Ümit Besen: Nikah Masası'nı şimdi yazsam tutmazdı
36 yılda 30 albüm... ‘Nikâh Masası’ ve ‘Okul Yolunda’ gibi efsane şarkılar... Sayısız film... Ama Ümit Besen bu sefer ‘Başka’ isimli albümüyle rock sularından boy veriyor. Aşk şarkılarının efsanesiyle rock, aşk, kazanan ve kaybedenler üzerine...
Müslüm Gürses’ten Nilüfer’e birçok isim kendi tarzının dışında albümler çıkardı. Peki size deri ceket giydirip elinize elektro gitar aldıran neydi?
Geçen yaz Teoman ile verdiğimiz konserlerde bir Teoman şarkısı seslendirdim. Klibi yayımlandıktan sonra bilet satışlarımız üçe katlandı. Ana haber bültenlerine çıktı. DMC’den teklif aldım ve projeyi menajerim Serdar Yılmaz’a teslim ettim.
Albümde ‘Nikâh Masası’, ‘Okul Yolunda’, ‘Islak Mendil’ gibi şarkılarım dışında, Emre Aydın, Teoman, Manga, Yüksek Sadakat gibi değerli isimlerin bilinen şarkılarını da yeniden yorumladım. Pamela ve Bora Duran gibi isimlerle de bazı şarkılarda düet yaptım.
Zor muydu bilmediğiniz sularda yüzmek?
Hayır, aslında 70’li yıllarda orkestramla rock şarkılar söylerdim, bu benim bilinmeyen yönüm. O sebeple hiç yabancılık çekmedim. Benim ana sazım piyanoydu, bu sefer gitar oldu.
Arabeskle rock müzik arasında nasıl bir bağ var?
İkisi de hikâye anlatıyor. Ama pop şarkıların çoğunda bir hikâye yok: ‘Hodri Meydan’, ‘Sevişmeden Uyumayalım’ ya da ‘Yakalarsam muck muck’... Neresinde bunun hikâye? Bunlar eğlendiren, eller havaya parçalar. Ama bir rock parçada genelde duygu yoğunluğu vardır. Zaten kendi müziğimi de arabesk olarak tanımlamıyorum. Ben piyanoyla müzik yapan, üreten, aşkın hasret yönünü işleyen bir adamım. Tabii şarkılarımın ruhu, içinde arabesk barındırıyor ama Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ya da Ferdi Tayfur kadar değil.
Şarkılarınızda hep aşkın hüzünlü tarafı ve ayrılıkla biten sonları var. Çok mu çektiniz aşktan?
Gençliğimden itibaren aşkını söylemeye çekinen, çoğu zaman kendi içinde yaşayan biriydim. Sonra sevdim... Ama sevdiğimle evlenemedim. Onu başkasına verdiler. ‘Nikâh Masası’nı ve ‘Bir Gelin Gidiyor’ şarkılarını da öyle yazdım zaten.
Sonra iki kere evlendim. Eşime de şarkılar yazdım. Kavga ettiğimizde, barıştığımızda, her durumda yazıyorum. Mesela ‘Al Her Şeyim Senin Olsun’, ‘Yetmez ki’ gibi... ‘Ben Bu Gece Ölmezsem Bir Daha Ölmem’ şarkısını da düğününde kızıma yazdım.
Hepsinin arasında en efsanesi ‘Nikâh Masası’...
Ama biliyor musun, şimdi yazsam tutmazdı. Çünkü artık insanlar çabuk tüketiyor. Aşk dijitalleşti. Beklentiler çabuk bitiyor. Şarkıyla efkârlanmak için uzun vade lazım. Ama yeni nesilde sabır yok. Mesajlar atılıyor, ertesi gün sinema ve el ele tutuşuluyor. Biz sevdiğimizi köşe başında bile bir anlık görmek için bir ay beklerdik. Herhalde eski şarkılar gibi şarkılar da bu yüzden yapılamıyor.
Bir nesli şarkılarınızla depresyona soktunuz. Hiç pişmanlık duymadınız mı?
- Bazen yolda çevirip; “Abi senin yüzünden 10 kasa bira içtim. Parasını istiyoruz” diyenler oluyor. Ama neden pişman olayım? Hasreti çekmeyen adama hasret şarkısı çalamazsın. Demek ben onların dertlerine tercüman olmuşum. Yaşadıkları şeye parmak basmışım.
Neden şarkılarda hep kaybedenlerin yanındasınız? Duruma en azından bir kere de kazanan adamın gözüyle bakamaz mıydınız?
- Kazanan zaten kazanmıştır Hakancım. Kaybedenin yanında olacaksın ki bir işe yarasın...
Peki neden şarkılarınızda hiç siyaset yok? Hep aşk, hep aşk...
- Her şey sevgiden geçer, öyle çözülür. Neyine siyaset yapayım. Dinleyenin gönlüne mi? İnsanların aşklarına tercüman olmak kadar güzel bir şey yok.
AĞLAYAN İNSANDAN ZARAR GELMEZ
Şarkılarınızdaki gibi acı eşiği yüksek bir hayatınız mı oldu?
Hayır, mutsuz bir çocuk değildim. Adana’da büyüdüm. Ne çok zengin ne de yokluk çeken bir aileydik. Annem ev hanımı, babam tamirciydi. Okuldan sonra onun yanında çalışırdım. 9 yaşımdayken amcam üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gitti. Evde onun melodikasını bulup üflemeye başladım. Babam baktı ki ‘Samanyolu’ şarkısını falan çalıyorum, önce melodikanın iyisini aldı, sonra bir akordeon... Baktı omuzlarım güreşçi gibi gelişiyor; “Sana istersen Anadol araba alacağım, istersen org” dedi.
Fiyatları aynıydı. Ben orgu seçtim. Sonra orkestrada çalıp söylemeye başladım. İlk bestem okulda platonik âşık olduğum bir kıza yazdığım ‘Bir Akşamüstü’ydü... Adana’da tesadüfen Galatasaraylı Metin Oktay beni dinleyip arkadaşlarına bahsetmiş. İstanbul’a geldim. Tarabya’da sahneye çıkmaya başladım.
CİCİŞLER YÜZÜNDEN KURDEŞEN DÖKTÜM
Bir yarışma programında bu kızlara koçluk yaptım. İnanır mısın, gerçekten kurdeşen döktüm. Ben alışkın değilim öyle şeylere. Cildiyeciye gittim, “Sıkıntıdan” dedi. Sonra denize girmek için beni kimseler görmesin diye Kıbrıs’ta kuytulara gittim.
Banu Alkan saçlarını çok severdi. Bir filmde ölüm sahnesi çekiyoruz. O, uzanmış yerde. Bende rol gereği ona doğru koşuyorum. Birden cart diye bir ses geldi. Saçlarına basmışım. Saçları ayağımda kaldı. Ölü rolü yaptığı için kalkıp kızamadı da...
Cem Yılmaz’ın başarısının yüzde 90’ı insanların çok iyi bildiği şeylerden yola çıkarak espri yapması. Ben de yaşadığım veya çevremde yaşanan şeyleri anlatıyorum. Yaşanmış şeyleri yazdığım içinde bu şarkılar çok kişiyle buluştu. Benim sırrım da bu.
Hürriyet