Bedo ile Maryam.. Yitik Kuşlar'ın öyküsü

Fragmanıyla dahi dünya çapında ilgi odağı haline gelip 113 ülkede seyredilen yapımın baş özelliği, Türkiye’de çekilen ve Kültür Bakanlığı desteği alan ilk Ermeni tehciri filmi olması!

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Acıların çocuk yüzü; ‘Yitik Kuşlar’…

Ortalık, cinsel taciz mağduriyeti yaşayan çocuk haberleriyle doluyken… Ve dahi uzun süredir beklediğim iki çocuğun öyküsü bir ‘ilk’ olarak beyazperdede yerini almışken, bugünkü köşemi, dizilerin sahte dünyasından uzaklaşıp geçmişten günümüze uzanan gerçekçi çocuk tablosuna ayırmak istedim. Bunu yaparken de ‘Çocuk olmak’ nedir diyerek başlamak istiyorum söze… Çocuk olmak, yaşanırken kıymeti bilinmeyen, yıllar ilerledikçe önemsenen bir güzellik mi? En azından biz böyle yer ettirmiştik hafızamıza, masalsı günlerin özlemiyle.

Oysa çocuk olmak daha zordu, büyüklerin gücü yeten yetene dünyasında. Nitekim eğitim kisvesi altında şeytanlıklarını gizleyenlerin çerez niyetine kullanarak kararttıkları çocuk dünyalarına sıkça şahit olmaya başladıkça… Yıllar boyu saklanan aile destekli toplu tecavüzlerin rezaletleri ortalığa saçıldıkça… Daha bir netleşti ‘çocuk’ hakikati. Gerçi ‘Suskunlar’la yer bulmuştu ekranlarda, ıslahevlerindeki çocuk tacizi… Hâlihazırda ‘Kırgın Çiçekler’le örnekleniyor üvey babanın rezaleti ama… Çocukların karşı karşıya olduğu tehlikeyi aktarmaya yeterli değil hiçbiri. Hele de adeta çocuk tacizini mazurlaştıran yerli yersiz beyanlar peş peşe gelmişse; İsmail Küçükkaya’nın Çalar Saat’ine mesaj yazan gibi, okullardaki tacizi kıyafet serbestîsine bağlayan kafadaki güruhlar varsa! Evet, çocuk olmak güzeldi ama büyükler çocukları, hırslarına alet etmedikleri takdirde bu güzellik yaşanabilirdi.

Öte yandan çocukların sadece sapkın duyguların kurbanı olmadığı da bir gerçek. Çocuklar, aynı zamanda insanlık tarihinde kara leke olan tüm savaşların, terörün baş mağdurları. Üstlerine büyük büyük laflar edilen, buna karşılık mülteci haberlerine küçücük bedenleriyle malzeme olmaktan, otobüslerde yakılıp lunaparkta bombalanmaktan kurtulamayan çocukların perişanlığı tüm insanlığın suçu. Çünkü dünyanın geleceği olan çocuklara, hiçbir ayrım gözetmeksizin hassasiyetle yaklaşmak gerek. Ancak insanlık, bu hassasiyetin gösterilmediği, çocukların tarumar edildiği acılarla dolu… Hal böyleyken tüm bu hüzünleri geleceğe taşıyan filmler de dolu dolu. 1915 Anadolu’sunda yaşananlara iki kardeş üstünden değinerek acıların çocuk yüzünü sergileyen… CNN Türk ve Kanal D’de tanıtımı yapılan… Kültür Bakanlığı destekli ‘Yitik Kuşlar’ da bunlardan biri!

KÖKLERİNDEN AYRI DÜŞEN ‘YİTİK KUŞLAR’ ÖNEMLİ ÇÜNKÜ…

ABD’de düzenlenen 18. Uluslararası ARPA Film Festivali’nde; En İyi Film, En İyi Yönetmen ve ‘Armin T. Wegner İnsanlık Ödüllerinin sahibi olan ‘Yitik Kuşlar’, hem sinema hem de toplum adına önemli bir iş. Niye derseniz… Kaliforniya Valisi ünlü oyuncu Arnold Schwarzenegger’in de mektupla tebrik ettiği senarist-yönetmen Aren Perdeci ile Ela Alyamaç tarafından sinemamıza kazandırılan ‘Yitik Kuşlar’a özellik kazandıran yönler çok. Bu nedenle köklerinden ayrı düşen çocukların öyküsüne geçmeden önce bunları saptamakta fayda görüyorum.

Fragmanıyla dahi dünya çapında ilgi odağı haline gelip 113 ülkede seyredilen yapımın baş özelliği, Türkiye’de çekilen ve Kültür Bakanlığı desteği alan ilk Ermeni tehciri filmi olması! Bu çok önemli bir detay. Çünkü bize, bizi anlatan bizden bir iş olarak, ne yersiz karalamaya ne de duygusal abartıya girişilmeden yaşanan bir gerçeklik çıkartılmış ortaya. Kısacası; yabancılara gerek duymadan gerçekleri dile getirmeyi hedefleyen, bundan ötürü de desteği ve ilgiyi fazlasıyla hak eden ‘Yitik Kuşlar’ın söylemindeki denge mükemmel.

‘Yitik Kuşlar’ı kendi türünde zirveye taşıyan ikinci özellik, Bedo ile Maryam karakterlerinin masalsı dünyasındaki çocuk gözüyle acılara yaklaşıyor olması! Yani her şey büyüklerle iç içe ama bir o kadar da onlardan bağımsız gelişiyor içerikte. Bu da filmi 1915’e yönelik başka yapımlardan ayırıp gerçekçiliğini ve etkisini artırıyor.

Görüntü yönetmenliğini de Aren Perdeci’nin üstlendiği Kara Kedi Film imzalı yapımın ön hazırlığı da ona özellik kazandıran detaylardan. İki yıllık bilgi toplama sürecinde edinilen birikimlerle gerçekçi görselliği yaratılan filmde, köy tasarımından insanların giyim kuşamına, kültürlerinden yaşam tarzına… Osmanlı dönemindeki Ermeniler layıkıyla çıkartılmış ortaya. Tabii bu başarıda tarihsel konularda uzman danışmanlar kullanılmış olmasının da payı büyük.

Bunların dışında ‘Yitik Kuşlar’ı farklı kılan bir diğer özellik, oyuncuların alabildiğine doğal olması! Şöyle ki; canlandırmaları yapanların çoğu deneyimsiz. Bu durum dezavantaj gibi görülebilir, hatta konuşmaların inandırıcılıktan uzak bir teatrallikte yansıdığı bile düşünülebilinir. Ancak buradaki amaç her safhada natürelliği yakalamak olduğundan, oyuncu amatörlüğü daha amaca uygun düşüyor. Diyeceğim o ki; ne özünde Ermeni olan karakterlerin aksanlı konuşmalarındaki vurgulamalardan doğan hava, ne de günlük hayatla paralel giden repliklerin kendini tekrara düşmesi göze batmamalı. Aksi olsaydı asıl o zaman ‘Yitik Kuşlar’ yapmacık bir profesyonelliğe bürünürdü. Bu şekilde, köklerinden ayrı düşenlerin gerçek öyküsü kıvamında!

EVVEL ZAMAN İÇİNDE ANADOLU’DA…

Köklerinden ayrı düşenlerin öyküsü dedik ya… Aklımıza gazeteci-yazar Hodding Carter’ın ‘Çocuklarımıza vermeyi umabileceğimiz iki kalıcı miras vardır: Biri kökleridir, öbürü de kanatları’ sözü geldi. Kolay gibi görünse de aslında bu mirasları bırakmak hayli meşakkatli bir iş. Çünkü sadece ebeveynlerin inisiyatifinde olan bir şey değil. Dünyanın savaş merakı ve sosyopolitik gelişmeler insanları, bu mirası çocuklarına bırakmaktan alıkoyabiliyor.

Nitekim şimdi Suriye’den göç etmek durumunda kalanlarla paralellik kurulabilecek nice insanlık dramından biri olan 1915 Ermeni tehciri de köklerinden ayrı düşüp kanatları kırılan ‘Yitik Kuşlar’ bırakmış ardında… Kimi başka ailelere verilip asimile olmuş, kimi Suriye’ye giderek gerçek ailelerine kavuşma fırsatı bulmuş. Neticede Aren Perdeci ile Ela Alyamaç’ın ‘Yitik Kuşlar’ı da Bedo ile Maryam olmuş. Konuyu fazla açık etmeden kısaca bakarsak…

Yıl, 1915… Yer, Anadolu’da bir Ermeni köyü… ‘Sakın uyuma Bedo. Bak sana bir masal anlatacağım’ diyen Maryam’ın evvel zaman içindeki masalıyla başlayan ‘Yitik Kuşlar’, Zadik yani Paskalya telaşındaki köyün cıvıl cıvıl atmosferini ve geleneklerin ışıl ışıl tablosunu yansıttıktan sonra iki kardeşin çocuksu öyküsüne dalıyor. Sadece yaşlıların, kadın ve çocukların geride kaldığı, erkeklerin Osmanlı’yla birlikte düşmanla savaşa gittiği Ermeni köyündeki insan manzaralarını, ayin görüntüsüyle buluşturan ‘Yitik Kuşlar’, öcülerin dualar ve tütsüyle kovulduğu, darda kalınan her durumda duanın fayda edeceği telkinlerinde bulunan sıcak aile ortamına sokuyor seyircisini. Annenin çocuklarına karşı duyduğu kaygılar, Baçik yani öpücük ismi verilen mavi karganın uğursuzluk getireceği inancı ve büyükbabanın ‘Erkek adam öcüden korkmaz’ nasihati… Dualar, piknikle kutlanan Zadik bayramı. Derken, bu mutlu tabloyu bozan tezkere talebi! Bu noktadan sonra masalın dramatik yüzü çıkıyor ortaya.

Tehcirin habercisi olan tezkere talebini ‘Biz tebaayı sadıka değil miyiz? Yıllardır dirlik içinde yaşamadık mı’ sorgulayıcılığıyla karşılayan Ermeniler kaygılarını, ‘Bazı isyancı güruhlar yüzünden bize zarar gelmez, merak etmeyin’ sözleriyle bastırıp kendilerini teselli ederken geride kalan erkekler birer bahaneyle toplanmaya başlar. Lakin çocuk dünyasının masumiyeti tüm kötülüklerin üstündedir her daim… Büyüklerin kaygı ve korkularından uzak eğlenirler, kendilerine konan yasaklar fayda etmez onlara. Bedo ile Maryam da, Baçik kuşla birlikte kendi masallarını yaşamak için evden uzaklaşırlar. Döndüklerindeyse her taraf ölüm sessizliğine bürünmüştür… Ne mama vardır evde, ne de yaya. Tüm köy halkı yaptıkları uğraşları olduğu gibi bırakıp buharlaşmıştır adeta.

‘Yitik Kuşlar’ın bu aşamadaki en büyük başarısı, ailenin tüm fertlerini kaybetmelerine rağmen Bedo ile Maryam’ın başlarına gelen felaketi oyun edasıyla algılamalarını işlemesi! Prenses Maryam ile şövalyesi Bedo’nun aralarındaki bağlılığı çok doğal biçimde sunan akışta, hem çocuksu masumiyetini hem de tek başına kalmanın ürkekliğini fazlasıyla hissediyorsunuz.

Baçik kuşla birlikte yollara düşen kardeşlerin öyküsündeki bir başka kırılma noktası, birbirlerinden hiç ayrılmama sözü vermelerine rağmen yollarının ayrılması. Burada da devreye Hermine Yaya’nın masalını anlatan Mahmut Dayı giriyor. Böylece evvel zaman içinde Anadolu’da yaşanan acılara çocuk cephesinden bakılırken, Ermeni çocuklarına yardım eden Türklerin kanadına da bir pencere açılarak tehcirin olumsuzlukları dengeleniyor. Velhasıl dini-ırkı- mezhebi ne olursa olsun insana insan gözüyle bakan bir objektiflik sergiliyor. ‘İster mavi karganın baçik verdiği Bedo olsun, ister sünnet edilip adı Ali konsun çocuklar çocuktur, insanlar da insan’ diyor. Bu mesajları anlayıp özümsemek de bize düşüyor.

İKİ ÇOCUK OYUNCUYA ALKIŞLAR…

Sözden ziyade evrensel dilin gücünü kullanıp Der Voğormya, Havadamk, Oror gibi eserlerle enfes müzikalitesini yaratarak duyguları titreten ve inci tanelerinizi döktüren ‘Yitik Kuşlar’la ilgili son sözümüz, tehciri masala dönüştürerek aktarmaya yardımcı olanlara… Yani Kapadokya destekli görsellikle gücüne güç katan bu sahnelerde en büyük etken olarak karşımıza gelen çocuklarına dair!

Alabildiğine kendi âlemlerinde canlandırma sergileyerek sanki sinema filminde değil de o köy ortamındaymış gibi hissettiren küçük oyuncular Heros Agopyan ve Dila Uluca gerçekten de güzel iş çıkartmışlar. Replikleri sınırlı olsa bile duruşları o denli sevimli, hareketleri o kadar içten ki karakterleri ‘rol’ olmaktan çıkartarak gerçeğe dönüştürüyorlar.

Askerler tarafından bulunan Bedo’nun tepkisiz şaşkınlığını, o esnada alabildiğine bağırıp kaçan bir çocuğa yeğliyorsunuz mesela… Ya da abisinden ayrı düşen Maryam’ın yalnızlığını ve çaresizliğini izlerken ‘Bir çocuk tam da böyle davranır’ diye düşünüyorsunuz. Anlayacağınız her ikisi de karakterlerin duygusal duruşunu başarıyla aktarıyorlar. Tabii alkışı da hak ediyorlar. Dolayısıyla evvel zaman içinde Anadolu’da öyküsünü başlatan ‘Yitik Kuşlar’ iki doğal çocuk oyuncu cevheri buldu diyebiliriz. Değerlendirmek isteyenlerin takdirine!

Sonuçta; Derdini, ajitasyona ve tek taraflı suçlamalara girmeden gerçekçi bir üslupla anlatmayı başaran Kültür Bakanlığı destekli ‘Yitik Kuşlar’, alabildiğine doğal bir çalışma. Emeği ve katkısı olanların ellerine sağlık. Peki, Bu işin devamı da gelir mi? Sinemanın ve çocuk masumiyetinin gücü insanları ortak paydada buluşturmaya yeterli olur mu? Bunları da zamanla göreceğiz elbet. Dünyada bir daha acıların çocuk yüzünü gösteren olayların yaşanmaması ve köklerinden ayrı düşen ‘Yitik Kuşlar’ın olmaması temennisiyle… 1915 Ermeni tehcirinden günümüzün dünyasına seslenen ‘Yitik Kuşlar’ seyircisini bekliyor.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster