'Seversin, kavuşamazsın aşk olur’ demiş Âşık Veysel, kendisine aşkı soranlara. Aşk güzel şey… Onun tutkusunu, heyecanını, paniğini yaşamak… Her ne kadar günümüzün bunaltan ve duyarsızlaştıran şartlarından dolayı gerçek aşkın yaşandığı ilişkiler mumla aranır hale gelmiş olsa da, maşallah dizicilerimiz her türden ‘aşk’ bolluğu yaşatıyorlar topluma. ‘İnadına Aşk’ diyenlerin çatışmacılığını mı istersiniz, ‘Kiralık Aşk’ın çıkmazında romantizmle komediyi buluşturanı mı? Alabildiğine şirinleşerek ve şirinliğin yetmediği yerde darbeli hale gelerek ‘Aşk Yeniden’ diyeni de var, kaçamakların kötü bittiği ‘Aşk ve Günah’ı her güne yayanı da…
Şimdi bu çeşniye ‘Acı Aşk’ da katıldı. Ancak adı, kaderini mi etkiledi ne? Ekrandaki diğer aşk hallerinin verimliliğine karşılık aşkın acı hali, beklenen getiriyi sağlayamayarak kendisine bel bağlayanlara acı yaşattı. Daha ilk bölümden totalde 21’inci olan dizi AB’de 33’üncü sırada yer aldı. Üstelik performansıyla orantılı olmayan ve ‘Yok artık’ dedirten bu haksız sonuçlar, Show bunu da harcayacak mı diye, düşündürdü. Peki, harcanmayı hak ediyor mu ‘Acı Aşk’?
‘ACI AŞK’I ACILAŞTIRAN ETKENLER
TMC yapımı ‘Acı Aşk’ merakla beklediğim bir diziydi. Zira dizi harcama konusunda doludizgin gitmeyi adet edinen Show ekranında yer almak oldukça cesaret gerektiren bir işti. ‘Acı Aşk’ da bu riski göze aldığına göre demek ki kendine çok güveniyordu. Eh, kendine güvenmek için de izleyiciye iyi bir şeyler sunacağından emin olmak gerekir. Bu yaklaşımla izlemeye başladığım ‘Acı Aşk’ için ilk sözüm, harcanmayı hak etmeyen buna karşılık başarılı olma kaygısıyla hatalara düşen bir çalışma olduğu yönünde! Bu hatalar neler?
Son dönem dizilerinin aşk merakında öne çıkan detay, masalsı başlangıçlar… Tesadüflerle yaşanan karşılaşmalar da bu masalsılığa zemin hazırlayan girişler. Kızla erkek ya yolda çarpışır, ya arabasının önüne çıkar, ya da bir iş yerinde atışarak tanışırlar. ‘Acı Aşk’taki masalsı aşkımızın kahramanları, Melek ile Bulut da benzer bir biçimde tanıştılar. Kavga, çarpışma yoktu ama ilk andan flörtöz bakışmalarla binilen bir asansör, devamında da yoldaki arabaya davet aşaması vardı. Doğruyu söylemek gerekirse aslında hiç de inandırıcı gelmeyen, ilginçlik sunmayan bu aşk girişi bana göre baş hataydı. Evet, belki geçmişte böylesi masalsılıklar hoşluk yarattı ve diziler adına çekicilik doğurdu. Lakin bu klişeler öylesine çok işlendi ki artık eskisi gibi ilginç gelmemeye başladı. Hatta yapmacıklık olarak sırıttı. Anlayacağınız ne yazık ki ‘Acı Aşk’ın da ilk dezavantajı, ‘masal gibi bir aşk’ sunumu rutinine dalmak oldu.
Dizinin diğer dezavantajı, hızı! Yapımların rekabette avantaj sağlamak için başvurdukları yol, ilk bölümü tıka basa gelişimle doldurmak. Sanılıyor ki, böyle bolca karakter ve konu gelişimi sunulursa izleyicinin dikkati çekilir. Ne büyük yanılgı! Çünkü bu mantıkta ısrar edilirken hem izleyicinin alelacele gelişimden hoşlanmadığı unutuluyor, hem de karakterlerin yüzeysel sunumunun yarattığı iticilik görülmüyor. Neticede kendi kendini tüketme hali çıkıyor ortaya. ‘Acı Aşk’ da pat diye tepeden inme daldı, büyük aşk hallerine ve ‘Evlenilecek bir kız bul’ söylemiyle Yeşilçamvari hava estiren baba baskısıyla gelişen acı girdabına. Hani bir tek bebek çıkartılması eksikti. Bu ne hız arkadaş? Biraz konuyu açsanız, sonra aşka dalsanız olmaz mıydı? Olmadı ve izleyici, öykünün temelindeki aşktan yakalanamadı.
‘Acı Aşk’ın avantajı olması gerekirken daha ilk bölümden dezavantajına dönüşen en büyük ayrıntıysa, ‘Melek-Bulut’ çifti yaratma kaygısı! Buradaki aşk gayretkeşliği öylesine ağır bastırılmış ki, diğer karakterler ve hikâyeleri baştan silikleşmiş-ötelenmiş adeta. Oysa Ali-Eylül ikilisi veya çok ilginç bir hırsızlık sahnesi performansıyla karşımıza çıkan Sude karakteri daha derinlikli başlangıç yapabilirdi. Bu arada Selin Şekerci’nin performansının Sude rolüne çok uyduğunu da belirtelim. Dahası Erkan Can, Hüseyin Avni Danyal ile Neriman Uğur gibi deneyimli sanatçıların sahnelerinin kestirmeden verilmesi de bana göre yanlış. Konunun ağırlığı çiftler ve aşk üstüne şekillenecek olsa bile yön verenler yetişkinler olacağından bu karakterlerin başlangıçtan eşdeğer sunulması bütünlük adına daha doğru olurdu diyorum. ‘Acı Aşk’ı acılaştıran etkenleri saptadıktan sonra ‘Melek-Bulut’ aşkına geçecek olursak…
MELEK-BULUT İLİŞKİSİNDEN NASIL AŞK ÇIKAR?
Bir gülüş, bir bakışlı açılış paslaşması… Yolumun üstünde atla götüreyim havası… Ve Bulut’a baktığında her an yağacak gibi duran kara bulutlar gören Melek ile güneş arayışındaki Bulut’un Çiçek Pasajı’nda icra ettiği Zeybek’le noktalanan jet kaynaşması.
‘İnsanın güneşi kalbidir’ nasihatini dinleyip kalbinin sesine kulak vererek bir gecelik tanışıklığı abartarak Melek’in peşinden İzmir’e koşturan Bulut’un, hayat boyu aşktan vazgeçmeme sembolü olan Yusufçuk kolyesini taktığı Melek’le başlangıç muhabbeti böylesine dar bir çerçeveye sahip. İzmir etabı derseniz, Melek açısından akıl alacak gibi değil.
Bulut’u aylardır tanıyıp sevdiği biriymiş gibi boynuna atılarak karşılayan(yanlışlığını kendi de diyor zaten) Melek’in yakınlaşma cömertliği bununla sınırlı kalmaz. Bisiklet turu, deniz kenarı duygusallığı, dağ bayır derken böylesi dizilerde çiftlere reva görülen ne kadar şirinlik klişesi varsa yaşayan ikilinin yıldırım aşkını jet hızıyla acılaştırmak için kader ağlarını örüyor, senarist de en gaddarından satırlarını yazıyordur çünkü. Birdenbire çok yağmaya başlayan ve ‘Aaa… Yağmur’ hayretiyle karşılanan yağmur altında yaşanan ıslak romantizmle mayışan Melek-Bulut çifti, doğru yer ve doğru zamanda buldukları kulübeyi ‘nimet’ görür ve ‘Yağmurun sesine bak aşka davet ediyor’ kafasını yaşayıp tek vücut olur. Lakin Bulut ‘doğru adam’ mıdır?
İzleyicinin aklında kuşku bırakmamak adına buğulu görsellikle verilen ve ‘İzmirli Melek kız da az kuduruk değilmiş. Bir görüş bir bakış tanıdığı adamla daldı yatağa’ dedirten bu sahnenin ardından yaşanan gelişmenin en kestirme özeti, Melek ve Bulut’un rüyasını kader-kısmete bırakan senaryonun sürprizi, Bulut’un patron kızıyla evli oluşu! Hani kavuşamayınca aşk oluyormuş ya… Bunu acılaştırmak için araya üçüncü bir kadın, evlilik sokmak gerekiyormuş ya… Buradaki aşkın acılığı da, Bulut’un ailesini refaha kavuşturan sorunlu evlilik olayı işte!
Şimdi asıl akıl kurcalayan, hatta itici gelen acılık Melek-Bulut arasında yaşanan bu ilişki aşk mıdır noktası! Çift merakını, ‘Alacakaranlık’ gibi serilerle, ‘evlenmeden olmaz’ romantizminin masumiyetinde yaşayan gençlik için böylesi pervasızlık aşk adına kabul edilir mi?
Ben, bu hovarda ilişki başlangıcını ‘Aşk’ olarak kabul edemem doğrusu. Çünkü bu gidişat aşk değil, olsa olsa emir altında olma ezikliğinin ve dırdır bıkkınlığının yarattığı bunalımla kendine çıkış kapısı arayan evli bir erkeğin, farklı denizlerde yüzmeyi isterken bir yandan da bağlı olduğu limandan kopamayış ikilemindeki fırsatçılığıdır!
Dolayısıyla Bulut istediği kadar ‘Ben sana çok fena âşık oldum be’ diye haykırsın… Evli olduğunu saklayarak yatağa dalan, ardından bırakıp kaçan bir erkeğin tüm bunları aşkla yaptığına inanmak imkânsız. Dahası böylesine kısacık bir süreçte fena âşık olmak tam safsata. Yani daha en başından ‘evli erkek-kolay kız’ imajıyla falsolu bir başlangıç yapan ‘Melek-Bulut’ çiftinden duygusal ve dürüst bir aşk beklemek nafile. Hele Melek, ‘boşanma-mutsuzluk’ masallarının ardına sığınan Bulut’u aynı gerekçelerle hoş görüp evliliğini bile bile ilişkisini sürdürürse… Aşkı ve evliliği için savaş veren Sude’yi hiçe sayarsa… Aşkın adını anmak dahi günah o kertede! Ama gidişat o yönde… Tabii ömrü yeterse.
‘ACI AŞK’IN YILDIZI, ALPEREN DUYMAZ
Gerçek şu ki; Seçkin Özdemir ve Sezgi Sena Akay isimlerine yoğunlaşarak izleyiciyle buluşan ‘Acı Aşk’ın ilk bölümündeki gerçek yıldız, daha önce de ‘Tatlı Küçük Yalancılar’daki Cesur rolüyle kendini gösteren Alperen Duymaz!
Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ndeki eğitiminin hakkını veren Alperen Duymaz’ın canlandırdığı Ali rolüyle ‘Acı Aşk’ta fırtına gibi estiğini söylersek abartmış olmayız. Konuşma tarzı, beden dilini kullanışı, mimikleri, vurgulamaları her sahnenin özüyle uygun. Ne abartarak büyük oynuyor, ne de pısırık kalıyor. Eylül’le olan sahnelerinde duygusallığa tavan yaptıran Duymaz, özellikle kız arkadaşının başucunda çırpınırken sergilediği inandırıcılıkla harikalar yarattı. ‘Tatlı Küçük Yalancılar’da ışığını belli etmişti, burada tam parladı. Dilerim Show, ‘Acı Aşk’ı harcamaz da kendisini Ali rolünde bolca izleme fırsatı yakalarız.
Sonuçta; Başlangıç hatalarına rağmen ‘Acı Aşk’ hemen gözden çıkartılacak bir dizi değil. Gel gör ki, insanın adı çıkacağına canı çıksın demişler... Show TV’nin dizi yönü de böyle. Bir kere adı çıkmış, dizileri yarım bırakma alışkanlığıyla. İzleyici de bundan etkilenmiş haliyle. ‘Nasılsa yarıda bırakılır. Bu reytinglerle Show devamını getirmez’ diye düşünenler boşa zaman kaybetmemek için ‘Ne bakayım’ fikrine kapılmışlar. Show’un yeni dizilerinin geride kalmasında bu mantığın da payı büyük! Bari en azından bu algıyı kırmak adına ‘Acı Aşk’ hemen harcanmamalı, şans verilmeli diyorum. Çıkmadık candan umut kesilmezmiş. Bir bakarsınız kanal sabreder, dizi fark edilip parlayıverir…
Anibal GÜLEROĞLU