Yavuz Bingöl: Erdoğancılığın feriştahıyım!

Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu Yavuz Bingöl ile müzikten siyasete uzun bir röportaj gerçekleştirdi. İşte o röportaj...

Türkücü Yavuz Bingöl, 24 Haziran'da gidilecek Cumhrubaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri'nde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı desteklediğini belirterek, " Sonuna kadar Erdoğancıyım. Hatta lütfen burayı büyük harfle yaz; FERİŞTAHIYIM... Ben Erdoğan’ı seviyorum. Oyumu da Erdoğan’a vereceğim seçimlerde" dedi.

Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu'na konuşan Bingöl, "Solcular hâlâ kayıtsız değiller aslında benim yaptığım müziğe.Tamamen silmiş değiller ama böyle karşılıklı bir kırgınlığımız var tabii. Çünkü beni de çok yalnız bıraktılar zor dönemimde.Söylediğimin altından yok düşkün, yok yalaka gibi şeyler çıkarmaları hiç yakışık almadı" ifadesini kullandı.

Bingöl'ün Semercioğlu ile yaptığı söyleşi şöyle:

Kökeninin Alevi-sol olması nedeniyle bugünkü iktidarla yakınlığın eleştiriliyor...

- Evet, doğru ama şimdi Türkiye’de bana 80-90 yıl boyunca sol iktidar say desen çok azdır. Hep sağ iktidarlar var yöneten. Hepsiyle benim ilişkim vardı. O zaman niye bu kadar çok eleştirilmedim ya da ayyuka çıkmadı olaylar? Bugün niye böyle oldu?

Neden böyle oldu, ben sana sorayım...

- Bunun nedeni bence Cumhurbaşkanı’nın insani yönünün fazla olması. Mesela ben Ahmet Necdet Sezer’le de türkü söyleyebilirdim. Niye söylemedim? Kendisi böyle bir şeye yol açmadı çünkü.Ya da Abdullah Gül’le de söyleyebilirdim. Onun da resepsiyonuna gittim. Ne bileyim Süleyman Demirel’le de söyleyebilirdim. Onun da cumhurbaşkanlığında resepsiyona gitmiş sanatçılardan biriyim ben. Onlar böyle bir şeye yol açmadı.Dediğim gibi; Cumhurbaşkanı’nın insani tarafı fazla. İnsana dokunmayı biliyor. Herkesin derdiyle, sorunuyla uğraşmasını seven bir lider. Başka bir tarafı var. Galiba ondan dolayı...

Sen de kendini bu duyguya yakın mı hissettin?

- Evet. Ben tavrını, tarzını seviyorum. Bunu hiçbir yerde de inkar etmiyorum, her zaman söylüyorum.Benim kendisinin şahsına, liderliğine büyük saygım ve sevgim var. Emperyal ülkelerin 60-70 yıllık planları var Orta Doğu’da.Bir Müslüman lider çıkıyor, hem dünyadaki ekonomik çarka çomak sokuyor hem de diyor ki; “Kardeşim, siz kendi geçmişinize bakın”! Bizim sessiz düşündüğümüz şeyi seslendiriyor. İstediğin kadar başka bir ideolojiden gel ya da başka bir görüşten ol...Aslında bir sol liderin yapabileceği şeyler de yaptılar 15 yılda. Demokratik açılım paketleri, barış masası... Bunlar çok kolay işler değildir Cengiz.TRT Şeş’i kim kurdu? Köylerin Kürtçe isimlerini kim geri verdi? Hâlâ bu sorunu çözebilecek kapasitedeki tek lider Erdoğan’dır.

Bu söylemlerin yüzünden eski mahallenden kovulduğunu, yalnızlaştığını düşünüyor musun?

- Yok. Ben öyle kovulduğumu falan düşünmüyorum.

Neden eski dostların Edip Akbayram kızıyor öyleyse sana? Onur Akın kızıyor, Arif Sağ kızıyor...

- Evet. Ben de onlara kızıyorum. (Gülüyor) Karşılıklı kızıyoruz...

Sen neden kızıyorsun onlara?

- Kendi başlarına kalınca hiç mi düşünmüyorlar, “Hiç mi iyi bir şey yapmıyor acaba Erdoğan” diye? Beğendikleri bir şeyi söyleme cesaretleri var mı benim gibi? Onlar da bir koltukta oturuyorlar. Kimse kendi koltuğunu terk etmiyor.Kariyerizm solun en büyük hastalığıdır. Bütün dünyada da böyledir. İki tane güzel cümle edemezler iktidar için, konserlerimiz iptal olur, tepki alırız diye. İki tane iyi bir şey söyleyemezler mi Cumhurbaşkanı hakkında?

Niye söylemiyorlar?

- Asıl dürüst olan benim. Ben, tavır değiştirmiş, mahalle değiştirmiş değilim. Ben dürüst konuşuyorum. Onlar dürüst konuşmuyorlar. Valla bak dürüst değiller. Asıl politik davranan onlar.

Ama sen bunları söyledin diye konserlerin iptal olmadı ki...

- Ben söylediğim için yaşadıklarım bunlar... Bu ülke hepimizin ülkesi. “Şunu ne kadar güzel yaptı” dediğim zaman ben Erdoğancı mı olurum? Nazım Hikmet’in vatandaşlığını verdikten sonra bir teşekkürü hak etmiyor mu?Sol adına yıllarca müzik yapmış Zülfü Livaneli, Edip Abi ya da Arif Abi, Nazım Hikmet’in vatandaşlığını verdiği için ertesi gün telefon açıp Recep Tayyip Erdoğan’a bir teşekkür ettiler mi? Etseler ne olurdu?2009’da Nazım Hikmet’e vatandaşlığını verdiği zaman evde tek başımaydım. Televizyonun karşısında kendimi Erdoğan’ı ayakta alkışlarken buldum. Gözlerim dolu doluydu. O anda ulaşsam kendisine, teşekkür ederdim mesela.Yani demek istediğim şu: Bizim solcu arkadaşların da terk edemedikleri bir koltukları var. Onların da kırmızı plakaları var. Bu iktidarın yaptığı iki tane iyi şeyi söyleyemezler.“Aman konserimiz azalır” ya da “millet bize yalaka der, yandaş der” diye. Halbuki öyle değil abi. Güzel olan şey güzeldir. Kötü olan şey kötüdür.

Sen kendini Erdoğancı olarak görüyor musun?

- Sonuna kadar Erdoğancıyım. Hatta lütfen burayı büyük harfle yaz; FERİŞTAHIYIM... Ben Erdoğan’ı seviyorum. Oyumu da Erdoğan’a vereceğim seçimlerde.

Bundan dolayı imtiyaz elde ettiğin eleştirilerine ne diyeceksin?

- Asla öyle bir şey yok. İmtiyaz derken?

Mesela kızın Türkü’nün TRT’ye program yapması...

- Bir baba kızı için ne yapabilir Cengiz? Senin de kızın var, her baba yapar bunu. Türkü, 10 yıl Amerika’da okul öncesi çocuk psikolojisi okudu. “Ben ülkeme hizmet etmek, enerjimi ülkeme vermek istiyorum” dedi. Ülkesine döndü. Çocuklarla ilgili belgesel yapmak için bir işe soyundu. Sanki bu ülkede belgesel kanalı fazla da biz başka kanalın kapısını çalmadık. TRT Belgesel’deki ilk işi olmadı mesela. Onların dediği gibi imtiyaz olsa, o iş devam ederdi. Birinci bölümde yayından kalktı.

TRT 1’deki programı hafta içi her gün yayınlanmaya devam ediyor...

