İnsan denilen varlık öylesine hırslarla ve önyargılarla dolu bir yapıya sahip ki, dünya geneli ölümlere sebep olan salgınla mücadele ederken bile ötekileştirici propagandalar yapıp algılar yaratarak baskı kurma-fayda sağlama peşinde koşturabiliyor. Misal, zaten doğada mevcut olan korona virüsün mutasyona uğramasıyla gelişen salgın vesilesiyle başlatılan söylemler!
Toplumları kırıp geçiren musibetlerin ortaya çıkışını cinsellikle ilişkilendirerek, farklı tercihteki insanları bilimden kopuk peşin hükümlerle hedef gösterme mantığı ne derece doğru peki? Galiba bu soruya en gerçekçi cevap, din adamlığıyla reformist yazarlığı kişiliğinde buluşturan, John Knox’un ‘Peşin hükümlere dayalı kararları kabul ettirmenin en kolay yolu şiddete başvurmaktır’ sözü olacak.
Kuşkusuz şiddet deyince bunu illa da fiziki algılamamak lazım. Zira günümüzde özellikle sosyal medya aracılığıyla yapılan gerçek dışı paylaşımların yarattığı baskıcılık, algılarla oynayıp, fiziki şiddetten daha etkili sonuçlar doğurabiliyor.
Hal böyleyken klişeleri yıkmaya niyetlenen kurguların da, peşin hükümleri ‘Doğru’ diye dayatma alışkanlığından ve ‘Toplumun aile yapısını bozuyor’ şikâyetçiliğinden bolca nasiplendiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Silahların varlığını ve sapır sapır adam öldüren mafyatik tiplerin idol haline getirilmesini sakıncalı bulmayan…
Gerçek hayattaki çocuk tecavüzlerini es geçip normalleştiren kafaların, kurgularda iki gencin öpüşmesinden-yakınlaşmasından rahatsız olmasının yersizliğini defalarca dillendirdik nitekim. Gel gör ki, televizyon dizilerine yönelik bu algısal yaklaşım hızını alamayıp kişisel tercihle ve ücret karşılığı izlenen internet yapımlarını da hedef tahtasına oturtmayı vazife edindi.
Salgın günlerinde abone sayısını artırarak yol almayı sürdüren ve içeriklerinden ötürü pek çok kez eleştiriye maruz kalan… ‘Rise of Empires: Ottoman’ belgeseli için de ‘‘Osmanlı’yı nasıl göstermiş’’ denerek yerden yere vurulan Netflix’in yerli gençlik dizisi ‘Aşk 101’ de içimize işlemiş peşin hükümlülük alışkanlığından payına düşeni aldı nitekim. Karakterleriyle gençlere kötü örnek teşkil ettiği şeklindeki suçlamalarla topa tutulup günah keçisi yapıldı bir anda.
‘Bizler renkli gökkuşağının altındaki karanlık insanlarız’ sözünden nem kapıp Osman karakterini eşcinsel olarak nitelendirerek öcüleştirenler, 2010 yılında ATV’de yayınlanan ‘Kılıç Günü’ndeki eşcinsel çiftin yatak sahnesini bilmediklerinden olsa gerek, sosyal medyadaki bir paylaşımın verdiği gazla işin içine tarih ve din olgularını da katıp veryansın ettiler. Abuk sabuk ve dahi kasti peşin hükümlülükle laf üretenler, sözüm ona protesto amacıyla, insanlara Netflix üyeliğini iptal çağrısında bulundular. Merak ediyorum acaba bu çağrıya kaç kişi uydu?
Dahası henüz izlemeden içerik kalitesi hakkında ahkâm kesme meraklıları vardı bu süreçte. Eksik kalmayıp hemen devreye girdiler ve sırf Türk yapımı olduğu için yabancılar ayarında bir gençlik öyküsü anlatılamayacağı mantığıyla peşin peşin ‘tu kaka’ demeyi marifet saydılar.
Kısacası; Gerek gelişimimizi gerekse huzurumuzu engelleyen-baltalayan peşin hükümlülük alışkanlığı, bilinçli veya bilinçsiz biçimde, yine ve yeniden devreye sokulmuştu. Bu durumda yöneltilen suçlamaları hak etmeyen diziyi masaya yatırıp artısıyla eksisiyle ve objektif gözle değerlendirmek kaçınılmaz oldu haliyle.
Netflix’ten dünyaya açılmayı sürdüren ve televizyonun klişe yapımlarından farklı içerik geliştirme hususunda daha yolun çok başında bulunan dizi sektörümüzün bu platformdaki ilk gençlik yapımı olan… İsmindeki 101 sayısıyla, Anglosakson eğitim sisteminde temeli-başlangıcı teşkil eden nümerik kodu işaret eden ‘Aşk 101’in, eleştirilerle yıpratılmaya çalışılsa dahi, Türkiye listesinde birinci olduğunu belirterek başlayalım söze. Bu bağlamda ilk etapta dizinin var olan artılarına bir göz atalım…
Öncelikle belirtmek isterim ki, aşkın temelini anlatmaktan işe koyulan ‘Aşk 101’ bana göre ‘Hakan: Muhafız’ ve ‘Atiye’den çok daha gerçek hayata yönelik ve duygu taşıyan-hissettiren bir iş! Şöyle ki; bir yandan 90’lı yılların güzelliklerini anımsatıp nasıl tersine bir gelişim yaşadığımızı hatırlatıyor. Bir yandan da çok daha toleranslı yaşanan o zamanlarda 17 yaşında olmanın detaylarına inerek bir gençlik-yetişkinlik analizi gerçekleştiriyor.
1998 yılını ve günümüzü bir arada ele alan dizinin genel hikâyesi Osman, Sinan, Eda ve Kerem’in okul içi disiplini bozma eylemlerine karşı Müdür Necdet’in bu aykırı öğrencileri okuldan atma gayretine ve atılmaya karşı oy kullanıp çocuklara şans vermeden yana olan Burcu öğretmenin tayinini engelleme noktasında gelişen çöpçatanlığa odaklı. Bu süreçte öğrenci temsilcisi Işık, okula yeni gelen Koç Kemal ve Tuncay da kilit karakterler olarak çıkıyorlar karşımıza.
Şimdi bu genel hikâyeye bakıp sıradan bularak burun kıvıranlar olacaktır-olmuştur kuşkusuz. Ancak ‘Aşk 101’in asıl olayı, hikâyeden ziyade sekiz bölüm boyunca verilen mesajlarda! Bu mesajlar neler derseniz…
-Geçmişteki bizi bugünün bizine hatırlatmayı, çekim ve müzik seçimlerindeki ustalıkla başaran dizinin izleyicisine yansıttığı ilk mesaj, ‘Sıradanlığa karşı duran farklılıklarımızı kabullenip bunlarla yaşamayı bilmemiz gerektiği’ üstüne. Bunun için de okul düzenine uymamanın ötesinde, aile yaşamında da sivriliklerini ortaya koyan dört karakter yaratılmış.
-Dizinin bir diğer mesajı, toplumun ‘Normal’ olarak dayattıklarının da her türden yozluklar barındırabileceği gerçeğine dair… Ki, karakterlerin her biri yaptıkları aşırılıklarla toplumdaki yozlaşmalara ayna tutmakta! Misal; Eda’nın karşımıza çıkış anı, öğretmenlerin tümünün sütten çıkmış ak kaşık olmadığını, bazılarının fırsat buldukları takdirde öğrencilerini rahatlıkla taciz edebileceği gerçeğini gösteren bir mesajcılığa sahip.
Keza, Kerem’in tepkiciliği de taraf tutma yozluğundaki hakemlere yönelik bir haksızlığa başkaldırı tablosundan start alıyor. Sinan’ın derbederliğinden alınacak mesaj, boşanmış çiftlerin yeni kurdukları aileyi ön planda tutarak arkada bıraktıkları çocuklarını umursamaması hususunda.
Fındıkçı Osman da, ticari zekânın okuldaki eğitimden daha fazla getiri sağladığını gösteren bir örnek. Öykünün cici kızı Işık ise büyüklerin-öğretmenlerin anlayışsız ve haksız tavırları karşısında en uyumlu gencin dahi yeri geldiğinde baskılayıcı kurallara başkaldırabileceğini göstermekte. Anlayacağınız dizinin gençlerinin yaptıkları, normallerin neye-kime göre normal olduğunu sorgulatıyor bize.
-Özlü sözlerle dillendirilen ‘Aşk’ olayı da dizinin önemli mesajlarından… Aşkın ne olup ne olmadığını, cinsellikle karıştırılma yanlışlığını gençlerin dilinden aktaran içerikte, sadece büyükler istediği ya da akışına geliştiği için aşksız evlilik yapmanın yanlışlığı da, Burcu-Kemal-Tuncay üçgeni üstünden vurgulanmakta. Aşkla seksi aynı tutup evliliği zorunluluk olarak görenler hoşlanmasa bile yerinde tespitler yapılmış dizide.
-‘Aşk 101’ cephesindeki bir başka mesajcı yansıma, iyi-kötü kavramlarının yanıltıcılığına yönelik. Bu noktada en çarpıcı mesaj Sinan’ın ‘Yalı faresi’ babasıyla çıkıyor ortaya. Her an yüzü gülen ve yumuşak tonda konuşan adam eşya araklama dışında, yaşlı dedesiyle birlikte kalan oğlunun yanına uğramayarak iyi görünümlü kötülüğe zirve yaptırıyor. Nasıl ki, Burcu’nun nişanlısı fırsatçı Tuncay’ın yanıltıcı iyiliği de dikkate değer.
-Eğitimcilerin çoğunun öğrencilerini, sorunları olabilecek bireyler şeklinde değil de, kurallara uyup problem yaratmadan çekip gitmesi gereken robotlar olarak değerlendirme mantığı da dizinin dikkat çekenlerinden… Ki, çocukları anlayarak değerlendirmek gerektiğini düşünen Burcu öğretmen bu rutini bozan nadir örneklerden biri olarak çıkıyor karşımıza.
-Ve yetişkinlerin, gençlerle başa çıkamadıkları durumlarda, onların gururunu-kişiliğini düşünmeden, tehditler savurarak maddi-manevi güçlerini devreye sokma hatası da alınması gereken mesajlardan. Misal, Müdür Necdet’in ‘Özür dileme’ dayatması!
Peki, tüm oyuncuların karakterleri hakkını vererek canlandırdıkları… Bilgi yarışmasıyla ‘Hababam Sınıfı’ndan bir esinti hissettiren ‘Aşk 101’in eksikleri, mantık hataları hiç yok mu? Tabii ki var. Onları da kısaca sıralayalım hemen.
Yayına girmeden eleştiri oklarını saplayanların iddialarının aksine, içeriğinde LGBT karakteri barındırmayıp toplumun ahlakını bozmayan(!) ‘Aşk 101’de eksikliği hissedilen en önemli detay, Sinan karakterinin bozuk aile yapısının derinliğine inilmemiş olması. Bu noktada Sinan ve dedesinin nasıl bir geçmişten geldiklerini göremediğimiz için gelecekte harap halde bırakılan yalının durumunu da mantığımıza pek sığdıramıyoruz açıkçası. Dört bir yan talan edilirken Boğaz kıyısında nasıl sahipsiz ve bakımsız kalmış diye düşünmeden edemiyoruz.
Ayrıca 20 yıl sonra Işık’ın eve gelip buzdolabını çalıştırması, fırında su böreği pişirmesi de ayrı bir mantık sorgusu yaratıyor yalı cephesinde. Zira yıkılma tehlikesinden dolayı girilmesi yasaklanan yalıda elektriğin halen kesilmemiş olması mümkün değil. Dahası, yalının yıkıldı yıkılacak halde olduğunu göstermek için üst katından durup durup bir şeyler dökülmesi de pek inandırıcı olmamış. Yer mi sallanıyor da ikide bir bir şeyler düşüyor?
İlaveten ailesinin tavrından dolayı kendisini değersiz hisseden Sinan’ın 14 yaşında terk edildiğini bilen öğretmenlerin çocuğun hastalığına rağmen tek başına bakımsız yaşamasına karşı neden resmi bir girişimde bulunmadıkları da akıl kurcalayan olumsuzluklardan. Hastanede de aynı duyarsızlık tablosu vardı. Bu denli boş vermişlik bana fazla geldi doğrusu.
Osman’ın eşcinselliğine yönelik sahnelerin çıkartıldığı şeklindeki söylemlerle bir başka tartışmaya daha konu olan dizide, gözüme batan detaylardan biri de yıllar sonraki Eda’yı canlandırmak için Tuba Ünsal’ın seçilmiş olması! Şu aşamada Alina Boz’un canlandırmasıyla Ünsal’ınkini bağdaştırmak hayli zor maalesef. Belki ikinci sezonda daha inandırıcı olunur.
DİYECEĞİM O Kİ; Lahmacunundan su böreğine, kokoreçinden baklavasına mutfağımıza ait zenginliklere yer veren… Boğaziçi’nden Kız Kulesi’ne, İstiklal Caddesi’nden Çiçek Pasajı’na İstanbul’un güzelliklerini sergileyen… İnsanları tanımadan peşin hükümle karar vermemek gerektiğini sıkça hatırlatan… ‘Aşk 101’, yeni günah keçisi yaratma heveslilerine inat bir performansa sahip!
Dolayısıyla gerek mesajcı akışıyla, gerekse karakterle uyum açısından sırıtmayan genç oyuncularıyla bir oturuşta sekiz bölüm birden izlenebilen dizi, fazla detaylara inmeden hoş vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.
Peşin hüküm algısıyla yeni günah keçileri yaratmamak adına… İçimizdeki cehalet virüsünün bir an önce yok olması temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU