‘Hababam Sınıfı’nın saftirik öğrenci hallerinden yarattığı komedi çekiciliğinin hâlihazırda hüküm sürmesi, ağırlıklı olarak genç izleyiciye hitap etmeye odaklanan gençlik-aile karması işlerin ekranlarımızda sıkça boy gösterir hale gelmesi de hep bundan. Ancak bu merak öyle abartıldı ki, ne türün özellikleri kaldı ortada ne de izleme keyfi.
Gençlik dizisi dendi mi, sevginin ve rekabetin var olduğu ortamlarda neşeyle hüznün karıştığı yaşam maceralarını aktaran yapımlar anlaşılır doğal olarak. Lakin karşımıza çıkan son dönem örneklerinin çoğu tamamen yabancı özentileriyle ortaya konmuş işlerden ibaret.
Bir dönemin ‘Hayat Bilgisi’, ‘Lise Defteri’ gibi sevilen örnek dizileri liseli gençler üstünden yetişkinleri hedeflerken ‘7 Numara’ gibileri de üniversitelilerin gençlik hallerini yöresel dil komedisiyle buluşturmayı seçerek hedef kitlenin beğenisini kazanmıştı.
Zamanla değişen bakış açıları bu tarz yapımlardaki mantığı tarihe gömerken yeni nesil gençlik işleri de, zenginlerle varoşların okul soslu atmosferde karşı karşıya geldiği, geniş işkembeli yetişkinler eşliğinde yaşanan bol tripli-mucuklu aşk üçgenlerine dönüşüverdi… Beraberinde başarısızlık oranını da tırmandırarak! Misal, ‘Gossip Girl’ dünyasının orijinalitesini taklide soyunup liseliliğin suyunu çıkartan ve sonunu başarıyla getiremeyen ‘Küçük Sırlar’…
Bu ikilem arasında başarılarına rağmen anlaşılamayan sebeplerle ömürleri, hak ettiklerinden kısa süren diziler de oldu tabii… İzleyici tepkisiyle ikinci sezonu gören ancak daha fazla devam şansı yakalayamayan ‘Elde Var Hayat’ ilk akla gelenlerden.
Şimdilerde TV 2’de yayınlanan tekrarlarının tanıtımında Hande Doğandemir’in isminin başrol sıralamasından çok geride verilmesiyle takipçilerinin ‘Emeğe saygısızlık edilmesin’ tepkisine maruz kalan ‘Güneşi Beklerken’ örneği de gerek senaryo, gerekse kadro samimiyetsizliği adına hafızalarda tutulması gerekenlerden.
Maziyi ve dizilerden sosyal medyaya taşan rekabetçi çekişmeleri bir yana bırakıp son dönem yapımları arasında ‘Pis Yedili’nin başarısını vurgulayarak, mevcutta dişe dokunur bir gençlik dizisi var mı diye bakacak olursak ilk etapta ‘MedCezir’ öne çıkabilir. Ama o da, Amerikan yaşam standartlarını yansıtan ‘The O. C.’ uyarlaması yapaylığıyla, bize özgün bir yapıda olmaktan çok uzak. Bu tabloda geriye yegâne örnek, ‘Beni Böyle Sev’ kalıyor.
DİZİYE ‘HOŞ’ GELEN GELENE…
Davetli olduğum halde ne yazık ki şehir dışında bulunmamdan dolayı katılamadığım yemekli gala gecesiyle üçüncü sezonuna ‘Merhaba’ diyen BSK yapımı ‘Beni Böyle Sev’, TRT 1 Ana Haber’e canlı bağlantılı ve de Orhan Gencebay sürprizli başlangıcında, ekran başındakilere sevdikleri oyuncularla buluşma fırsatı yaratan bir yeni bölüme imza attı.
Orhan Gencebay’ın yeni sezonun bir bölümünde yer alma sözü verdiği gala gecesinden paylaşılan resimler ve mesajların katkısıyla sosyal medyada fenomene dönüşen ‘Beni Böyle Sev’, eskilerle yenilerin buluştuğu bölümde yaz tatilinden sonra sıralara oturan öğrencilerin taptaze, ışıl ışıl görünümüne sahipti adeta.
İnsanlara kendilerini sevenlere değer vermek gerektiği konusunda fikir aşılayıp mutluluğun formülünü yansıtan ‘Beni Böyle Sev’i renklendiren transferlerin başında, farklı rollerin üstesinden başarıyla gelmeyi bilen usta oyuncu Zafer Algöz gelmekte.
Çareyi Brezilya’ya gitmekte bulan Reha’nın borçlarından dolayı sahneye çıkarak imzalanılan şeylere dikkat etme gereğini hatırlatan ve bir anlamda insana en büyük kazığın akrabadan-dosttan geleceğini söyleyen Menteş karakterindeki Zafer Algöz, ilk andan itibaren aileyle okul hayatını buluşturan; sevgiyle tatlı-sert çekişmeleri kaynaştırıp ‘tefeci’ gibi hayatın kötü yüzlerini de konuya dâhil eden ‘Beni Böyle Sev’in bünyesine büyük katkı.
‘Pis Yedili’nin Cimbom’u Eda Ece’yi ‘kırmızı bavullu kız’ olarak üniversite sıralarına oturtan yapımda Zeyno’nun zenginlikten kaçışını ‘fakirlik fantezisi mi yoksa gerçek özgürlük arayışı mı’ diye sorgularken, final yaptığı halde tartışma ve eleştirilere konu olmayı sürdüren ‘Güneşi Beklerken’den Ozan Osmanpaşaoğlu çıkıveriyor karşımıza, bu hoşluk karmasında.