- Belgeselden 6 ay sonra başka bir proje geliştirdiler. “Evlilik Okulu” diye. TRT de sevdi projeyi, devam etti. Ama birinci işinde hani imtiyaz? Nerede imtiyaz? Yok... TRT 1’deki de ramazan öncesi kalkıyor. Bir sezon bir iş yapmış oldular. Bunun imtiyazla ilgisi yok ki. Bir baba evladı için ne yaparsa ben o refleksi gösterdim sadece... Başka bir niyetim olamaz ki benim. Kızımın da öyle bir niyeti yok.

5 yıl aradan sonra nisanda yeni albümün çıktı. Niye bu kadar ara verdin?

- Kalbimle alakası var. Müzik ezbere yapacağın bir iş değil. O an geldi. Ruhum hazır hissetti ve albümü tamamlayıp çıkardım. Repertuvarı, çalmaları, kapak tasarımı derken 1 yıl sürdü.

Annenin de bir türküsü var albümde...

- Evet, “Gönül”. Orada bir “üç kuşak” durumu var. Kızımla beraber söyledim o türküyü. Babaannenin türküsünü oğlu çaldı, torunu söyledi...

Annenin sağlığı nasıl oldu?

- Annem Alzheimer hastası. İleri boyutta. Bir tek beni tanıyor. Alzheimer ile ilgili dünyada ciddi bir ilaç bulunmuş. Yetişir mi yetişmez mi, ne zamana çıkar o ilaç bilmiyorum. Hastalar üzerinde denemek için çalışıyorlarmış. Bir yol bulsam bak orada imtiyaz kullanmak isterim annem için...

Baban?

- Babam, Didim’de yaşıyor. İyidir herhalde.

Görüşmüyor musun hâlâ?

- Babam ve kardeşimle görüşmüyorum. Biliyorsun 5-6 yıl önce Ahmet Hakan’a verdiğim röportajdan sonra Halk TV’ye Uğur Dündar’a çıktılar. Mektup yazdılar falan. O doğru bir şey olmadı.

Ondan sonra hiç görüşmedin mi?

- Yok, görüşmedim. Onlarla hiç alakam yok. Allah uzun ömür versin ikisine de.

Kardeşini ve babasını bile silecek kadar nasıl sert olabilir insan?

- Sertlik değil... Gücüme gitti. Kol kırılır yen içinde kalır. Benim dediğim şey çok abartıldı. Zaman geçtikçe gerçekten bir komplonun içine atıldığımı düşünmeye başladım.Çünkü Gezi’de hayatını kaybeden çocuklar için kurduğum cümlede, söylemek istediğim o değildi. Ateşe benzin döktü kardeşim ve babam da... Ben de dedim ki; “Olacak iş mi”!Ben öyle bir abi, öyle bir evlat da değilim. Ben hayırlı bir evladım. “Bana bile bunu yaptılarsa, yapacak bir şey yok” dedim. Çok kötü dönemlerdi. O dönemleri hiç hatırlamak istemiyorum. O 1 yıl kötüydü.

O zor döneminde dostlarından destek gördün mü?

- O 1 yılda biraz önce saydığın isimler arasında, mesela Onur Akın, ki benim 1987’den beri arkadaşımdır, bir kez bile bana telefon açıp kapımdan içeri girmiş değildir. Böyle dostluk olmaz abi.Dost dediğin, Ahmet Telli gibi olur. Ahmet Telli, “Sen benim 25 yıllık dostumsun. Söylediklerine katılmıyorum ama sen benim dostumsun.Seni bırakmam ama söylediklerini tartışırım” dedi bana.Bana tek sahip çıkan ise Recep Tayyip Erdoğan oldu. Ben bu ahde vefayı mezara kadar taşıyacağım.Kızımın her gün ağladığı, benim her gün ağladığım, içe kapandığım, hayattan yok olup gitmeyi bile düşündüğüm, ülke değiştirmeyi düşündüğüm bir dönemde bana sahip çıkan insanı ben artık satamam. Satmam.Geri vites yok bizde. Bir insan kötü günündeyken birinci derece yakınları zaten oluyor ama ben ne babamı, ne kardeşimi ne de dostumu gördüm yanımda.

Albümün adı neden “İhsan”?

- “İhsan”ın anlamından dolayı... Çok büyük bir anlamı var. İhsan demek, kötülüğe karşı yapılan iyilik demek. İhsan demek bağış demek, iyilik demek, cömertlik demek. O yüzden içine o yazıyı yazdım.İçinde bir yazım var.Tek kelimeyle nasıl ifade edebilirim diye düşündüm. Yarım asırlık bir hayat. Geriye gerçekten onlar kalıyor. İnsan hayattan giderken iyilik, cömertlik ve bağışlamak arıyor. O yüzden “İhsan” koydum albümün adını...

Senin albümündeki “İstanbul” mu, Onur Akın’ın “Bekle Bizi İstanbul”u mu?

- İkisi de farklı tabii... Benim albümdeki İstanbul çok farklı duyguyla yazılmış.Eşi kaza geçiren ve 6 ay bitkisel hayatta kalan bir arkadaşım yazdı o şarkıyı.Kazadan sonraki ruh halini anlattığı bir şarkı. Öbürü tabii başka bir şarkı.Rahmetli Vedat Türkali’nin şiiri. Yıllarca hepimizin bildiği, okuduğu bir şarkı...Benim de öyle şarkılarım vardır geçmiş dönemde.

MESAM’daki görevi niye kabul etmedin?

- MESAM zor iş be Cengiz.

Niye zor iş? Yönetimde yer almıştın daha önce...

- Daha önce yönetimde 6 ay zor dayandım. İstifa ettim. Zor bir yer...

Yoksa Bakanlık tarafından atanmış olmayı mı istemedin?

- 20 yıldır 20 adam yönetiyor bu meslek birliklerini. MESAM’ı da, MSG’yi de, MÜYORBİR’i de... Niye holding gibi bir CEO getirip koymuyorsun başına? Ne işi var yönetimde sanatçıların, türkücülerin, şarkıcıların? .

MESAM’da Orhan Gencebay’ı mı destekliyorsun, Arif Sağ’ı mı?

- İkisini de desteklemiyorum. Çünkü bir şirket kafasıyla yönetilmesi lazım. Almanya’daki telif kuruluşu GEMA’nın yönetim kurulunda bir tane müzisyen bulamazsın.

Peki sen neden başkanlığı kabul etmedin? Yine eleştirileceğim korkusu mu?

- Yok... Kızımı kırmadım. “Baba, Allah aşkına, bu işi kabul etme” dedi. Baktım ki ağlıyor, gözü yaşlı, istifa ettim. Bıraktım. Tekrar aynı şeyler olacak diye. 20 yıldır, bütün bestecilerin, bütün söz yazarlarının rüyası, hayali ne biliyor musun? İki meslek birliğinin birleşmesi. Peki bu iki meslek birliği niye birleşmiyor 20 yıldır?

Koltuk ve iktidar kavgasından...

- Yöneticiler, ideolojisine bakarsan hangi kültürden geliyorlar? Solcular değil mi? Mangalda kül bırakmıyorlar özgürlük, eşitlik vs. deyince. “Niye birleşmiyorsunuz kardeşim 20 yıldır?” deyince adım çıkıyor. Birleştirin kardeşim o zaman. İki meslek birliğinin yıllık gideri 12 milyon TL. Bir meslek birliğine düşse o para 5 milyona inecek, kalan 7 milyon bestecinin, söz yazarının cebine girecek. Yazık değil mi?

Bunu herkes söylüyor ama kimse yapamıyor...

