Türker İnanoğlu: Cüneyt Arkın’a yedi yıl ilaç içirdik, ruhu duymadı
'Bay Sinema' lakaplı Türker İnanoğlu, Türk sinemasında bilinmeyenleri anlatmaya devam ediyor. Cüneyt Arkın için "Türkan Şoray’ın erkek olanıdır" diyen İnanoğlu, efsane ismin alkolü nasıl bıraktığını da açıkladı...
Türker İnanoğlu'nun anılarında Cüneyt Arkın'ın çok önemli bir yeri var. Bu, Arkın'la çok film çektiği için değil sadece… İçinde müthiş bir dostluk, müthiş bir yaşanmışlık var…Cüneyt Arkın için "Türkan Şoray’ın erkek olanıdır" diyen Türker İnanoğlu, Sözcü gazetesinden Nil Soysal'ın sorularını yanıtladı.
Cüneyt Arkın dublör kullanmaz mıydı gerçekten?
İtalyan Giuliano Gemma, Fransız Belmando ve Türk Cüneyt Arkın… Avrupa gazetelerinde çıktı bu. Dublörsüz oynayan oyuncular diye başlık atıldı.
Kırmadığı yeri kaldı mı?
Çok üzülüyorum… Şimdi onun neticesi zor yürüyor, çok zorlanıyor. Ayasofya'daki Aya İrini Kilisesi bugün konser alanı olarak kullanılan bir yer. O zaman harabeydi. Bizim plato gibiydi orası. Cüneyt çıkar, en tepeden atlardı. Tente gererlerdi ama, ne kadar gerersen ger… Bir de kutular vardı. En sağlamı kutuların üstüne atlamaktı…
CÜNEYT ARKIN'I KİM AĞLATTI?
Ama romantik rollere de çok yakışıyordu değil mi?
Her rolün adamıydı. Cüneyt Arkın aslında Türkan Şoray'ın erkek olanıdır Türkiye'de. Bir efsanedir. Çok güzel adamdır. Romantik role gider, maceraya gider, ona gider, buna gider… Oynamayacağı rol yoktur onun.
Bir dizi teklifi gitmiş, ama kabul etmemiş galiba…
Bir yerde okudum ben de bunu. Ayıptır! Bugün dizilerde çok büyük paralar var. Haftada 50-60 bin lira kazanan oyuncular var. Aramışlar bunu. Bir rol ve çok küçük bir rakam teklif etmişler. Hırsından ağlamış! Koskoca adamı ağlatmışlar!
“O KADIN BİR EVLİYADIR!”
Betül sayesinde… O bir evliyadır! Peygamber gibi kadındır! Cüneyt'in hayatını o kurtarmıştır! İstanbul'un en köklü ailelerinden birinin kızıdır Betül. Çok iyi eğitimi vardır. İngilizce bilir, Fransızca bilir. Ailenin muhalefetine rağmen evlendi Cüneyt'le. Çocukları da o yetiştirdi. Babası yanılmıyorsam kimyagerdi. Onun sayesinde bir ilaç buluyor. Bu ilacı suyuna, sütüne, çayına katınca, alkolden nefret ediyorsun. Ama öyle gidip eczaneden filan alamıyorsun. Türkiye'de yok zaten. Getirtmek de öyle kolay değil o zaman. Betül bunu ilk bana söyledi. Dedim ki; “Ben getirttiririm bu ilacı.”
“SADECE DÖRT KİŞİ BİLİYORDU”
Londra'da bir Ermeni eczanesi vardır tanıdığım. İyi de dostumdur. Onu aradım. “Bizde var bu ilaç” dedi. Ondan alıyorduk. Cüneyt'in haberi yoktu. İlacı ona gizlice veriyorduk. Sadece Betül, şoförü Yılmaz, menajeri Leon Sason ve ben biliyorduk. Eğer evdeyse Betül sabah çayına, ya da çorbasına katıyordu. Setteyse aynı işi şoför Yılmaz, ya da Leon Sason yapıyordu. Bu sır tam yedi yıl sürdü! Cüneyt bu sayede içkiyi bıraktı.
Bugün biliyor mu? Yoksa bu sırrı o da ilk defa burada mı okuyacak?
Biliyor. Her fırsatta karısının elini öpüyor, bana teşekkür ediyor. “Benim hayatımı kurtardınız” diyor.
KARTAL’I CÜNEYT’LE TAHRİK EDERDİM
Kartal Tibet ne yapıyor şimdi?
Kartal Tibet çok değerli bir oyuncuydu. Devlet Tiyatrosu'nun yıldızıydı. Cüneyt Gökçer'in de sağ koluydu. Osmanlı filmleri yaparken, bir yandan Cüneyt'i oynatıyordum, bir yandan da Kartal'ı. Cüneyt'le tahrik ederdim Kartal'ı hep. Sette sohbet ederken derdim ki; “Geçende Cüneyt şuradan atladı!…” O tahrikle onu da atlatıyorduk! Onun da alkol problemi vardı. Ama o Cüneyt gibi dışa vurmazdı. Bütün zararı kendi kendineydi. Elleri titrerdi. Bir bardak suyu zor taşırdı bazen. Şimdi kendini eve kapadı. Kimseyle görüşmüyor. Zaten iki tane böbrek ameliyatı geçirdi. Böbreğin biri gitti. İkinci de çok kötü durumda. Onu iyileştirmeye uğraşıyorlar
‘İRAN'DA İLAH OLDU!'
