Ankara’nın Dikmeni’ne bu yakışır mı?

İzleyici mesajlarının da motivasyonuyla dikkatimi yoğunlaştırdığım bu yakışıksız durum, dizinin Mesut Yar’ı konuk olarak aldığı son bölümündeki söyleme dair… Dikmen’le dile gelen bu söylemin, toplumu oluşturan bir kesimde uyandırdığı rahatsızlık!

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Gani Müjde, komedi alanı başta olmak üzere çeşitli senaryolar üretmekte tartışmasız güçlü bir kalem… Mizah üretmekteki ustalığını ‘Pis Yedili’den ‘Yahşi Cazibe’ye, ‘Kahpe Bizans’tan ‘Harem’e sayısız işte ortaya koyan Gani Müjde’nin yapıtlarının çoğunu severek izlemişimdir. Kimi zaman tekrarlara düştüğünden dolayı eleştirmişliğim olsa bile bunlar da, yapıcı öneri niteliğinde olmuştur hep.

Kaldı ki, gerek ‘Harem’e yöneltilen ‘Tarihle dalga geçiyor’ tarzı komik ithamları, gerek ‘Pis Yedili’ için ileri sürülen ‘Gençliği yozlaştırıyor’ söylemlerini, gerekse ‘Yahşi Cazibe’nin Azeri kadınlarını aşağıladığı yönündeki suçlamaları haksız bulup, oklara hedef olan yapımları içeriklerindeki değerlerle ve doğrularım yönünde savunmuşumdur her daim.

Ancak Gani Müjde’nin senaryosunu kaleme aldığı son dizisi ‘Ankara’nın Dikmeni’nde açığa çıkan durum biraz farklı.

Tamam. İlk etapta, yapımı nitelik bakımından değerlendirdiğimizde eleştirilmeyi gerektiren bir yön çıkmıyor karşımıza. Bölüm sayısı daha başlarda olduğundan ve konu tazeliğini koruduğundan mizah tekrarları da henüz yok.

Mizahını, ‘Bize her yer Şanzelize’ diyen kırsal Dikmen ile özentiye varan Avrupai Tilbe arasındaki zıtlıklar üstüne kuran, Latif’le Beste’yi de kültürel açıdan orta yol karakterleri olarak sunan ‘Ankara’nın Dikmeni’nin içerik ve oyunculuk itibariyle, şu an için hiç sıkılmadan izlenen bir yapım olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten reytingleri de gayet iyi.

Peki, öyleyse ‘‘Ankara’nın Dikmeni’ne bu yakışır mı’’ başlığını attıran sebep ne?

İzleyici mesajlarının da motivasyonuyla dikkatimi yoğunlaştırdığım bu yakışıksız durum, dizinin Mesut Yar’ı konuk olarak aldığı son bölümündeki söyleme dair… Dikmen’le dile gelen bu söylemin, toplumu oluşturan bir kesimde uyandırdığı rahatsızlık!

OSMANLI’DA YASAK, GÜNÜMÜZ EKRANINDA SERBEST

Yıl, 1856… Osmanlı Devleti, hangi dinden olursa olsun bünyesinde yaşayan herkesin birbiriyle eşit haklara sahip olmasını öngören Islahat Fermanı’nı çıkartıyor… Ve bu Ferman, Farsçadan alınıp Arapçadaki ‘kâfir’le özdeşleştirilerek, Müslüman olmayanlar için ‘hakaret’ mahiyetinde kullanılan ‘Gâvur’ sözcüğünün de içinde bulunduğu pek çok küçük düşürücü kelimeyi yasaklıyor.

Yıl, 2013… ‘Nefret Suçu’nun TCK’ya girmesi konusu geliyor gündeme ve büyük fırtına kopuyor. ‘Gavura, gavur demek nasıl yasaklanır’ diye!

Yıl 2014… ‘Ankara’nın Dikmeni’, Kanal D ekranında dönen tanıtımında defalarca ‘Gavur’ kelimesini bagır bangır haykırıyor komedi niyetine.

Oldu mu bu şimdi?

Müziği Mozart’a ait olan ve ilk icra edildiği 1786’dan bu yana dünyada takdirle dinlenen ‘Figaro’nun Düğünü’nü espri için kullanıp, buradan milli bir paye çıkartmak adına, ‘Gavur’u lap diye yapıştırmak yakıştı mı?

Haksızlığa karşı adil kimliğini, kırsalın saflığıyla buluşturan Dikmen’de dobralığı ve yalınlığıyla sevimli bir tip yaratılmış olsa bile, ne yazık ki hepsi silindi. Bu tarz bir söylemle açığa çıkan küçük düşürücülüğün, izleyicilerden bazılarını üzebileceği düşünülmeliydi!

Bülent Emrah Parlak’ın üstüne ısmarlama elbise gibi uyan Dikmen karakterini, Dikmen’le modernliği hayli abartan hayat arkadaşı Tilbe arasında kalan Latif’le düğün dernek muhabbetine sokan senaryo, bu inceliği sergilemeyince ortaya ‘Elin gâvurunun düğününde çalıyon ama kendi vatandaşının düğününde çalmıyon’ çirkinliği ve çağdışı kabalığı çıkıverdi.

İnsan, çevresinden duyduğu tepkileri dikkate aldığında ‘Espri yapmak için bazılarını incitmeye fazlaca müsait olan bu çirkin söylemi kullanmak şart mıdır’ diye sorgulamadan edemiyor işte. Biz çağı geriye mi atladık ne? Osmanlı’da yasak, günümüz ekranında serbest! Asıl komedi bu.