- Üstelik bu arkadaşlar sol tandanslı arkadaşlar... İktidarda olamamalarının dünyada da sebebi böyle. Dünyada hiçbir tarafta yok solcular. Ben dünyadaki bütün sola çalıştay öneriyorum. 1991’deki şartlı tahliyeden sonra yapılan toplantılar vardı, hatırlıyor musun? İçinden ÖDP çıkmıştı. Dünyadaki bütün sola öyle bir çalıştay öneriyorum. Oturun şapkalarınızı önünüze koyun. İngiltere’de yoklar, Amerika’da yoklar, Batı Avrupa’nın tamamında yoklar. Beyaz Saray’ı da kaybettiler. Dünyada sol iktidar yok. Niye yok? Oturun bir düşünün.

Niye “oturun bir düşünün” diyorsun, “oturalım bir düşünelim” demiyorsun? Kendini solcu olarak görmüyor musun?

- Abi ben bıktım 30 yıldır.

Kendini solcu olarak tanımlamıyor musun artık?

- (Gülüyor) Ben sol değerlere inanan bir insanım. Biz görmeyeceğiz bunu ama ben dünyanın daha iyi yönetileceğine inanıyorum. İnsan vicdanına daha yakın bir sistemin geleceğini düşünüyorum. Kapitalizm böyle gitmez. Kapitalizm denen ne idüğü belirsiz bir canavar.

“Milletvekilliğini düşünmüyorum” dedin. Danışmanlık, belediye başkanlığı falan mı düşünüyorsun?

- Hiç bilmiyorum valla ne yalan söyleyeyim. Şu an düşünmüyorum siyaset. Biliyorsun son 20 yılda birçok partiden milletvekilliği adaylığı teklifi aldım, kabul etmedim.

Belki de Cumhurbaşkanı’nın kültür sanat danışmanı olursun...

- O Reis’in takdiri. Onu bilmem. Benim öyle bir talebim yok ama ülkenin kültür sanatına büyük katkım olur. Çünkü gerçekten yaş gereği bizim hayatımız çok zengin Cengiz. Babam öğretmendi. Askerlikten sonra da kara trenlerde geçti ömrüm.

Binlerce düğünde çaldım, çalışmadığım yer kalmadı, müzikte ve kültür sanatta çok fazla tecrübem var. 70 yaşına gelince evin köşesine çekilip ölmeyi beklemek yerine, bu tecrübeyi gelecek kuşaklarla aktarmak gerekir.

AK Parti’den de teklif geldi mi?

-Yok. AK Parti’den hiç teklif almadım. Daha çok CHP’den almıştım. ÖDP’den aldım. SHP’den almıştım Murat Karayalçın döneminde. Hatta İstanbul’dan büyükşehir belediye başkanlığı teklifi almıştım. Ama cesaret edemedim.

“Enstrümansız Okul Kalmasın” projesinin fikir babasısın, ne durumda proje?

- Araya seçim girdi ama şimdi ciddi bir kampanyaya başlıyoruz. 2023’te, Cumhuriyet’in 100. yılına inşallah. Bunu önemsiyorum. Enstrümana dokunan çocuk kin beslemez, düşmanlık yapmaz, bu çocuktan terörist olmaz. O yüzden bizim bu yaptığımız işin kıymeti 10 yıl sonra anlaşılacak.

Nasıl bir yol izleyeceksiniz?

- Milli Eğitim Bakanlığı ile ilerliyoruz. “Sanat Hayattır” diye bir dernek kurdum. Bu derneğin yönetim kurulu başkanıyım. Bir protokol imzaladık bakanlıkla.Türkiye’de 12 bin ilkokul, 27 bin ortaokul var. 39 bin okulun sadece 3 bin 800’ünde müzik odası var. Biz bu müzik odalarına ortalama 20’şer bağlama ve birer piyano koyacağız. Benim derdim bu sayıyı 2023 yılına kadar 10 bin okula çıkarmak...

Arif Sağ’la röportaj yaptığımda senin bağlama virtüözü olduğunu söyledim...

- Ben hiç virtüöz olmadım.

Geçtim virtüözlüğü, “Ben Yavuz Bingöl’ü tanımıyorum” dedi...

- Doğrudur.

Sonra da “Onu bizim başımıza siz çıkardınız, bakın gördünüz işte arkadaşınızın ne olduğunu” dedi. Kırgınlığın devam ediyor mu Arif Sağ’la?

- O bizim hocamız, büyüğümüz. Benim ona bir saygısızlığım söz konusu olamaz. Benim 30 yılıma şahitlik etmiş bir insandır Arif Abi. Benim annemin yakın arkadaşıdır. Annemle onlarca konseri vardır. Şahsenem Bacı’nın oğlu Yavuz’un bütün müzikal sürecine tanıklık etmiş bir hocadır. O yüzden öyle onun dediği gibi tesadüfen gelmiş biri değilim. Müzik de öyle bir şey değildir. Sanat o tip şeyleri kaldırmaz. Müzik ve sanat dünyasına paraşütle inip de bir yer edinemezsiniz. İşin yetenek kısmı ayrıdır, değişim ve mutfak kısmı ayrı. Buralara şahitlik etmiş biridir.

O politik olarak kızgınlığından öyle diyor.

- Benim müziği yoğurma şeklimden dolayı benim kitlem oluşmuştur. Piyanom, bağlamam, ses aralığım, sesimdeki tını, ilk çıktığım zaman yaptığım röportaj, konuştuğum cümle ile ilgilidir Yavuz Bingöl’ün inşası... Tuğlalar öyle konmuştur. Öyle Arif Abi’nin dediği gibi değildir, kusura bakmasın.

Onlar senin tuğlaları yıktığını düşünüyor...

- Çok öyle değil. Mesela Artvin’e konsere gittim. 20 bin insan vardı. Tek çatlak ses yoktu.

O kitle senin eski kitlen mi?

- Bizim birbirimize karşı bir kırgınlığımız var...Solcular hâlâ kayıtsız değiller aslında benim yaptığım müziğe.Tamamen silmiş değiller ama böyle karşılıklı bir kırgınlığımız var tabii. Çünkü beni de çok yalnız bıraktılar zor dönemimde.Söylediğimin altından yok düşkün, yok yalaka gibi şeyler çıkarmaları hiç yakışık almadı. Çünkü ben tavrı ve tarzı olan biriyim. Bir yoğurt yiyiş şeklim var. Hayatı yaşama şeklim var. Felsefem başka türlü...Beni yakından tanıyan insanlar bilirler. Yavuz’un demek istediği şudur derler. “Asla böyle bir şey yapmaz. Asla bunu demek istememiştir” diye düşünürler. Bilirler.Ama onlar bildikleri halde düşmanlık ettiler. O da benim zoruma gitti.

Eski dostların senin Microsoft toplantısından “Kahrolsun emperyalizm” diye çıktığını bile biliyorlar...

- (Gülüyor) O çok komik bir hikaye...

Anlatsana... Yanında Mahsun Kırmızıgül de vardı değil mi o sırada?

- Evet. Mahsun, Microsoft’la anlaşma yapmak üzereydi. 20 yıl önceki olay bu. Microsoft’un o zamanki genel müdürü bilgisayarın ve işletim sisteminin gelecekte ne kadar kıymetli olacağını, bilgisayarın yararlarını anlatıyordu. “Biliyorsunuz, Kuzey Irak Savaşı’nda, Amerika bir düğmeye basıyor, oradan bombayı atıyor” dedi. O, örnekleri çoğaltınca, ben de toplantıda “Kahrolsun emperyalizm” dedim. Mahsun’un bütün işleri bozuldu. İmza falan kalmadı. Soğuk su içildi (Gülüyor)... Ama Amerika, İngiltere olmasaymış, dünya daha yaşanılır bir yer olurmuş.