Tadını kaçırmak… Bir konuda aşırılığa kaçarak olumsuzluğa sebep olup güzelliğini bozmak. Ne yazık ki bu anlamlı deyim yeterince dikkate alınmıyor hayatın içinde. Diretmek, uzatmak marifet sayılıyor kimilerince. Rakipsiz ortamda bu şekilde bir yerlere varma ihtimali olsa da tükenmişliğin üstüne gittikçe beter oluyor her şey genelde. Kazançtan ziyade hüsran kalıyor elde.
Nitekim kurgularda da aynı durum sıkça çıkıyor karşımıza. Tadında bırakmanın gerekliliğini unutanlar, söyleyecek sözü kalmamış işleri noktalamak yerine, ana hikayeyle bağdaşmayan gelişmelerle yeni bölümler yaratmaya çalışıyorlar. Böylece akılda güzel iz bırakarak üst sıralardan veda etmek varken dibe vurarak terk ediyorlar sahneyi. Nasıl ki öyküsünün soluğu bir sezonluk olan ‘Mahkûm’ da ikinci sezon ısrarcılığıyla böylesi bir sonun taşlarını döşüyor halihazırda.
‘Aldatmak’ dizisinin başlamasıyla Total’de ilk 10 dışında kalıp AB’de dokuzunculuğa düşen ‘Mahkûm’ yeni sezona adım atar atmaz sergilediği içerik performansıyla ‘Gitti gider’ dedirtir hale geldi maalesef. Detaylarına bakalım…
‘MAHKÛM’ NASIL BU HALE GELDİ?
İsmail Hacıoğlu’nun Barış-Savaş karakterlerindeki güçlü oyunculuğuyla geçen sezonun başarılı yapımlarından olan ‘Mahkûm’, Sasha karakterinin abartılı varlığına ve mantıkla bağdaşmayan sahnelerine rağmen ilgi çekmeyi becermişti. Kuşkusuz bu başarıda başrol oyuncularının çabası etkili olmuştu büyük ölçüde. Ancak bir noktadan sonra bu çaba da yetersiz kalmaya başlamıştı.
İlk sezon tablosunu kısaca hatırlarsak…
Her duruma anında müdahale eden, sürekli paçayı kurtarmayı başaran ve işin doğrusu dizideki en ‘inandırıcılıktan uzak’ karakter konumunda olan Sash’nın sahneleri iyice anlamsızlaşırken bu kez Sinyor karakterinin adeta yamanmış gibi gelişen hikayesi çıkagelmişti. Onun süper kötü vasfıyla donatılması içeriğin mantığını da sıfıra indirmişti. Sonra bir baktık Beybaba’nın güvenilir gördüğü dostu Yadigâr, Sinyor’un adamı çıktı… Yetmedi… Savcı Fırat’a ve arkadaşlarına kök söktüren Başgardiyan Mücahit, Rafi’nin emrine girip her hinliği anlayan Sinyor’un arkasından iş çevirerek Fırat’ın adamına dönüştü. Fırat’ın yol arkadaşlarını kurtarma basitliği deseniz… Olacak iş değildi ama Haci ve diğerlerinin mizahi yönleri sayesinde yenildi yutuldu. Anlayacağınız Barış-Fırat çekişmesinin nereye varacağı merakı ağır bastığından bir şekilde ilgi sürmüştü.
Fırat’ın kızına kavuşması ve karısını öldürüp ailesine bu kötülüğü eden Barış’ın cezalandırılması baş hedefti nasılsa… O da gerçekleşti sonuçta. Bundan sonra daha ne olabilirdi ki? Zaten orijinali de sezonlar boyu sürmemişti!
Biz tam ‘Dizi artık biter’ diye düşünürken bir baktık sezon finali durumu kumsaldaki piyanonun başında oturan Barış’ın, Fırat ile Büge’nin düğün resmini almasıyla çıkageldi. ‘Mahkûm’un yaratıcıları bundan sonrası için ciddi bir gelişim düşünmüştü anlaşılan!
Nitekim yeni sezonunu izlemeye de bu beklentiyle başladık. Gel gör ki, birkaç sahnenin ardından boşa beklediğimizi anladık. ‘Mahkûm’ gerek söylemiyle gerekse karakterleriyle resmen yeni bir boyuta evrilmişti… Ki, dizinin çöküşünün sebebi de bu zaten.
‘Innocent Defendant’ isimli Kore dizisinin uyarlaması olarak senaryosunu tüketen yapım, yerli içerik kafasıyla gözde klişelerin cümlesinden faydalanarak, orijinalle tamamen alakasız bir yol haritası çizmeye niyetlenmişti anlaşılan. Bu niyetin sonucunda yasadışılığı legalleştirme mantığının ürünü olarak kendi adaletini uygulamak için çeteleşen bir Barış profili çıktı karşımıza. Üstelik bu profil ve yandaşlarının eylemleri adeta yüceleştirilmişti. Alkışlamalı mıydı şimdi?
Kuşkusuz Barış baştan beri ‘kötü kahraman’ vasfına sahip bir karakterdi. Lakin tüm kolluk kuvvetlerini atlatmayı nasıl becerdiğini bir türlü çözemediğimiz Sasha aracılığıyla farklı mağdur-suçlu tiplerini bir araya toplayıp başına geçen Barış, oyuncunun çabasına rağmen, sempatiklikten uzaktı. Öldü sanılan Barış’ı diriltme becerisi sergileyen Sasha ile Barış’a emirler verirken birden onun yancısına dönüşen Rafi’nin kurduğu yeraltı dünyası da öyle! Sözde kendi adaletini sağlama mantığı sonradan devreye sokulduğundan ne karakterle ne de senaryonun temeliyle hiç bağdaşmamıştı dizinin bu dönüşümü.
Keza sürpriz bir hastalıkla üç aylık ömrü kaldığını öğrenen Fırat’ın kimi zaman aşırı abartılı tablosu da işin tadının kaçtığının resmiydi. Hastalığını öğrenip kendini eve kapatarak hatıra defteri tutan Fırat’ın sonraki performansı hastalıkla bağdaşmayacak türden oldu. ‘Maske’ fikrinden nasiplenirken özgünlükten ziyade taklitçilik pozisyonuna düşen dizi, Fırat’ı bir anda diriltti. Üç aylık ömrü kalan biri, tedavi de almazken nasıl böyle enerjik oluvermişti? Barış’ın yaşadığını öğrendikten sonra oradan oraya koşacak gücü bulabilmesi, espriler yapıp Giryan’la yakınlaşması ‘Bunun neresi hasta’ dedirtti… Ki tüm bu gelişim senaryonun mantık zayıflığı olarak yansıdı izleyiciye.
İlaveten ilk sezon diziye renk katan koğuş arkadaşlarının yarattığı mizahi havadan yoksun kalıp daha karanlık bir atmosfere bürünmesi de ‘Mahkûm’ için dezavantaj oldu. Yeni karakterlerin yeterli cazibeden yoksun olması da cabası. Savcı kanadındaki Komiser Mami bir parça enerji katsa bile özellikle Barış’ın yeraltı ekibindekiler ‘Bir bakıp çıkacağız’ havasında yüzeysel tipler. Karakterler böyle olunca içerik de bunlarla paralel sıkıcı ve ağır tempoda ilerliyor haliyle. Aslında daha doğrusu ‘İlerleyemiyor’ demek lazım. Zira yamalanmış konularla ve zorlama karakterlerle yapılabilecek pek bir şey yok!
SONUÇTA; 60 dakikalık 18 bölümden ibaret ‘Innocent Defendant’ dizisini başarıyla uyarlayıp ekranlarımıza güzel bir katkıda bulunanların ikinci sezon ısrarcılığı elde patlamış durumda. Objektif gözle bakan herkes ‘Joker’ havası verilmeye çalışılan ve ‘Adalet teoriyle anlatılmaz Savcı, pratikle anlatılır’ diyerek adalet dağıtıcılığına soyunan Barış’ın tüm sempatikliğine, gayretine rağmen ‘Mahkum’un ikinci sezonunda işlerin iyi gitmediğini görebilir zaten.
Dahası Sasha başta olmak üzere tavan yapan abartılarla adeta karikatür konumuna düşen karakterlerin performanslarının çekicilikten ziyade iticilik yarattığı çok açık. Alınan sonuçlar, tadını kaçırma pahasına doğallığı ve mantığı gömen dizinin, rakiplerinin karşısında iyice sönükleştiğinin göstergesi nitekim.
Tüm bunlara zorlamalarla yaratılan bölümlerin mesaj vermeye abanmasını da eklersek, tam duvara toslanıyor. Hal böyleyken ilk sezonun sonlarına doğru çekiciliğini ufaktan kaybetmeye başlayan ve şimdilerde ‘Adaleti sağlama’ hususunda boş muhabbetlere dalıp duvar yazısı modasından medet umarken elinin güçsüzlüğünü iyice hissettiren… Orijinalden ayrışmış yapay atmosferle ruhları daraltan ‘Mahkûm’un ikinci sezonunun gereksizliği iyice netleşiyor.
Şayet yeraltının karanlığından ve mantıksızlıklardan kurtulunmazsa ki, sözün tükendiği yerde bunun gerçekleştirilmesi pek ihtimal dahilinde değil, ‘Mahkûm’ gitti gider! ‘Gitmeyi bilmek gerek bazen’ diyerek koyalım noktamızı.
Anibal GÜLEROĞLU