Tıpkı Zeyno gibi gizemli bir havada dizide varlık bulan Tolga karakterini yaratarak yeni öyküleri ve yeni başlangıçları için gelişimin kapısını açan ‘Beni Böyle Sev’de Can Sipahi, Gülden Dudarık, Deniz Gürzumar, Onur Sermik, Aslı Bekiroğlu, Özge Özyalçın ve Mine Kılıç da kadroya ‘hoş’ gelen diğer yeni isimler. Gelişlerindeki hoşlukları kadar karakterlerinin içlerinin boş olmaması umudumuz.
BU GENÇLİK RUHU DAHA ÇOK İŞ YAPAR
Gençliğin ruhuna hitap edip beğenisini kazanmak kolay gibi görünse de gerçekte klasik dramaların dikiş tutturmasından çok daha zordur gençlik dizilerinin kendini kabul ettirmesi. Çünkü ya izleyicinin oyuncularla kimyası uyuşmaz, ya içerik gençleri çekecek samimiyeti sergileyemez, ya da başroldekiler birbirlerine yakıştırılmaz. Velhasıl gençlik dizisinin tutması, çözümü zor bir denklem gibidir.
İşte, Alper Saldıran ve Zeynep Çamcı’nın başrollerini paylaştıklarını ‘Beni Böyle Sev’ bu zor denklemi en basit yoldan çözenlerden! Üniversite gençliği başta olmak üzere gösterilen yoğun ilgi de, bu becerinin geri dönüşüm notu olarak kayda değer bir durum.
Peki, kazanılan başarının ardında yatan, yenilerle eskileri kadrosunda harmanlayıp gücüne güç katan bu diziyi diğerlerinden ayrı bir noktaya taşıyan özellik nedir, desek…
Bir zamanlar arabeski yasaklayan TRT’de Orhan Baba parçalarına bolca yer vermesi, platonik duyguları harekete geçirerek gençleri etkileyip ‘Beni Böyle Sev’ demelerini sağlayan bir motivasyon olabilir mi? Kısmen bir ihtimal ama farklı yapımlarda da dinlenebilen parçaların bağlayıcılığı da bir yere kadar.
‘Elde Var Hayat’ ile gençlik dizisi konusunda kendisini ispatlayan BSK Yapım’ın dizi için çizdiği yol haritası başarıda etkilidir, diye düşünsek… Muhakkak ki, bu da bir faktör. Fakat tıpkı arabesk parçalar gibi bütüne yayılabilecek köklü, sürekli bir etken olmadığı da kesin. Çünkü nice yapımcı önceden başarılı olduğu türde, bir başka işle çuvallayabiliyor.
Öyleyse ne? Hemen söyleyelim… Yeni sezonda da şimdiye dek olduğu gibi sosyal sorumluluk projelerini desteklemeyi sürdürüp, farklı üniversitelerde sohbet programları ile hayranlarıyla buluşacak olan ‘Beni Böyle Sev’i diğer gençlik dizilerinden farklı kılan en bariz detay, Ömer ile Ayşem başta olmak üzere karakter ilişkilerinde hissettirilen Yeşilçam havası!
Tıpkı ‘Zengin Kız Fakir Oğlan’ veya ‘Seksenler’de olduğu gibi, ‘Beni Böyle Sev’in başarısı da sinemanın Yeşilçam dönemini, televizyonun ilk yıllarını anımsatan işleniş dilinde gizli.
Anlayacağınız gittiği her üniversitede büyük ilgi gören dizi, özenti kokoşların sahte dünyalarındaki çekişmelerin konu edildiği, sözüm ona mektepli kızların boyalı bebek havasında salındığı, lüks arabalı lise öğrencilerinin etrafa hava bastığı, liselilerin orta yaşa merdiven dayamış oyuncular tarafından canlandırıldığı yapımlardan daha samimi gelmekte.
Gerçi Ömer’i, Ayşem’e ve çevresindekiler karşı takındığı tavırlardan dolayı fazla pısırık görüp yapmacık bulanlar da yok değil. Ama ben şahsen onun, özünde sevgi-saygı yatan tiplemesini, nice dizideki abartılı erkeksiliğe yeğliyorum doğrusu. Bir erkeğin her konuyu sevdiği kadınla paylaşmasını, ona sıcak ve nazik davranmasını pısırıklık veya sahtelik şeklinde yorumlayanları da anlayamıyorum. Zira olması gereken ilişki biçimi tam da Ömer-Ayşem çiftininki gibi!
Ama ne acıdır ki, Masal’la meyvesini veren bu mükemmel ilişki biçimine, kavgalı gürültülü içerikleri marifet sayan dizilerden tutun da gerçek yaşamın tüm insani ilişkilerine, rastlamak pek mümkün olamıyor. Sevgi-saygı dilinin güzelliği, dertleri paylaşmanın, birbirine destek olan dostlukların önemi, birbirini ezme ve açgözlülük tutkusuyla, unutulmaya yüz tutmuş bir kere. Bu değerlerin gerekliliğini, başta üniversite gençliğine odaklanıp ağacı yaşken eğme görevini yerine getiren, ikincil olarak her kesime hatırlatan ‘Beni Böyle Sev’i pısırık bulanların sorunu da bu zaten. Öylelerine sahip olduğu samimiyet ruhuyla daha çok iş yapacağı kesin olan ‘Beni Böyle Sev’in damardan işleyen tınıları değil, davul zurna bile az gelir.
Anibal GÜLEROĞLU