

- Zaten rol yapmıyorsunuz, oynadığınız düpedüz sizsiniz gibi geliyor bana..
- Evet oynarken rezil olmak gibi bir düşüncen olmuyor çünkü, 'şimdi bunu yaparsam rezil olurum' diye oynamıyorsun.
Tam tersi, bir karakterin bütün zaaflarını göstermekten hoşlanıyorum. Hayatta da buna çok değer veriyorum, yani zaaflara.

- Kadınlar zaaflarını, zayıflıklarını, demin konuştuğumuz o çirkin hallerini göstermek istemediği için mi komik olamıyor genelde?
- Bilmiyorum ama günlük hayatımda da tercihimdir, gösterilmeyen ve hoşlanılmayan taraflarımı gösteririm ben. Öbür türlü zemin sallantıda oluyor. Sonuçta her zaman uysal biri değilim ben, her zaman uyumlu biri değilim.

- Demek salon kadını çizginizden çıkabiliyorsunuz zaman zaman?
- Tabii ki! Mümkün mü, öyle yaşanır mı ya? Genelde kabalık yapmamaya çalışırım ama haksızlık, adaletsizlik olduğunda Şahika olma hakkımı kullanıyorum. Bundan da hiç gocunmuyorum.

- 'Seni paramla, karizmamla, güzelliğimle döverim' diyen Şahika'ya karşılık siz nasıl, neyinizle döversiniz insanları?
- Bir şeyle dövmem. Gerçekten dövmem, sadece giderim. Ben bir gün hafızamı kaybedebilirim, bildiğim her şeyi unutabilirim, ismimi unutabilirim ama sadakatimden bir şey kaybetmem, hatırlarım yani. Dostluklarımı ve sadakat duygumu asla unutmam. Dolayısıyla dövmem ama yapacağım en büyük şey dostluğumu esirgemek olur, o yüzden giderim.

- Bu sezon herkes Ata Demirer ve Engin Günaydın arasında yarış bekliyordu. Fakat Dilber Hala herkesten rol çaldı. Bu kadarı tesadüf olabilir mi?
- Şans belki! Altı boş bir şey olarak söylemiyorum ama sadece şanslı bir durum.
İyi senaryo, iyi bir ekip, iyi yönetmen...

- Neye elinizi atsanız tavan yapması sette gerginlik yaratmıyor mu?
- Bu şimdi böyle! Yarını bilmiyorum. O yüzden bu konularda coşku yapmıyorum.

Denize âşıktım Kaptan Cousteau ile çalışmak istiyordum...

- Oyunculuk en büyük hayaliniz miydi?
- İlkokulda ve ortaokulda yan flüt çalmaktı hayalim.

- Aa neden?
- Sesini çok seviyordum.
Hem dinlendirici, hem acıklı bir sesi vardı. Bir de arp!

- Nasıl bir çocuktunuz? Mutlu mu, içe kapanık mı, asosyal mi, yaramaz mı?
- Çok inat biriydim. Hatta şimdi daha fazla öyleyim! İlkokul öncesi çok yaramazdım, kendimi hep erkek zannederdim, saçlarım kısa, sesim kalındı. Hep erkek çocuklarıyla oynardım, ben de onlardan biriydim bana göre! İlkokulda içime kapandım, ortaokuldan itibaren de eğlenmeye başladım. Lisede ise İstanbul ve deniz aşkım başladı. Sonunda Kaptan Cousteau ile çalışmak istediğime karar verdim!

- Hâlâ oyunculuğun uzağından yakınından geçmiyorsunuz yani..
- Hiç! Sadece karşı komşu Gülay Teyze ısrarla "Binnur, tiyatrocu olsana" diyordu. Taklitler yapıyordum çünkü. Ufak ufak tiyatro çalışmaları öyle başladı. Ama tek isteğim liseden itibaren okyanus bilimci olmaktı, öyle geçiyordu o zamanlar...

- Elazığlı değil misiniz, deniz aşkı nereden çıktı?
- Aslen Adanalıyım ama baba tarafında öyle durumlar var. Deniz aşkım nereden geldi, bilmiyorum. Herhalde buluşasımız varmış! Bazen ummadığı buluşmalar oluyor insanın hayatta; beklemediği, hiç planlamadığı, daha önce düşünmediği... Ona ben yazgı diyorum. Neyse... Deniz sevgisiyle beraber İstanbul'u sevmek istedim. Orhan Veli'den, Nâzım Hikmet'ten şiirler ezberleyip okurdum; 'Gemiler geçerdi rüyalarımdan allı pullu gemiler, ben zavallı ben denize hasret bakar bakar ağlarım...' Bunlardan çok etkilendiğim için mi İstanbul'u sevmek istedim, cevabını hâlâ bilmiyorum.
Mesela bu yaz o kadar uzak kaldım ki İstanbul'dan.
Geldiğimde, Zeytinburnu sahilden geçiyorum, dayanamadım, arabayı durdurup koştum, yere uzandım, toprakta döndüm.
Allah'tan karanlıktı!

- Tiyatroya bu kadar uzakken tiyatro okumak nasıl oldu?
- Gülay Teyze tiyatro tiyatro dedikçe kafama girdi.
Amatör tiyatro ilanı görüp başvurdum. Çantam, formamla, elimi kolumu sallayarak gittim, Shakespeare adını duymamışım bile. Bir kapıcı kadın taklidi yaptım, ama oldu! Belki de bütün bunlara rağmen olması etkiledi beni. Bir şeyi başarma, seçilme duygusu hoşuma gitti.
Edebiyat mezunuydum, okyanus bilimi okuyamadım. Elimde bir tek tiyatro olduğu için de, ona sığındım galiba.
'Bilkent Tiyatro Bölümü burslu' ilanını görüp girdim. Tiyatroda okurken annemler hâlâ diyorlardı ki: "Kızım bir yandan da Açıköğretim'i bitirsen!"

Tanımadıklarımla konuşamıyorum...

Bu çekingenliğiniz, utangaçlığınız sadece gazetecilere mi özgü, genel bir durum mu?
- Yoo, tanımadığım herkes için geçerli. Tanıyor da olabilirim ama eğer çok uzun zamandır görüşmemişsek yine aynı şeyi yaşıyorum. Mesela ortaokul arkadaşımla, lise arkadaşımla konuşamam bir zaman geçmeden, alışmam gerekiyor.

- Telefonu kaldırıp marketi, tamirciyi aramak zorunda kaldığınızda?
- Onda da oluyor...

- Nasıl hallediyorsunuz?
- Halledemiyorum! Tiyatro bölümünde okurken arkadaşımı aramıştım bir şey sormak için... Annesi çıktı, sadece adımı verebildim, arkadaşıma 'kekeme bir arkadaşın aradı' demiş!

- Bu ne zaman ortaya çıktı?
- Pek hatırlamıyorum ama babamın, "Kızım akıcı konuş" dediğini hatırlıyorum. Muhtemelen küçüklükten beri böyleydi.

- Çok merak ediyorum; kamera karşısında kendisinden geçen biri nasıl bu kadar heyecanlı, utangaç olabiliyor?
- Vallahi bilmiyorum. Sadece yaptığım şeyi, yaptığım işi çok seviyorum ve oynayasım geliyor.
Hani hayal kuruyorum sanki...

- Hiç bununla ilgili bir çözüm aradınız mı, tedavi yolu?
- Tabii, böyle girişimlerim oldu ama bu tür denemeler uzun süreçler gerektiriyor ya, ben hiçbir zaman o süreçleri tamamlamadım, sonunu getiremedim. Öyle bir sabrım yok çünkü.

Ayrılmaktan hoşlanmıyorum o yüzden ilişki istemiyorum

- Binnur Kaya gerçekte nasıl bir kadın? Ciddi, romantik, duygusal?
- Hepsi! Sadece ciddi, sadece duygusal olunamaz ki. Baskın bir karakter değilim, yumuşak ilişkilerden hoşlanıyorum.
Evet romantiğimdir; çok severim sürpriz yapmayı da, yapılmasını da. Herkes gibi ciddi olduğum ya da melankolikliye yatkın olduğum zamanlar vardır...

- Aşk neresinde hayatınızın; ne kadar uzak, ne kadar yakın size?
- Aşk bir yerinde değil; ben aşkın göbeğindeyim hep. Çünkü her şey aşk!

- Evlilik düşündünüz mü hiç, evliliğin eşiğinden döndünüz mü, çok aşık oldunuz mu, unutamadığınız biri oldu mu?
- Ha, o anlamda aşk çok uzağımda. Bekârım! İlişki anlaşmak demek; anlamak ve anlatabilmek demek, dolayısıyla arkadaşlık demek. İlişki yaşayacağım insan çok iyi arkadaşım olmalı; kendimi anlatabildiğim, onu anlayabildiğim, yani anlaşabildiğim insan. Fakat her ilişkinin vadesi var, ben de en iyi arkadaşımı kaybetmek istemiyorum.

- Hayatınızda biri olmayacak demek ki!
- Olmayabilir. Çünkü ayrılıklardan hoşlanmıyorum.
Ayrılık zor bir şey.

- Deneyimleriniz mi sizi bu noktaya getirdi?
- Tabii. Bu ilişki işi zor bir şey, ayrılık kapıda bekler gibi hep, o yüzden hiç hayatıma böyle bir şey sokmak istemiyorum.
Mazhar Fuat Özkan'ın Sanatçının Öyküsü albümlerinin son şarkısı vardı; 'Bu sabah uyandırmamışlar beni ava giden dostlar, ne güzel, ne güzel...' Benim için de hayat böyle geçsin istiyorum.

- Kolay iletişim kuramadığınız için üzülüyor musunuz peki?
- Evet, böyle yaşamak yorucu oluyor, karşımdakini yorduğum kadar kendim de yoruluyorum.
Karşımdakine daha çok üzülüyorum üstelik; 'şimdi benim dediğimden ne anladı, şu an sıkıldı, eyvah gidecek' diyorum...
Mesela marketi arıyorum, 'iki yumurta, bir yoğurt' demeye çalışırken karşı taraf diyor ki, 'Binnur Hanım siz misiniz?'

- Kamera açıldığında bir anda nasıl değiştiğinizin cevabı yok?
- Ben zaten sete bunu yapmaya gidiyorum, yönetmen bana 'oyna' dediği an, ona teslim oluyorum.

- Demek ki 'Konuş Binnur' diye komut vermek lazım size!
- Bazen etkili oluyor tabii bu.

- Türkan Şoray'ın da böyle bir durumu var, denk geldi mi, hiç konuştunuz mu onunla?
- Bir filmde çok küçük bir rolüm vardı, o zaman karşılaşmıştık. Ben sadece şu hissi çok net hatırlıyorum; o kadar büyük, o kadar güzel bir enerjisi vardı ki, dalga dalga yayılan. Bana kalan çok güzel bir histir bu.

Gülse'ye "Bu kadar oynak olamayacağım" demiştim

- Gülse Birsel'e ilk başta 'bunu yapamam' demişsiniz, öyle mi?
- Şahika ilk başta çok çok çapkındı, Levent ve Gülse'nin oynadığı Aslı ve Cem evli ve ben Levent'e de asılıyordum! Bu benim dengemi bozdu, çok zorlandım çünkü ben o kadar profesyonel değilim, 'bu iş için her şeyi yaparım' demem.

- Yani 'rol bu, her şey olabilir' diye bakmıyorsunuz?
- 'Rol bu, tabii ki her şey olur' diyorum; 'ben yapamam' diyorum! Bu yenilgiyi kabul ediyorum. 'Yaparım, başarısız olurum' diyorum. Gülse'ye de söylemiştim, 'bu kadar oynak olamayacağım' diye...

- Yani 'bu kadar çapkın bir kadını oynayamam' dediniz?
- Yani bir de Levent'e asılamayacağım! Biriyle aşk yaşıyorsak dizide, onlar ayrıldığında da üzülüyorum.

- Bayağı rolle özdeşleşiyorsunuz siz!
- Daha senaryoyu okurken canım sıkılıyor. Ama Gülse o kadar tatlı, o kadar anlayışlı ki...
'Neden rahatsız oluyorsan söyle yapmayayım, başka bir yol bulayım' dedi çünkü ben 'bir-iki bölüm daha bakarım, başarılı olamıyorsam gerekli açıklamamı yapıp, tamamen benden kaynaklanıyor deyip ayrılırım' diyordum... 'Bir kelimenin dahi değiştirilmesini istemiyorum' diyen senaristler de var sonuçta!

Engin oynarken toparlanmak zor!

- Sette en çok kime gülüyorsunuz?
- Allah'ım o kadar çok seviyorum ki seti, bal gibi bir ekibiz gerçekten. Karşımdaki oyuncu arkadaşımı seyrederek oyun unuttuğum zamanlarım var.
Engin'le oynarken toparlanmak çok zor. Geçen sene de Tolga'yla (Çevik) öyleydi. Gülme krizi tehlikem vardır benim; çarşamba bitmesi gereken set perşembeye sarkmıştı. Durduramamıştım kendimi.

Özel olarak komiklik yapmak istemem...

Bir de komik olacağım derken komik duruma düşmek var. Bundan korktunuz mu hiç?
- Korkmam mı? Hem de çok korkarım. Ben kendimi yönetmene teslim etmekten hoşlanan biriyim. O yüzden yönetmen, senaryodan sonra benim için en önemli ikinci şey. Çünkü öyle şeyler istenebiliyor ki bazen, 'beni öldür bunu isteme' diyorsun.

- Hiç başınıza geldi mi?
- Tabii.

- Nedir 'beni öldür ama bunu isteme' dediğiniz nokta?
- Öyle bir şey söyleyemem de öyle durumlar olabiliyor. Bir komiklik yapmak var, bir de durum onu getirir, sen de o durumun içinde yoğrulursun.
Ben o durumun içinde yoğrulmayı tercih ederim hep, özel olarak komiklik yapmak istemem. Ama bunlar oyuncunun elinde olan şeyler değil maalesef.

- Şöhret olmanın en önemlisi getirisi belki de 'hayır' deme lüksünüzün olması değil mi?
- Evet, seçme lüksün oluyor. Şimdi böyle tabii, sonrasını bilemem. Çünkü hayat insana umduğundan fazlasını verebilir, her şeyini alabilir. Bizim bunu nasıl hazmettiğimiz önemli.

Bana göre komedi en zor iş

Merak ediyorum; komik kadın olmayı planlamış mıydınız yoksa hayat önünüze ne çıkardıysa onları mı denediniz?
- Evet öyle oldu. Hiçbir şey planlı değildi. Ne yapacağımı hiç bilmiyordum...

- Komedinin çıkışı duygusallığınızla alakalı olabilir mi?
- Kesinlikle! Çünkü komedinin çok ciddi bir şey olduğunu düşünüyorum, komedinin acıdan doğduğunu düşünüyorum. Zaten hayat zor; yani varoluş zaten bir soru.
Varolmak, varolma durumu, cevapları olmayan bir sürü soru yumağı...

- Yani sorgulamakla başlıyor her şey...
- Evet, yaşamayı da bu komedi katlanılır kılıyor, kolaylaştırıyor. Çok zor, sulu zırtlak yapılamayacak kadar ciddi bir şey komedi.

- Bu kulvarı siz çizmediniz yani?
- Hayır. Şöyle yanlış bir düşünce vardır; hele tiyatro eğitimi alırken zannedersin ki ağlatmak, ağır şeyler, dram oynamak gerçek oyunculuktur. Halbuki öyle değil, komedi en zoru. Komedi oynayanlarda 'ben de 'ağlatabilirim, dram oynarım' hali oluşuyor.

- Siz de istiyor musunuz?
- Öyle rolleri severim ama çabam yok.

Dilber, Olgun Şimşek'in hayali halası

- Adanalı rolü için çalıştınız mı yoksa etrafınızda Dilber Hala gibi bir figür mü vardı hazırda?
- Tabii ki çalışıyorum, çalışmadan olmuyor ama bu hala; yani şekli böyle olmadan, adı böyle olmadan filan, çok yakın arkadaşım Olgun Şimşek'in hayali halasıydı. Bir arada olduğumuz zaman, ben hayali bir şekilde Olgun'un halası oluyordum. Sonra bu yaz Gülse, Hasibe ve kızlarla beraberken, bir baktık hepimiz hala olmuşuz Sarp'a karşı! Gülse de, Hasibe de bir Dilber kadar halalık yapıyordu resmen, sadece ben değil! Ama Gülse gibi biri olmasa, kendi aramızda eğlendiğimiz bir taklit olarak kalırdı bu.

Bu sadece bir iş, hayat devam ediyor...

Utangaç çekingen birisiniz ama dikkat çekmek, izlenmek, bakılmak üzerine kurulu bir hayat sizinki. Nasıl dengeliyorsunuz?
- Aslında kaçılacak bir şey yok, kimse sana bir şey söylemiyor, kötü davranmıyor. Sadece şu oldu: Önceden ben bakardım her şeye,her kese, şimdi herkes bana bakıyor! Nerede yürüdüğümü görmüyorum çoğu zaman, çünkü ne yapacağımı bilmiyorum. 'Merhaba' demek, selamlaşmak, hatta tanışmak, bunlar çok güzel şeyler ve ben her seferinde içimden 'çok teşekkür ediyorum' bunun için. Fakat her zaman bu kadar zarif gelişmiyor olay; siz yokmuşsunuz gibi, sizden bahsedilmesi garip.

- Şöhret egoyu okşaması gereken birşeyken, sizi mutsuz mu ediyor?
- Egoyu okşaması dışında, çok şükredilesi bir tarafı da var, çok şükrediyorum ama ben buna iş olarak bakıyorum; sadece bir iş! Onun dışında hayat devam ediyor.


Sabah-Pazar