Aslında Türk Sineması'nın yurt dışındaki en ünlü aktörü de sanırım Cüneyt Arkın'dı… Devamı da gelmedi…
Ortak yapımlara ilk İran'da başladım ben. İstanbul'da İktisat Fakültesi'nde okumuş sinema sahibi bir İranlı vardı: Dr. Koushan. Çok değerli bir adamdı. Muazzam da bir stüdyosu vardı. İstanbul'a geliyor. “Türklerle bir co-production yapalım” diyor. Beni de tanımıyor. Ama sinemada yapımcı olarak ismim önde ya, arıyorlar beni. Böylece iki filmle başladık onunla. Birine Cüneyt'i, birine de Kartal Tibet'i götürdüm. Cüneyt'in oynadığı film; Yusuf ile Züleyha, adeta kapı baca kırdı İran'da. Muazzam patladı! Cüneyt bir anda ilah oldu. Cüneyt'in esas ismi Fahrettin biliyorsun. O kadar kendilerine mal ettiler ki onu, adını bile Fahrettin diye değiştirdiler. Çünkü Cüneyt onların diline uymuyordu ve söyleyemiyorlardı.
‘ŞAH TÜRKLERİ ÇOK KISKANIRDI!'
İran'la ben 14 tane co-prodüksiyon film yaptım. Daha sonraki sene Sadri Alışık'la Emel Sayın'ı götürdüm. Emel'e de bayıldılar! Orada ona bir de şarkı yaptılar. Televizyona çıktı. İran'ı ayağının altına aldı Emel de. Farah Diba'nın annesi Azeriydi. Türkiye'de okumuş, Trabzon Lisesi'ni bitirmişti. Benden iyi Türkçe konuşuyordu. Sık sık bizi evine davet eder, yemekler verirdi. Ama o yemeklere ne Şah, ne Farah gelmezdi. Farah Diba'nın da çok iyi Türkçe bildiğini söylerdi. Ama kocası konuşturmazmış! Şah'ta bir Türkiye kompleksi vardı. Çok kıskanırdı Türkleri.
Türkan Şoray'dan Cüneyt Arkın'a, Özal'dan Demirel'e kadar bilinmeyen anılarını anlatıyor..
Kadri Cenani Bey'in evini Kerime Nadir istememiş “Ben burada Suadiye Caddebostan'daki köşkleri hayal ettim” demiş. O film Suadiye'de Naciye Hanım diye bir hanımefendinin muazzam konağında çekildi. Tren istasyonunun arkasındaydı hemen. Beş, altı yıl önce gördüm: Yıkılmış, apartman olmuş o güzelim konak!
ŞIMARIK, ZÜPPE, ZENGİN ÇOCUĞU!
Yosmanın Kızı'ndan sonra asistan olarak ikinci filmim Dikenli Yol'u çekiyoruz. Filmin yapımcısı ünlü müzik adamı Nedim Otyam. Sete yine arabayla geliyorum. Beni görünce Nişan Hançer'e “Benim yeğenim var. Asistan olarak onu al. Biz bununla baş edemeyiz. Zengin çocuğu, altında arabası da var. Para yetiştiremeyiz!” diyor. Nişan Bey; “Çok terbiyeli çocuk, sen merak etme” diyor ama çok da ikna olmuyor. Yıllar sonra Nedim Otyam TRT'de anlattı bu olayı: “Onu görünce; şımarık, züppe, zengin çocuğu zannettim. Yanılmışım! Bugün nerelere geldi” dedi.
ELİA KAZAN'LA TANIŞMA!
Lütfü Akad'la Sirkeci'de Yalnızlar Rıhtımı'nı çekiyoruz. İpek Film'in sahibi; İhsan İpekçi. Türkiye'de imparator o zaman. Bir yandan da Amerikan filmlerini getiriyorlar. Yeni Melek ve Beyoğlu'nda beş sinema onun. Biz filmi çekerken İhsan Bey'in arabası geldi. İçinden Elia Kazan'la beraber çıktılar. Sohban Koloğlu vardı. Müthiş bir sanat yönetmeniydi. Bende de çok emeği vardır. Çok şey öğrendim ben ondan. Yolun üstüne gres yağını döktüler üzerine su serptiler, sis görüntüsü verilecek. Arkada Sohban ağabey oto lastiği yakıyor. Ama bir kimyevi madde bulmuşlar.
Onu atınca beyazlaşıyor duman. Çektiğimiz kamera piyasadan kalkmış, derby makineydi. Projektör 1 metre çapında, beherini 2 kişi zor taşıyor. Elia Kazan ibretle seyretti. Aradan bir hafta, 10 gün geçti. İpek Film stüdyosunda montajdayım. Ben her şeyi montajda öğrendim zaten. Gene “İhsan Bey geliyor” dediler. Elia Kazan yanında. Stüdyoyu gezdiriyor bu sefer. Bizim kapıdan geçerken bir an durakladılar. O akşamki sis sahnesini yapıyoruz. Baktı baktı… “O akşamki sahne değil mi” dedi. “Evet efendim” dedim. “Hepinizi tebrik ediyorum. Ben bunun doğru dürüst çıkacağını bile tahmin etmedim” dedi. Bu adam; dünyanın en büyük rejisörüydü!
(Sözcü - Nil Soysal)