RTÜK BU KELİMEYİ NEDEN BİPLEMİYOR?

Barışçıl ve adil bir dünyada öncelikle insanın insana saygı göstermesi gerektiği gerçeğinde en büyük görev, toplumları yönlendirmede önemli yeri olan televizyonlara düşmekte… Yani hangi biçimde olursa olsun, yaşamı ve kültürel değerleri yansıtan televizyonu sırf eğlence üretip gelir elde etmeyi amaçlayan bir teknoloji olarak düşünmemek lazım.

Dolayısıyla, özellikle sevilerek izlenen ve büyük kitlelere seslenen dizilerin, yapımların içeriklerini oluştururken daha özen gösterilmeli, her biçimde ayırımcılığa mahal bırakmayacak yapıda olmalarına dikkat edilmeli.

İşte yazımıza konu olan ‘Gavur’ kelimesinin kullanımına yönelik tepkiler de, bu hassasiyet dâhilinde göz önüne alınması gereken bir niteliğe sahip!

Şimdi ben susuyor, sözü, üzüntüleri her kelimelerinden çok net hissedilenlerin duygularına bırakıyorum…

‘Gerçi bu durum Ankara’nın Dikmeni ile kısıtlı değil. Ama biz hiç olmazsa milyonları yönlendiren Kanal D ekranındaki bir dizide bu çirkin ve aşağılayıcı ifadeyi duymak istemezdik’ diyen bir bayan izleyici ‘Gâvur kelimesi dinsizler için kullanılır. Farklı bir dine mensup olanlar için bu sıfatı yakıştırmak nasıl bir mantık? Yıllardır bu hakareti işitmekten yorulduk. Çok sevdiğimiz Gani Müjde de bunu televizyonda kullanınca sokaktaki adama söyleyecek laf kalmıyor’ sözleriyle bu kelimenin kullanılmasına ve Gani Müjde’ye kırgınlığını dile getiriyor.

‘Küfürleri bipleyen RTÜK neden insanlara hakaret etmek için kullanılan bu sözcüğün günlerdir defalarca yayınlanmasına göz yumuyor? Halkın alışkanlığı diye bir grup vatandaşı inciten ve küfür niyetine kullanılan bir kelimeye ekranda yer var ama özendiriyor diye sigarayı göstermek yasak. Bu kelimenin dizilerde sıkça kullanılması insanları ayrımcılığa ve kendisinden olmayana hakarete özendirmiyor mu?’ diyerek tepkisini gösteren ve büyük dedesinin Çanakkale’de Türk askerleriyle omuz omuza düşmana karşı savaş verdiğini söyleyen vatandaşın duygularına hak vermemek imkânsız.

Osmanlı’dan beri gayrimüslimlerin bu topraklarda var olduğunu, böylesine kaynaşılmasına rağmen hala bu çirkin sözle ötekileştirmekten vazgeçilmediğini dile getiren bir dede, ‘Dizilerde ya meyhaneci, ya kerhaneci şeklinde varız. Bu gavur lafı da etiketimiz. Kız alıp kız vermişiz. Aynı acıları yaşamışız. Ama gavur olmaktan kurtulamamışız. 5 yaşındaki torunum Dikmen’in gavur lafını duyunca BU NE DEMEK diye sordu. Verecek cevap bulamadım. Siz söyleyin. Ben nasıl bu küçüğe anlatayım gavur nedir diye’ şeklinde bir paylaşımda bulunuyor. Ne diyebilirim ki, bu soruya karşılık? ‘Üstünüze alınmayın bu bir şaka’ mı?

Bir diğer tepki ise evlenerek Türkiye’de kalan ve içimizde geçirdiği uzun yıllar boyunca bizden biri olup çocuklarını geleneklerimize göre yetiştirdiğini söyleyen Alman kökenli bir vatandaştan… ‘Komedi güzel ama Mozart, Figaro gibi kültür değerleri neden küçük düşürülüyor? Eskiden gâvur nedir bilmezdim. Sonra bunun başka dinden olanlar için kullanıldığını öğrendim. Modern Türkiye televizyonunda böyle küçük düşürücü bir şey nasıl söylenir? Hem bunu fragman yapmışlar. Hep tekrarladılar. Çok ayıp’ demekte…

Evet, ‘Çok Ayıp’ da… Hani bir ayıbı umursamayanlar ‘Ayıp kelimesinin önüne K harfini koyarsın olur KAYIP’ derlermiş ya… KAYIP’larımız o kadar çok ki, Gani Müjde’nin Dikmeni’nin kullandığı sıfata karşı kullanılan ‘Ayıp’ yakıştırmasının ve tüm bu yerinde tepkilerin kıymet-i harbiyesi ne kadar olur bilemiyorum? Ama ben de, ‘Ankara’nın Dikmeni’ne hiç yakıştıramadım doğrusu.

Ayrıca vatandaşın yönelttiği soruya cevaben, pek çok ayrıntıya hassasiyet gösteren RTÜK’ün bu kelimeyi neden böylesine fütursuzca kullanmaya izin verdiğini de hiç anlamış değilim. Nasıl ki, ekranlardaki ‘Ulan’ özgürlüğünü anlayamamışsam. Doğallık kültürü bu olsa gerek.

‘Yanlışa yanlış demek gerekir’ mantığıyla ve insanların rahatsızlığına saygıyla dillendirdik konuyu. Değerlendirip değerlendirmemek, ‘Ankara’nın Dikmeni’ne ve bu kelimeyi kullanmayı hak sayan herkesin yaklaşımına kalmış bir durum!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster