Terör Örgütü Tanımına Yaklaşan Tarikatlar Camileri Ele Geçirdi!
Tarikatlar 30 Kasım 1925’teki 677 sayılı yasa ile yasaklansa da hukuki durumları ve faaliyetleri halen tartışmalı. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet görevlilerinin olduğu ortamda cemaatin yeni liderinin açıklanması, tartışmalara sebep oldu.
Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın Haberine Göre:
Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, tarikatları yasaklayan yasanın, anayasada “devrim yasaları” arasında sayıldığını vurgulayarak, “677 sayılı yasanın 2. maddesi ve anayasanın devrim yasalarına ilişkin 174. maddesi yürürlükte olduğu sürece tarikat ve cemaatlere serbesti sağlanması hukuksal olarak mümkün değil. Kapatılan tarikat ve cemaatler; dernek, vakıf veya şirket kurmak gibi yollarla, sistem içinde de yer alarak serbesti içinde ve finans sorunu yaşamadan, faaliyetlerini çok geniş tabana yayarak sürdürüyor. 677 sayılı yasadaki yaptırımın tarikat ve cemaatler konusunda hiç uygulanmadığını görüyoruz” dedi.
‘YASAK KAPSAMINDALAR’
Anayasanın “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesindeki “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” hükmüne işaret eden Eminağaoğlu, tarikat ve cemaatlerin söz konusu madde nedeniyle de “yasak kapsamında kaldığını” söyledi. Diyanet’in, kuruluş amacı gereği tarikat ve cemaatlere karşı koyması gerekirken, aksine tarikat ve cemaatlere ortam yarattığını vurgulayan Eminağaoğlu, “Camilerin ibadethane olarak yönetimi Diyanet’te olması gerekirken, bu konuda cemaat ve tarikatlar eliyle yönetilen camilerin bulunduğu da görmezden geliniyor” dedi.
‘İŞLEM YAPILMALI’
Eminağaoğlu, bu yapılar için işletilmesi gereken süreci şöyle özetledi: “Terör örgütü düzeyine gelenler için Terörle Mücadele Yasası uyarınca işlem yapılmalı. İnanç düzeyinin ötesinde ‘yönetme iddiası’ içinde olanlar için, her durumda cemaat yöneticileri hakkında ‘anayasayı ihlal’ suçundan işlem yapılmalı. Terör örgütü düzeyine gelmeyenlere yönelik ise 677 sayılı yasa dikkate alınarak bir serbestinin söz konusu olmadığı gözetilmeli, fiilen serbesti sağlanmamalı, bu yasadaki yaptırımlar uygulanmalı. Yasadışı bu yapılanmalara ait mal varlıklarına el konulmalı.”
YENİ BİR DİN KURUYORLAR
Tarikatların hukuki durumu kadar dini açıdan varlıkları da tartışmalı. İlahiyatçı ve felsefeci Prof. Dr. Şahin Filiz, tarikatların Hazreti Muhammed henüz hayattayken başlayan siyasi tartışmalara kadar uzanan ideolojik bir kökene sahip olduğunu belirtiyor. “Tanrı’ya inanç, onun öngördüğü, emrettiği ya da gönderdiğini söylediği her türlü emre, ilkeye veya kurala inanmayı zorunlu kılar. Bu yüzden inançta bütünlük esastır” diyen Filiz, “İslamın Tanrısı, bütün inanç konularına olan inanç ve saygıyı, doğrudan kendine olan inanç ve saygı ile özdeşleştirir. Bu özdeşleyim, inancın konusunun tanrı ya da Tanrı’ya bağlı diğer konular arasındaki farkı zamanla silikleştirerek tarikatlarda tanrının şeyh veya mürşitte ‘reenkarne’ olmasının kapılarını açar. Başka bir deyişle, şeyh ya da mürşit, kendini kolayca Tanrı yerine koyabilmektedir” ifadelerini kullandı.
(15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ okulunda Fethullah Gülen’in alçıdan eli bulundu. Müritlerin bu alçıdan eli öptüğü belirlendi.)
‘İNANDIKLARI KİTAP AYRI’
Tarikatların, din üzerinden yeni bir din kurduğuna işaret ederek “Nasıl ki bir dini tümüyle kabul ettiğinizde o dinin mensubu oluyorsanız, tarikat için de aynı şey geçerli. Hiçbir tarikat, aynı dine mensup olsanız da o tarikata girmediğiniz sürece sizi kendilerinden ya da bağlı bulunduklarını öne sürdükleri dinden olduğunuzu kabul etmez” diyen Filiz, “Tarikatta şeyh, fiilen Tanrı; vekilleri de elçiler gibidir. Tarikatlar, reel kişi ve kişilik vaadiyle şeyhin özneliğini bireye dayatarak başka yönden bir hipergerçek dünya kurgulamaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’deki tarikatların tümünün Müslüman olduklarını ve İslama bağlı bulunduklarını iddia ettiğini kaydederek “Eğer böyle olsaydı, ayrı olmazlar, birleşirlerdi. Birleşmek bir yana birbirleriyle savaş halindeler. Üstelik biri diğerini dinen Müslüman dahi saymaz” diyen Filiz, tarikatlarda Hazreti Muhammed’in adının ikincil planda kaldığını belirterek “Hepsinin kendi kutsal kitabı ve şeyhlerine ait uydurma kerametler koleksiyonu var. İnandıkları kitap, Kuran’ın; şeyhlerinin kurmaca kerametleri de Hazreti Muhammed’in hadislerinin yerini aldı” diye konuştu.
Tarikatların, müritlerini cehennem ateşi ile korkutup cennet vaadi ile kandırdığını aktaran Filiz, kullandıkları yöntemlere ilişkin şunları kaydetti: “Devletin içine sızmak ve ele geçirmek yoluyla mafyalaşırlar. Kadınları ve çocukları kolay hedef olarak seçer; onlara karşı her türlü kötü muameleyi İslam dininin emriymiş gibi şeyhlerinin talimatı doğrultusunda yapmaktan çekinmezler.
‘DÜZMECE DİN KURGUSU’
Din üzerinden insanlara egemen olmaya, onların mal ve servetlerine el koymaya ve sonunda kendi siyasi ve ekonomik egemenliklerini ilan etmeye kadar giderler. Arapçayı sürekli kutsal bir dil diye öne sürer; çoğu Arapça bilmediği halde Türkçe yazma ve konuşmalarında özenle Arapça sözcükler kullanırlar. Bu yöntem hem anlaşılmalarını zorlaştırır hem de kutsal dilin dinleyenler üzerindeki etkisini artırmayı amaçlarlar. Devlet içinde devlet olmayı hedeflerler. Amaçları ve taşıdıkları niyet, dini bir ibadet değil, dini siyaset yolunda kullanabilecekleri bir araca dönüştürmektir.
Güçleninceye kadar yoksullar, güçlendikten sonra zenginler üzerinde yoğunlaşırlar. Düşünceyi engellemek için düşünceye götüren bütün yolları gayri meşru ilan ederler. Düzmece dinsellikleri ile uzun süre yaşayamayacaklarını bildiklerinden dinsellik payesi biçilen türban, sakal, tespih, takke, cüppe ve sarık temsilleriyle sanal ve düzmece bir din kurgularlar. Anlamı temsillere kurban ederler. Şeyhlerinin gizemli güçleri olduğunu, her şeye gücü yeten bir lidere sahip oldukları yalanını yayarak toplumda korku ve panik yaratıp, sonra da tek sığınılacak otorite olarak yine tarikatlarını biricik adres diye gösterirler.”
‘DİYANET MESAFE KOYMALI’
Diyanet’in, tarikatlar hakkında felsefi ve sosyolojik araştırmalar yapması gerektiğini vurgulayan Filiz, “Bunları yapabilmesi için tarikatlarla arasına yeterince mesafe koymalı, onları meşrulaştıracak hiçbir resmi ya da gayri resmi davranış içine girmemeli. Başta İslam olmak üzere bütün dinler adına yalan, yanlış ve bilim dışı yazı ve konuşmalara izin verilmemeli, sorumlular önce Diyanet ve üniversiteler yoluyla ifşa edilmeli. Vakıf veya dernek adı altında tarikat faaliyetleri yapılmasına izin verilmemeli. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı izni ve denetimi olmadan hiçbir tarikat ya da cemaat din dersleri, Kuran kursu veya din eğitimi vermemeli. Yalnız Diyanet’in yetkisinde olması gereken Kuran kurslarında felsefe, sosyoloji, inkılap tarihi, vatandaşlık bilgisi gibi çocuklarımızı çağdaş Türkiye yurttaşı olmaya hazırlayacak dersler mutlaka konulmalı. Camilerdeki bütün imam, müezzin ve kayyım kadroları en az yüksek lisans düzeyinde eğitim almış görevlilerden oluşturulmalı” çağrısında bulundu.