Annemizi Saklarken ne oldu?

Peki, ‘Annemizi Saklarken’ ne oldu da pek çok artısı bulunmasına rağmen böyle bir hayal kırıklığı yaşadı-yaşattı? Değerlendirelim birlikte…

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Başarmak nedir? Bir işin üstesinden gelmek, istenilen neticeyi elde etmek, gereğini yapmak, becermek gibi ifadelerle tanımlamak mümkün başarmak eylemini. Lakin tanımı her ne olursa olsun başarmanın temelinde iyi bir başlangıç yapmanın yattığı gerçeğini de unutmamak lazım.

Nasıl ki, edebiyatın ünlü isimlerinden Andre Gide de ‘İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir’ sözüyle vurgulamakta bu önemli detayı. Dolayısıyla hangi konuda olursa olsun başarıya giden yolda ilk adımın nasıl atıldığına dikkat etmek lazım.

Nitekim reyting gerçeğinde bozuk para gibi harcanan dizilerin başarısında da aynı yaklaşım geçerli. İyi bir başlangıçla etkileyici bir giriş yapabilen reyting engelini aşıp ekrana tutunabiliyor. Bu ayrıntıyı atlayarak kendince bir yol izlemeye niyetlenenlerse, içerikleri ve kadroları ne kadar dikkate değer olsa dahi, izleyicinin ilgisini çekemeyip reyting yarışında okkanın altına gidiveriyorlar.

Bu olumsuzluk defalarca deneyimlenmiş durumda. Sezondaki yansıması da özellikle Star TV’nin yenilerinde çıktı karşımıza. Misal, gayet gerçekçi ve mesajcı bir içeriğe sahip olan ‘Son Söz’, Erkan Petekkaya-Nehir Erdoğan ikilisinin performansına rağmen başlangıçtan yediği golle elenip gitti boş yere.

Keza Star’ın yeni umudu olmakla birlikte ‘Başaramadık’ dedirten bir pozisyonda bulunan ‘Annemizi Saklarken’ de iyi başlangıç yapamayan işler konumunda. İlk bölümüyle Total’de ve ABC1’de 14’üncü, AB’de ise 12’nci olan dizi başlangıcıyla beklentilerin gerisinde kaldı. İzleyiciyle buluşmasını ilk 10 dışında kalarak yapan dizi, devamında daha da gerileyerek Total’de 18’inci, ABC1’de 22’nci, AB’de ise 16’ncı sırada yer aldı. Anlayacağınız başlangıç itibariyle ortalamaların çok altında bir reyting performansı sergiledi.

Peki, ‘Annemizi Saklarken’ ne oldu da pek çok artısı bulunmasına rağmen böyle bir hayal kırıklığı yaşadı-yaşattı? Değerlendirelim birlikte…

‘ANNEMİZİ SAKLARKEN’ YAPILAN HATALAR…

Bir dizinin başarısızlık tablosunu yorumlarken, haksızlık yapmamak adına, artılarıyla eksilerini birlikte değerlendirmekten yana olmuşumdur her daim. Dolayısıyla orijinal hikâyesi Sırma Yanık’a ait olan ‘Annemizi Saklarken’de yaşanan hüsranı de bu doğrultuda ele alıp öncelikle dizinin artılarına dikkat çekmek istiyorum.

Bu bağlamda ilk sözüm, senaryonun isabetli bir temele dayandığı ve farklı bir yol haritası izlemeyi amaçladığı yönünde olacak.

Şöyle ki; Annelik kavramını, küçük yaşta evlenmek zorunda bırakılan kızlarımızın tablosundan gelişen ‘çocuk anne’ utancıyla harmanlayarak bu kanayan yarayı sorgulamayı seçen… Ve bir anlamda toplumsal mesajcılığa girişen senaryo, çocuk annelerin yetiştireceği çocukların duygusal yoksunluk atmosferine de sokmak istemiş bizi. İsabetli bir seçim.

Bunun için seçilen karakter de mükemmel olmuş doğrusu. Evde bulduğu yüklüce parayı sorgusuz sualsiz alıp kendine ve arkadaşına botoks ısmarlayacak kadar sorumsuz olabilen, çocuklarından önce kendini düşünüp yaşanmamış çocukluğuna ağıt yakma bahanesini her durumda öne süren Handan’ın salya sümük ezikleştirilmemesi iyi olmuş. Böylece dram klişelerinden uzaklaşılmış.

İçeriğin aynı zamanda çocuklarıyla birlikte genç yaşta bir başına kalan kadınların yuva kurma özlemine dikkat çeken yapıda olduğunu da belirtelim. Dahası… İyi görünümlü kötülüklere, mutluluk maskesinin ardındaki büyük acılara da ‘dengesiz erkek-kurban kadın’ cephesinden bakılıp ilişkiler için uyarıcı bir söylem geliştirilmek istenmiş senaryoda.

Velhasıl araya otizm konusunu da sıkıştırmayı ihmal etmeyen ‘Annemizi Saklarken’in kendince bir derinliğe ve çok yönlülüğe sahip olan senaryosu en önemli artısı!

Olayın oyuncu kanadına geldiğimizde… Burada Kutsi, Hande Doğandemir, Yeşim Ceren Bozoğlu, Hatice Aslan gibi isimler varlıklarıyla dikkat çekiyor. Özellikle Ece Yaşar… Çocuk annenin çocuğu olmanın yükünü sırtlayıp kardeşlerine ve dahi annesine annelik ederek bir bakıma annesinin kaderini yaşar konuma gelen Derya karakterinde pırıl pırıl parlıyor. Ama… Yetmiyor, yetemiyor tüm bunlar diziyi kurtarmaya. Zira artıların tüm gayretine karşın ‘Annemi Saklarken’in eksileri, Handan’ı olanca hafifliğiyle karşımıza çıkartan, başlangıçtan giriyor hemen devreye.

Eksiler kanadında ilk göze çarpan senaryonun özünün, aceleye getirilmiş bir akışla, tabiri caizse kim vurduya gitmesi! Konuyu netleştirecek olursak…

İlk bölümden izleyiciyi çekme kaygısı ağır basmış olmalı ki, anlatılmak istenen hikâyenin vurgulayıcı detayları olan Dündar-Zerrin ikilisinin derinliği arka plana atılıp sadece Handan karakteri ön plana çıkartılmış. Açıkçası bu süreçte Handan’ın çocuksu anne tavırlarından puan toplamak adına… Kişilik bozukluğu yaşayan ama saygın kimliği ve iyi baba-koca profiliyle ortalıkta dolaşan Dündar ile çevresindekiler tarafından ruh hastası olarak görülen Zerrin’in aile ortamına yoğunlaşılmamış. Zerrin’i ilk bölümün sonunda intihar sahnesiyle yolcu etmek büyük hata olmuş. Oysa Zerrin’in soru işaretleri uyandıran varlığı hem ilgiyi diri tutamaya hem de Dündar’ın gerçek yüzünü daha detaylı yansıtmaya yarardı.

Dahası Handan’ı ana unsur olarak ele alan akışın bu uğurda karakterin tavırlarını abartılı hale getirerek çoğunlukla çekicilikten ziyade itici pozisyona soktuğunu da söylemek isterim. Mesela Zerrin’e provaya geldiğinde bahçedeki heykelin tepesine çıkıp resim çekinmesi ya da oğlunun sorunlarına karşı duyarsız davranmanın ötesinde, ona su kabı yerine biberon verip okula göndermesi… Kızı defalarca uyardığı halde 30 yaşını aşıp 40’ına yaklaşmış birine yakışmayacak söylem ve tavırlarla ortalığa dökülmesi… Bunlar ve nicesi ‘çocuk anne’ olayının yarattığı travmadan ziyade ‘duyarsız-sorumsuz-bencil kadın’ tablosuna cuk oturmakta. Dolayısıyla kendine gelince her şeyi yerli yerinde yapmayı bilen ve zengin koca avcılığına girişen Handan’ın bu yersiz abartılı hatta annelikle kesinlikle bağdaşmayan tavırlarını benimsemek de izleyici için zor oldu haliyle.

Öte yandan kurgusal sorunlar yaşayan dizinin bir diğer hatası Füsun’un Dündar ile olan ilişkisini ve buradan gelişecek rekabet kötülüğünü devreye sokma şeklinde gösterdi yüzünü. Mezara kapanmış bir Dündar tablosu ve tepesine dikilip artık sıranın kendisine geldiğini söyleyen bir Füsun hali neydi öyle? Gerçek şu ki, kaş yapayım derken göz çıkartılmış. Aceleye getirilen erkek kapma süreci sonucunda ‘Hak, bakanın değil kapanındır’ gerçeğini göz hakkına aport yaparak yansıtan Füsun, tıpkı Handan gibi, alabildiğine yapaylaştırılmış. Hikâyeye çok şey katabilecekken yersizliklerle sırıtır hale getirilmiş. Yazık.

Tüm bunların dışında dizinin aksaklık yaşamasında etkili olan bir unsur da ‘mantık’ olayındaki hatalar. Bunlar diziyi sorgulamamıza neden olan görünürde küçük ama özünde büyük detaylar.

Mesela, Handan’ın çocuklarını öğrendiği anda fırlayıp kaçan bir adam sonrasında onu niye yemeğe davet eder ki? Bu kadının üç çocuğunu bırakıp kendisine gelemeyeceğini düşünmez mi? Hadi geldi diyelim… Sonrasında bu üç çocuğun bela olacağını hiç mi akıl etmez? Bir başka mantıksızlık örneği Handan’ın çocuklarının yaş aralığında. İlk iki çocukla üçüncüsü arasındaki yaş farkını geçtim, madem Handan mutsuzdu onca yıl aradan sonra niye oğlunu doğurdu? Sahi Handan’ın kocasına ne olmuştu? Akış bunlara dair mantıklı bir açıklama getirmeye niyetli görünmedi maalesef.

Keza bir başka mantıksızlık, karısının intiharına açıklık getirmek için haftalarca bekleyen büyük(!) patron Dündar’ın her an her yerde Handan’la karşılaşması… Yemekteki tesadüftü diyelim de… Ya sonrasın? Handan’ı rahatsız eden eski sevgilinin geleceğini ne biliyordu da kapüşonunu çekip arabasıyla bekledi ve çarpıp kaçtı? Peki ya gecenin bir vakti evden çıkıp parka gittiğinde Handan’ın yanı başında mantar gibi bitivermesine ne demeli? Yani bu adam işi gücü bırakıp Handan’ın kapısına kamp mı kurmuştu? Anlayamadık.

Sürüyle mantıksızlığın olduğu bölümlerde Ece-Bora olayını da es geçmemek lazım. Zira Bora’nın çatık kaşlarla ‘Borç ödeme’ söylemine girişmesi hiç mantıklı olmamıştı. Bu gerekçeyle Ece’yi işe alıp ona bir de sözleşme imzalatması deseniz… Apayrı bir mantıksızlıktı. Yahu sen vermedin mi kıza parayı? Neyin borç ödemesi bu? Maksat aynı ortamda olup aşk geliştirmekse… Boş geçtik.

SONUÇTA; ‘Annemi Saklarken’e ne olduysa kendi başlangıç hatalarından oldu! Rengarenk cıvıl cıvıl bir ortamda, ağzı kulaklarında kendisine bakan Handan’a ‘Sosyopatı servet avcısını unutalım birbirimizi tanıyalım’ diyen Dündar… Dündar’ı aşağılık duygusuyla hareket eden biri gibi gören Benan sultan… Anneliği hiç öğrenemedin diyerek annesine sitem eden, doğurmadan ‘çocuk anne’ olma talihsizliğini yaşayan Derya… ‘Anneliği bana bırak’ çıkışı yaparak kızını susturmaya çalışıp zengin koca hayallerine dalarken çocuklarını açık etmemeye uğraşan Handan… Ve Handan’ın ayağını kaydırmak için hızlıca düğmeye basan Füsun… İlerleyen bölümlerde ‘Annemizi Saklarken’i kurtarmayı başarabilirler mi? Bilemem ama…

‘Annemizi Saklarken’de derinleşmeye fazlaca müsait olan hikâyenin güzel ve farklılıklar sunma potansiyeline sahipken, başlangıçtan itibaren sergilenen hatalar sayesinde bu potansiyelin etkisizleştiğini… Halihazırda tehlikeli sularda gezindiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Yanılma temennisiyle son söz filozof Descɑrtes’tan gelsin… ‘İyi bir kafaya sahip olmak yetmez; mesele onu iyi kullanmaktır’!

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster