Alışkanlıklarımız doğrultusunda yaşamak, bu çerçevede gelişmeler sürdürmek o denli ağır basar ki, bunların varlığı zarar verici-bıktırıcı hale gelse bile kolay kolay vazgeçemeyiz.
Yazar-eleştirmen John Dryden’ın ‘Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra da alışkanlıklarımız bizi oluşturur’ sözüyle de vurgulanan bu sakıncalı durum en başta ‘uyum gösterme’ şeklinde çıkar ortaya. Sonrasında tam anlamıyla yönlendirici ve yapılandırıcı bir dönüştürücülüğe bürünür.
Nasıl ki, kurgularla yapılan dayatmaların hayatımızdaki yerini de bu çerçeveden değerlendirebiliriz. Zira yerli kurguların sürekli aynı şablon dâhilinde bize dayattıkları içerikleri, ‘romantik aşk-intikamcı aşk-mafyatik çekişme’ klişelerini terk edilmiş ya da yetimhane çocuğu olma halleriyle harmanlayan yaratıcı yoksunu temaları… Nihayetinde orijinallerine ters takla attıran uyarlamaları ve tarihi mitleştirme modundaki dramaları baş tacı etme halinin temelinde hep bu ‘alışkanlık’ olgusu yatmakta!
Yaratma tembelliği ve birtakım kısıtlayıcı gerekçelerle desteklenen bu kurgusal alışkanlık sonucu ekranlarımızın ve dahi yerli film sektörümüzün belli kalıplara mahkûm olmasına karşın, yabancıların kurgu alışkanlıklarının daha geniş kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz onların içeriklerinde de yerleşik klişeler mevcut. ‘The Last Hangover’ isimli filmle Hz. İsa’yı ve Havarilerini tiye alıp aşağılayan; ‘The First Temptation of Christ’ isimli diziyle de Hz. İsa’yı eşcinsel göstererek dünya çapında milyonların tepkisini çeken Netflix’teki yapımlar mesela… Özgürlükçülük etiketi altında her şeye geçit veren portaldaki yapımların temaları çok çeşitli olsa bile öykülerin gelişiminde baz alınan mantığın temeli genelde aynı. Belli kalıplar çerçevesinde geliştirilen bir alışkanlık düzeni hâkim burada da. Gerilim-korku-bilimkurgu üçgeninde varlık buluyor çoğu Netflix içeriği. Hemen her yapıma eşcinsel çift katma alışkanlığındaki Netflix’in gizem, cinayet, yapay zekâ klişeleri de bir süre sonra izleyicide alışkanlık yaratıp baştaki tadını ve merak duygusunu yitirecek kuşkusuz.
Hal böyleyken alışkanlığını ülkemizde de yerleşik hale getirmeye çalışan Netflix ve benzeri içerik portalları için kolları sıvayan yerli kurgu üreticileri de dizi yaratma alışkanlıklarını değiştirmeye başladılar. Yerli dizilerde alışık olmadığımız süper kahraman temasıyla boy gösteren ve fakat dizi kafasıyla film yapanların kısırdöngüsünde yerli dizi klişelerinden pek kopamayarak istenilen tatmini yaratamayan ‘Muhafız: Hakan’ın ardından, özel güçleriyle kendini ispata soyunan ‘Atiye’ projesi çıktı ortaya.
Netflix’in Türkiye’deki yeni orijinal dizisi olan ve ‘hediye’ anlamına geldiği için yabancı adı ‘The Gift’ şeklinde belirlenen ‘Atiye’, 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini almayı başaran Göbeklitepe’nin tarihinden günümüze uzanan bir benlik arayışını anlatacak bize. Anlatmasına anlatacak da, Göbeklitepe’den güç alan varlığıyla dünyaya seslenip bu ihtişamlı geçmişe karşı dikkatleri uyandırmayı başarabilecek mi? İşin kurgusal yönünde, sıradan bir kadının sıra dışı kaderini layıkıyla anlatıp geleceğinin önünde duran geçmişinin sırlarına ulaşabilecek mi? Yoksa Göbeklitepe’nin gizemli hikâyesinden varlık bulan o sırların içinde yitip gidecek mi ‘Atiye’?
İşte kendi dizi alışkanlıklarımızdan sıyrılıp yaratıcılık fırsatı sunan özgürlükçü Netflix alışkanlıklarına geçiş yaparken asıl üstünde durulması gereken konu bu! Alışkanlıklarımızı ne oranda kırmayı becerebileceğiz? Bundan dolayı biz de, romanın yardımıyla hatırlatmalar yapıp, yayın tarihi 27 Aralık olan ‘Atiye’ye bir ön değerlendirmede bulunalım dedik.
ATİYE, BEKLENTİYİ KARŞILAR MI?
Başrollerinde Beren Saat, Mehmet Günsür ve Metin Akdülger’in yer aldığı ‘Atiye’, bilindiği üzere, Şengül Boybaş’ın ‘Dünyanın Uyanışı’ isimli romanından uyarlanan bir dizi. Senaryosu Nuran Evran Şit tarafından kaleme alınan; kadrosunda Melisa Şenolsun, Tim Seyfi, Başak Köklükaya, Civan Canova, Meral Çetinkaya gibi isimlere de yer veren dizinin beklentiyi karşılaması hususuna geçmeden önce genel hikâyesini özetleyecek olursak…
Dizide ressam Atiye’nin hayatının, ailesi ve sevgilisi Ozan’la birlikte mutlu mesut yaşarken, dünyanın en eski tapınağı sayılan Göbeklitepe’ye yaptığı ziyaretle altüst olması anlatılıyor. Arkeolog Erhan’ı keşfettiği sembolle devreye sokan içerik, bu yolla Atiye ile Göbeklitepe arasında mistik bir bağın gizemine yöneliyor. Çocukluğundan beri hep aynı sembolü çizmiş olduğunu fark eden Atiye’nin bu gizemli olayın peşine düşmeye karar vermesi ve antik bölgede geçmişini aramasıyla da geliştiriyor sıra dışılığını. Yani ‘Tam da Netflix dizi alışkanlığına uygun biçimde’ diyebiliriz.
Öte yandan ‘Hepimiz ilahi planın parçalarıyız. Hepimiz birbirimizin devamıyız’ şeklindeki felsefi yaklaşım içine giren Atiye’nin ve geçmişteki bulgulara bakıp bugünü yorumlayan arkeolog Erhan’ın ağırlığını hissettireceği diziyi daha iyi anlayıp değerlendirmek için öncelikle ‘Atiye’ karakterinin romandaki yerine ve romanın mantığına yoğunlaşmak lazım bana göre. Zira bu karakter sadece dizideki boyutuyla değerlendirilmemesi gereken türden! Dahası orijinal eserin sahibinin bu karakteri hangi duygular ve ruh haliyle yarattığını; olayları geliştirme mantığını da ancak uyarlanan eserin özüne inerek kavramak mümkün.
Şimdi Şengül Boybaş’ın ‘Dünyanın Uyanışı’ eserine baktığımızda… Bir rüyayla başlıyor her şey. Yaşananları doğum sancısı olarak gören ve ölümü, doğumun ta kendisi olarak tanımlayan kitap Atiye’yi, kan gölüne dönmüş topraklarda yürüdüğü ve bir adamla karşılaştığı, aydınlıktan karanlığa dönüşen rüyayla çıkartıyor karşımıza. Kendi doğumuna gebe olmanın ruh haliyle uyanan Atiye, rüyalarında gördüğü Göbeklitepe’ye giderek hayatın kendisine gösterdiği işaretleri takip ediyor. Kaderinin peşine düşerken hiç beklemediği şeylerle karşılaşan Atiye, sıra dışı kaderinin ruhani yolculuğunu yaparken ‘Dünyanın Uyanışı’ da sıra dışı bir kurguyla ilerliyor.
Hayatın sunduğu kapıları fark etmeye yönelik içerik mantığına sahip olan ve bir bakıma Göbeklitepe’nin antik gizeminden hayata bakarken yeni dünyalar keşfetmenin sırlarını anlatan kitap, başımıza gelenlerin gerçek sorumlularının aslında kendimiz olduğunu da vurguluyor içeriğiyle. Kısacası ‘Atiye’ dizisine kaynaklık eden ‘Dünyanın Uyanışı’, oldukça derin mesajları olan bir eser. Gerilimi fantastik öğelerle, mizahi unsurları korku ve dram hisleriyle ustaca harmanlamayı başmış. Buna karşılık diziye atfedilen boyut söylemleriyle pek de bağdaşmayan bir yapıda.
Peki, dizinin senaryosu romanla aynı tadı verebilir mi? Fragmanlarından pek iç açıcı durmasa bile ‘Atiye’den yana umutluyum açıkçası. Ödül aldığı ‘Vatanım Sensin’ ile vatan kavramına farklı bir boyut açan… ‘8 Saniye’ filminde, gerçekle rüyaları buluşturup rüyaların gerçek hayattaki yansımasına değişik bir anlam kazandıran türden senaryolarda imzası olan Nuran Evren Şit’in varlığı da kitaptaki dünyanın diziye layıkıyla yansıtılabileceğine güvenimizi artırıyor. Geriye oyunculuk performansı ve kurgunun mantığı kalıyor ki… Burada da en büyük görev Atiye’ye yani Beren Saat’e ve içeriği yansıtacak yönetmenlere düşüyor.
SONUÇTA; Yapımcılığını Alex Sutherland’ın üstlendiği, yönetmen koltuğunda ise Ozan Açıktan ve Gönenç Uyanık’ın oturduğu ‘Atiye’, içeriğinin farklılığı bir yana, yaratıcılık ve yenilikçilik konusunda da bana göre ‘Muhafız: Hakan’dan daha avantajlı konumda. Zira ‘Muhafız: Hakan’ın içeriği yabancı yapımlardan sıkça aşina olduğumuz türdendi ve bizimle de pek örtüşmemişti açıkçası. Buna karşılık dizi sektörüne, yaratıcılık babında hareket ve farklılık katabileceğini düşündüğüm ‘Atiye’ daha gizemli bir dünyaya kapı aralama potansiyelinde.
Dizinin de dediği gibi ‘İnsan bazen bildikleriyle değil, bilmedikleriyle mutlu olur’! ‘Atiye’ de bizi bildiklerimizden alıp bilmediklerimizle beklentimizi karşılamaya yönlendiren nitelikte duruyor. Ancak bilmediklerimizle mutlu olabilmemiz için ‘Atiye’nin de bilmediğimiz, ekranlardaki yapımlardan alışık olmadığımız tarzda bir akış ve oyunculuk sunması şart. Aksi takdirde sahnelerin kurulması ve yorumu, içeriğin gizemli söylem diliyle bütünleşmezse alışkanlığımızı aşamayarak ekran klişesine dönüşür çabucak. Bu durumdaki bir ‘Atiye’den de ne Göbeklitepe’ye, ne izleyiciye hayır gelmez.
Dünya mirası Göbeklitepe’yle yükselen ‘Atiye’, yaratacağı farklılıkla dünyayı uyandıracak mı? İzleyip görelim…
Anibal GÜLEROĞLU