Toygun Atilla: Fetullahçılar hala MİT’te çalışıyor, Emre Belözoğlu Fettah Tamince gibi...
Toygun Atilla sonunda, yılların deneyimini “İfşa” adlı kitabına döktü.FETÖ'nün futbol yapılanması, devlet kurumlarına sızmak için kullandığı yöntemler ve kumpasları Toygun Atilla'nın "İfşa" adlı kitabında toplandı...
Odatv.com'dan Gazeteci Barış Pehlivan sordu, Gazeteci Toygun Atilla cevapladı:
- Beş yıl aradan sonra yeni kitap yazdın. Çok değil mi bu ara?
Çok ama, İfşa gibi bir kitap için çalışmak lazım.
- Ne kadar zamanlık bir çalışmanın ürünü İfşa?
3 buçuk yıllık bir çalışmanın ürünü. Ama çıkan sonuca baktığında, 28 senelik deneyimin eseri. Çünkü, kitapta bir sürü noktayı birbirine bağladığımı göreceksin. Mesela, Danıştay’daki hakim Bülent Olcay’a bak…
Olcay’ın ilk 1986’da Fethullah Gülen’le birlikte yakalandığını bileceksin, gazeteci olarak. Bunu bildiğin gibi, 1986’da yakalananlar arasında yer alıp 15 Temmuz’dan sonra tek tutuklanan adam olduğunu da bileceksin. Önce serbest bırakıldığını sonra tekrar tutuklandığını takip edeceksin.
Ve Fethullah Gülen’le ne kadar yakın olduğunu göreceksin. Yeni bir muhabirin kolay bilebileceği ve bulabileceği bilgiler değil bunlar. Biraz da Türkiye’nin hafızası ile ilgili bir şey. Bizim öğrendiğimiz gazetecilik buydu.
O fikri takip devam ederdi. Mesela adam mahkemeye çıktı ama hiçbir gazeteci “Fethullah Gülen’le 1986’da yakalanan adam yargılanıyor” diye yazmadı.
Gazetecileri bırak, iddianamede savcılar da yazmadı. Halbuki, devletin arşivi ellerinde. Özetle; analitik düşünmek gerekiyor. Analitik düşünmenin bir ilacı da tecrübe ve zaman.
HAYATIMDA BU KADAR KÖTÜ SORGULAMA YÖNTEMİ GÖRMEDİM
- Savcıları eleştirmenden yola çıkarak soracağım. Kitabın girişinde, bir elin parmakları kadar az olduğunu belirttiğin vatanseverlere teşekkür ediyorsun. O kadar azlar mı?
Evet, hatta belki bir elin parmaklarından da azlar.
- Fena bir durumdayız o zaman?
Çok fena bir durumdayız. Senin benim gibi gazeteciler olduğu gibi, senin benim gibi polisler, savcılar ve hakimler de var. İşte onların sayısı bir elin parmakları kadar. Kişisel bir mücadele veriyorlar, sistematik bir mücadele verilmiyor. Böyle olduğu için de, bu operasyonlardaki sıkıntıları, FETÖ’cülerin oyunlarını ve maç sonucu gibi “500 kişi aldılar, 284 kişi tutukladılar” gibi haberleri görüyorsun. Ama altında hiçbir derinliği yok.
Alındı da ne oldu o yüzlerce kişi? Ne yapmışlar, ne etmişler; biliyor muyuz, bilmiyoruz. Bence zaten çalışılmıyor.
Sürekli “hain FETÖ” diyerek FETÖ mücadelesi olmuyor. Akıl lazım, süreklilik lazım, bilimsel çalışma lazım, hafıza lazım. Bir de bunları kamuoyuna doğru şekilde anlatmak lazım. Sadece yurt içinde değil yurt dışında da anlatabilmek lazım. FETÖ’cülerin yurt dışında oluşturduğu diasporayı kırmak lazım. Bütün bunlar akılcı, bilimsel metotlarla ve hukuki soruşturmalarla olur.
- Biraz daha açar mısın?
Geriye dön bak... 15 Temmuz’dan sonra gözaltına alınan FETÖ’cülerin ifadelerini benim kadar sen de okumuşsundur. Ben hayatımda bu kadar kötü sorgulama yöntemi görmedim. Bir matbu evrakla çıkmış; sadece “Bank Asya’ya para yatırdın mı”, “1 dolar nedir”, “ByLock’un var mı” gibi, herkese sorulan ama hiçbir anlam ifade etmeyen sorularla başlıyorlar.
Hiçbir spesifik soru yok, hiçbir hazırlanma yok. O adamla ilgili hiçbir istihbarat, ön çalışma, en ufak bir detay yok. Bak, her suçlu kendine özeldir. Polis sorgularında bu özellikleri kullanamazsan bir sonuca gidemezsin. Dedim ya, bu sistemsizlik yüzünden hiçbir şey yapılmıyor.
- Ama başarılı operasyonlar da yapılıyor...
FETÖ ile mücadelede canla başla görev yapan savcıların, polislerin mücadele azimlerinin kırılmasını asla istemem. Bilakis onların sayılarının çoğalması ve sistemli bir mücadeleye dönüştürülmesi gerekliliğini düşünüyorum. Şimdi sana bunu bir örnekle açıklayayım.
Türk milli futbol takımını düşün, o gün forvetteki veya orta sahadaki oyuncumuz günündeyse milli takım maça tutunur. Formsuz ise veya sakat ise maalesef sonuç hüsrandır. Çünkü takımın bir sistemi yoktur. Birkaç yıldız oyuncusunun varlığına bağlıdır o günkü performansı. Ben de diyorum ki, FETÖ mücadelesinde bir sistem yok. Kişilere değil, sisteme bağlı bir şekilde mücadele yürütülmesi gerekir.
FETÖ EN AZ AK PARTİ’NİN DERDİ
- 17-25 Aralık’tan sonra bir sürü tasfiye yaşandı. Fethullahçıların o günlerden beri sürekli işlediği bir tez var; “deneyimli polisler, savcılar, hakimler görevden alınıyor; işi bilmeyenlere emanet ediliyor devletin güvenlik ve yargı bürokrasisi” diye… Bahsettiğin eksiklikler, hatalar aşılanmak istenen bu tezle mi ilgili? Yani yetişmiş adam mı yok devlette?
Hayır, mesele o değil. Fethullahçıların yerine gelenler de polis. Sadece aktif yerlerde görev almıyorlardı, belki biraz uzaklaşmışlardı. Ama yeni gelenler de mesleğin nasıl yapılacağını bilen isimler. Bahsettiğin, Fethullahçıların kara propagandası. O ayrı. Fakat hani bir atasözü var ya; “balık baştan kokar” diye… Burada “baş” yok. Yani bir sistem yok.
- Niye? Erdoğan var ya, bütün sistemi kontrol eden! Onun altında bakanlar var, HSK var, emniyet müdürleri var… Onlar “baş” değil mi yani?
Erdoğan Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı’nın polisiye operasyon yapmasını beklemiyoruz doğal olarak. Hukuka, yargıya müdahale etmesini de beklemiyoruz. Evet, olması gerekeni söylüyorum. Ama şöyle oluyor, anladığım kadarıyla…
Şimdi siz FETÖ konusunda miladı 17-25 Aralık koyduğunuz zaman, bu operasyonların doğru bir sistematik içinde gitmesini bekleyemezsiniz. Bir kere ilk yanlış bu. Eğer örgütü temizlemek istiyorsanız; unutmayın ki, 17-25 Aralık’tan önce de bunlar örgüttü. 17-25 Aralık’tan önce de bu örgütün yaptığı operasyonlar vardı; Ergenekon’da, Balyoz’da, senin yargılandığın davada… Ben sana sorayım; Odatv kumpasını kuranlar bulundu mu?
- Benim bilgisayarıma sahte belgeleri koyanlar isim olarak kim, hala bilmiyorum.
İşte birçok davada bu yapılmıyor. Eğer 17-25 Aralık’ı milat kabul ettiğin zaman, toplumda şöyle bir yanlış anlaşılmaya sebep oluyorsunuz; FETÖ AK Parti’nin derdiymiş! Bence, en az AK Parti’nin derdi. Asıl senin benim derdim veya bizler gibi insanların derdi.
Çünkü biz bunu 30 yıldır söylüyoruz, 20 yıldır söylüyoruz, 15 yıldır söylüyoruz. Onlar gibi 17-25 Aralık’tan sonra söylemiyoruz. Bunu derken, bakın, eleştirinin bir tarafında hükümet var. Eleştirinin diğer tarafında ise, hükümetin yol açtığı bu tahribattan sonra FETÖ’cülerle işbirliği yapan muhalefet de var.
- Ne gibi?
ABD’ye giden milletvekilleri, perde arkasında birtakım ülkelerde yapılan görüşmeler... Halbuki, kötülükle ittifak yapan kaybeder. Dün AK Parti bunlarla birlikte oldu ve hüsrana uğradı; bugün o kötülüklerle kim işbirliğine giderse o hüsrana uğrayacak. Bunu bilmemiz lazım. Ama yine başa dönüyorum; buna ne sebep oldu? Buna, yanlışların yapıldığı, sistematik olmayan FETÖ mücadelesi meyil verdi.
Çünkü “sadece AK Parti’nin derdiymiş” gibi algılattılar topluma… Halbuki 15 Temmuz’da sokağa çıkanlar sadece Ak Partililer değildi. 17-25 Aralık operasyonunun da cemaat operasyonu olduğunu ve perde arkasındaki ajandanın ülkeye karşı olduğunu söyleyen sadece hükümetçiler değildi, sendin bendim. Birlikte yaptığımız konuşmaları da net hatırlıyorum. Ama işte hükümet bu süreci hâlâ yanlış yönetiyor.
HAKAN FİDAN’I BİLE KANDIRABİLMİŞLER
- Dedin ya; biz eskiden beri Fethullahçıların tehlikeli olduğunu söylüyorduk, diye… Tabii sen bunu ceremesini de çekmiş isimlerden birisin. Hatta Odatv soruşturması kapsamında cezaevine girmeyi kıl payı “kaçırdın!” O süreçte sen de gizlice takip edildin, telefonların sahte isimle dinlendi, hatta anneni bile dinlediler… Peki ya, şu an takip edildiğini ve telefonlarının dinlendiğini düşünüyor musun?
Herkes gibi ben de rahatsız olurum telefonlarımın dinlemesinden. Bilmiyorum, somut bir yanıtım yok bu soruna. Olsa, öğrensem, hemen haber yaparım ve kamuoyuyla paylaşırım.
- Hakan Fidan’ın bizzat kendi mülakatıyla özel kalem müdürünü seçtiğini öğreniyoruz kitabından. Sonra bu özel kalem müdürünün çok has bir Fethullahçı olduğu ve hatta teşkilat kimliğinin Fethullah Gülen tarafından okunup üflendiği iddiasıyla karşılaşıyoruz. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin en önemli istihbaratçısı nasıl böyle bir şey yapar? Yani böylesi bir Fethullahçıyı, nasıl kendi özel mülakatıyla sağ kolu yapar?
Aslında bunu Hakan Fidan’a sormamız lazım. Bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum ve çok merak ediyorum. Yani, demek ki, karşı taraftakiler daha iyi istihbaratçılarmış ki kendilerini gizleyebilmişler; Hakan Fidan’ı bile kandırabilmişler. İyi niyetli bakmaya çalışıyorum.
MİT dosyasını okuduğumda çok üzüldüm. O dosyayı özenle sakladım, özenle çalıştım, yazarken çok uygun bir lisanla yazmaya çalıştım. Ki bu ülke hepimizin ülkesi ve en önemli kurumlarından biri MİT. Yara almaması için, yarınlara daha güvenli bakabilmek için, bu eleştirileri bu çıplaklığıyla ifşa etme gerekliliği duydum.
MİT’TE HALEN GÖREVDELER
- Tepki geldi mi MİT hakkında yazdıklarına?
Şöyle söyleyeyim... Kulağıma, teşkilat içinde FETÖ’cülerin varlığının hâlâ devam ettiği iddiaları geliyor. Bu tip kurumlardaki soruşturmalar şeffaf olmadığı için, biz şunu soramıyoruz: Yahu bu adam FETÖ’cü, neden hala bu kurumda çalışıyor? Daha doğrusu, bunun cevabını biz göremiyoruz. Düşün, MİT’çilerin yargılandığı davalardan da haberdar değil gazeteciler.
Yazdım kitapta isim isim; peki neredeler bunlar, hangi adliyede, hangi mahkemede yargılanıyorlar? Hiç okuyor muyuz böyle haberler… En büyük endişem şudur ki; yazdıklarım içinden birileri MİT içinde halen görevli. Hem yargılanıyor, hem de MİT’te hâlâ görevde! Belki de dosyaları kapatıldı. Bu, korkudur ama...
- Bir Fethullahçının MİT’te görev alması ne anlama geliyor? Ne yapabilir?
Şimdi son dönemin çok önemli bir lafı var ya; “dış güçler.” Fethullahçıların dış güçlerle bağlantısının olduğunu söylememek mümkün değil. Yoksa bu kadar rahat yurtdışına kaçamazlardı. Bu kadar rahat Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya angaje olamazlardı. Madem yabancı ülkeler için çalışıyordu Fethullahçılar, o halde neden Türkiye’de böyle bir organizasyon kurdular? Bu şu demek; evet ajanlardı ve bağlı oldukları ülkelere bu bilgileri gönderiyorlardı.
Ne çabuk unutuyoruz; TSK’nın kozmik odasındaki bilgilerin yer aldığı hard disklerin ne olduğunu, Türkiye’deki savaş planlarını nerelere gittiğini... Maalesef, Türkiye’de en az konuşulan konulardan biri hâlâ bu.
Evet, bu kozmik planlar niye alındı? Sadece bir örgütün Türkiye içindeki faaliyetleri için miydi, hayır değildi. Neden kibrit kutusu gibi bir cihaza indirgediler dinlemeyi? Aldıkları bilgileri yurt dışına servis edebilmek için. Kitapta yazdığım kibrit kutusu öyküsünden yola çıkarsam, diyebilirim ki; MİT içinde casusluk faaliyeti yapılıyordu.
TAMİNCE ZAMAN HİSSESİ ALMADAN ÖNCE HÜKÜMET İÇİNDEN BİRİLERİYLE GÖRÜŞMÜŞ
- Sadece MİT’te değil ki... Yine kitabından öğreniyoruz ki; devletteki FETÖ ile mücadele birimlerinin başına birçok FETÖ’cü atanıyor. Bu nasıl oluyor? Nasıl bu adamlara teslim ediyorlar?
Nasıl Cumhurbaşkanı’nın başyaveri, yakın koruması FETÖ’cü oluyorsa; onlar da öyle oluyor. Vahim olan şu Barış; bir ülkenin istihbaratı, TSK’sı delik deşik olmuş. Bir ülkenin bütün kılcal damarlarında bunlar var. Yani aslında ben bugünden bakınca görüyorum; devlet bunlarmış! Her yerdeler…
- Bunu bir gazeteci olarak sen biliyorsun. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, MİT Müsteşarı, emniyet ve yargı birimlerinin başındaki insanlar bilmiyor mu? Şuraya getireceğim sözü... “Tweet attı” diye FETÖ’den tutuklanan birçok isim var. Bunun yanında; Fethullahçı geçmişini saklamayan, FETÖ’nün finansörlerinden olduğu bilinen ama bütün FETÖ dosyalarından kolayca sıyrılabilen Fettah Tamince de var. Bu nasıl oluyor? Fettah Tamince’yi koruyan kim ve nasıl cezaevine giremiyor?
Bütün bu sorduğun soruları ben Fettah Tamince’ye de sordum. Onun yanıtlarını da kitapta okudun. Peki, Tamince’nin yanıtları gazeteci olarak beni tatmin etti mi? Tatmin etmediği yerler çoğunlukta. Evet, Fettah Tamince bütün ilişkileri ortada olan ve örgütle bağları artık bilinen bir adam. Benzetirsem; Akın İpek gibi bir adam, ama yargılanmıyor.
Neden yargılanmıyor, çünkü 17 25 Aralık’ta tavır değiştirmiş. Kendi söylediği bu, tezi bu. İşte bu tez aslında hükümetin Fethullahçılara bakış tezinin de aynısı. Ne diyorlar, “bizim için 17-25 Aralık milattır.” Yahu, sizin için milattır da benim için değildir işte.
Tabii ki, insanlar yanlış yapabilir ve yanlıştan dönebilir. Ama yanlışı ne kadar yaptıysa o yanlışının yaptığı kadarki bedelini de öder. Bununla birlikte, sürekli yanlışı devam edenle tabi ki Fettah Tamince’nin hali bir değildir bence.
- 17-25 Aralık’tan sonra tavrını değiştirmiş ama, aynı 17-25 Aralık’tan sonra Zaman Gazetesi’nin hisselerini de alıyor! Nasıl oluyor bu iş?
Ben de aynı soruyu sordum. Zaman Gazetesi’nin yayınlarına müdahale edebilmek için aldığını söyledi.
- Kendisi mi inisiyatif kullanmış bunu yaparken?
Kendi başına karar vermemiş sadece, öncesinde hükümet içinden birileriyle görüşmüş muhtemelen. Öyle anladım konuşmasından.
- O halde; “esas devlet” denilen Fethullahçıların içinden çıkan bir adam, sonra “olması gereken devlet” diye gördüğü devletin safına geçip, “olması gereken devletin” “esas devlete” operasyonunda mı rol almış?
Evet, ben de öyle anladım.
Tamince ile söyleşide beni üzen neydi, biliyor musun... Düşünebiliyor musun; 17-25 Aralık’ta Fethullahçılar operasyon yapmış, hükümeti devirmeye çok net çalışmışlar... Fakat bir iş adamı gidiyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve diyor ki “Hoca’ya adam gönderin!” Ne için? İşte bu operasyonları durdursun, diye! İş adamının operasyon süreciyle ne işi olur? Bunlar çok üzücü. Ben devleti daha ciddi, daha sistematik bir yapı olarak görürdüm.
- Bahsettiğin, belki de tam da Fethullahçıların bu ülkede yarattığı çürümelerden biri. Yani devlet dediğimiz mekanizmayı yozlaştırdılar.
Bence bunun altını çizmemiz lazım. FETÖ’cülük öyle öfkeyle baktığım bir olgu ki... Maalesef toplumu her katmanını çok etkilemişler ve bunların yaptıkları kötülüğün benzerlerini FETÖ ile mücadele adı altında yapıyorlar.
- Nasıl yapıyorlar?
Şöyle yapıyorlar... Mesela, bir adam hedefe koyuluyor. Önce yayınlar aracılığıyla kişilik saboteleri başlıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, o kişi savcılıklara çağırılıyor. Nasıl unuturuz; bunların hepsini Fethullahçılar yapıyordu. Örneğin; FETÖ’cülerin Samanyolu gibi kendi kanallarında mesaj verip, operasyonlar yaptığı biliniyordu. Aynısını şu anda başka bazı televizyon kanalları yapıyor. Bilinmez mi; saydıklarımın hepsi haklarındaki iddianamelerde “yöntem” olarak geçiyor.
- Peki, nefret-aşk ilişkisi olabilir mi? Yani aslında “mücadele” adı altında, gizli bir hayranlık olabilir mi? Fethullahçılar, siyasal İslamcıların yıllardır hayalini kurduğunu yapmış olabilir mi, bu anlamda onlara özeniyor olabilirler mi?
Emin değilim; bu dediğin niyet okumak. Hayır da diyemeyeceğim, zira akıl yürüttüğümde insana çok da uzak gelmeyen bir ihtimal.
BAŞKA TARİKATLARIN YURTLARI DENETLENİYOR MU
- Eğer ihtimal dahilindeyse, başka konuları konuşmamız lazım...
Bak, en çok önemsediğim konulardan biri de, FETÖ gibi örgütlerin Türkiye’de nasıl zemin bulduğunun tartışılmıyor olması. FETÖ’cüler bir günde kendi halkına bomba atan yaratıklar haline gelmedi. Bu uzun bir sürecin sonucu. Kamuoyu ve bu işin mücadelesini yürüttüğünü söyleyen insanlar, halen işin bu kısmını konuşmuyor. Sadece onlar değil, gazeteciler de konuşmuyor. İfşa’da örgüte katılan insanların hikayesini okudun.
13 yaşında yoksul oldukları için ailelerinden kopartılan, iyi eğitim verme vaadi ile örgütün içine katılanları tanıdın. Bütün bunları eğitim maskesi adı altında yapan, ailelerden çocuklarını çalan karanlık örgütü gördün. Bunların sözde eğitim kurumlarının kapatılması çok doğru bir hamleydi. Ancak maalesef burada sınırlı kaldı. Olması gereken şudur; Türkiye’de eğitimde ciddi bir reform gerekli. Eğitimde eşitlik sağlanmalı.
Yüksek ücretlerle öğrenci kabul eden özel okullarla, imam hatipler arasında sıkışmış bir eğitim modeli çözüm değildir. Çözüm, eğitimde sosyal devlet modelidir. Çözüm, her yurttaşın evladının aynı standartta eğitim alabilmesidir. Ayrıca yurt konusunda da benzer sorunlar var.
FETÖ’cüler, ekonomik durumu zayıf gençleri kendi yurtlarında kalmalarını sağlayarak devşirdi. Önümüzde böyle acı bir tecrübe var. Peki şu anda devlet bu tehdidi görüp önlem alıyor mu? Kredi ve Yurtlar Kurumu bu konuda neler yaptı? FETÖ’cüler gitti de, başka tarikatların yurtları halen faaliyette mi? Buralar denetleniyor mu? Bence işin bu kısımlarını konuşmuyoruz.
- Geleceği değil de, günü kurtarma üzerine kurulu yani her şey?
Evet. Halbuki, FETÖ mücadelesi sadece polisiye tarzda yürütülmeyecek kadar önemlidir. Bu yük sadece polise ve yargıya bırakılmaz. Sosyologlar, psikologlar, toplumbilimciler görevlendirilmeli. Bir taraftan örgütlerin neden zemin kazandığı araştırılmalı, diğer yandan da örgütün kenarından köşesinden geçmiş bu kişilerin tekrar normal insan kimliklerine kavuşturulması için çalışılmalı.
Cezaevinden 3-5 yıl sonra çıkacak olan bu kişiler tekrar FETÖ’cü olarak çıkmamalı. Bununla birlikte; bir taraftan Musa Kart’ı, Kadri Gürsel’i, Emin Çölaşan’ı, Necati Doğru’yu, Hikmet Çetinkaya’yı FETÖ’cülükle suçlayıp, diğer taraftan örgütün bütün ağır topları yurtdışına kaçıyorsa, burada büyük bir yanlışlık var demektir.
KİM O “PRENS” GAZETECİ
- İsmini vermediğin biri var kitapta. “Nurefşan” kod adlı bir kadının öyküsünü anlatıyorsun. Kadın cemaatin prenslerinden ünlü bir gazeteciyle nişanlanıyor ama ayrılıyorlar. Aynı kadın sonrasında, 15 Temmuz’da Akıncı’da bulunan meşhur FETÖ imamının kardeşi ile evleniyor. İsmini vermeyeceğini biliyorum, sadece şunu soracağım; sen o “prens gazeteci” ile birlikte çalıştın mı?
Onu söylersem, cevabı vermiş olurum.
- Ben cevabımı aldım, devam edelim... Sen iyi bir Galatasaraylısın ve futboldan da anlıyorsun. Bana söyler misin, Gülen’in dizinin dibindeki futbolcular kim?
Biliyorsun; çoğunun görüntüleri var. Hakan Şükür, Arif Erdem, Emre Belözoğlu, Okan Buruk , Cihat Arslan, İsmail Demiriz, Zafer Biryol, Ümit Bozkurt, yani tonla futbolcu...
- Peki, burada Emre Belözoğlu’nun bir dokunulmazlığı mı var?
Emre Belözoğlu ile Fettah Tamince’nin figürleri birbirine çok benziyor. Aynı yere geliyoruz; 17-25 Aralık’ta gösterdiği tavır değişikliği! Baktığında, Fettah Tamince’nin kendi iddiasınca bu ülke için yaptığı bir şey var. Emre Belözoğlu’nun yaptığı ne, henüz bilemiyoruz. Belki o da bir gün konuşur, ülke için FETÖ konusunda ne yaptığını anlarız.
Hatta ben çok isterim onunla röportaj yapmak. Ama şu çok garip; bakın, Gülen’in dizinin dibinde oturan, gözaltına alınan her futbolcunun ifadede dediği 3 kişi var: Emre Belözoğlu, Cihat Arslan, Ümit Bozkurt. Bunların üçünden sadece Emre Belözoğlu ile ilgili soruşturma var.
O soruşturma da bir buçuk yıldır tamamlanamadı. Siz Emre Belözoğlu’nu ayırıp bir şey yapmıyorsanız ama, yolu herhangi bir şekilde FETÖ’den geçmiş, oradaki bir dershanede/yurtta kalmış adamı aylarca cezaevinde tutuyorsanız ve 5 yıl örgüt üyeliğinden ceza veriyorsanız, toplumsal adalet duygusunu toplumun diğer kesimlerine anlatamazsınız.
FETÖ İLE ÇÖZÜM SÜRECİ İHANET OLUR
- Buradan yola çıkarak sorayım... Seçim yaklaştıkça Abdullah Öcalan’la yeniden görüşmeler başladı ve çözüm süreci denilen kavram tekrar hayatımıza girdi. Sen Fethullahçıları bağırsaklarına kadar bilen, davaları yakından takip eden gazetecilerden birisin. Sence Türkiye ileride FETÖ ile çözüm sürecine girer mi?
Girmemesini dilerim ama, Türkiye’de bana hiçbir şey uzak gelmiyor. Gel gör ki; bu, Türkiye’ye yapılacak en büyük ihanet olur. Maalesef Türkiye’nin toplumsal hafızasının bir zayıflığı ve aynı zamanda hükümetin de “dün dündür, bugün bugündür” diye izlediği tuhaf bir politika var. Onun için uzak gelmiyor bu yaptığın analiz.
- Bu kitabın başına bela açacağını düşünüyor musun?
Düşünüyorum. Hatta, bugün bir arkadaşım “sağlığına ve arkana dikkat et” dedi.
- O arkadaşının mesleği neydi?
Arkadaşım eski bir asker. Şu anda ise hukukçu. O da geçmişte bunların mağduriyetini yaşamış bir insan. Uzun süredir bunlarla mücadele eden birisi. İfşa ettiklerim, karakter suikastı yapabilecek bir kitle; biliyorsun. Ve bunu çok projeli bir şekilde gerçekleştiriyorlar.
Ve her şeyi not ediyorlar. Önemli değil ama, sen tutuklandığında veya başka Ergenekon operasyonları olduğunda, ben seni veya diğer sanıkları tanımadan davana sahip çıktım kendimce. Çünkü, okuduğum dosyalarda vahamet gördüm. İnsanların diri diri mezara atıldığını fark ettim. Gazetecilikten de öte, insan olmanın sorumluluğu bence orada başlıyor. Orada “hayır” demen lazım.
Korkmak da insani bir duygu ama, o zaman o şeytanla işbirliğinin başka bir hali oluyor. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyemediğiniz zaman önce insan olamıyorsun; sonra gazeteci hiç olamıyorsun. Evet, başım belaya girebilir. Ama Türkiye’de başının belaya girmesi çok kolay. Kafana saksı da düşebilir, ölebilirsin de...