Televizyonun kısıtlı dünyasından başını kaldırıp farklı boyutlarda yol almak isteyenler için festival filmlerinin yanı sıra vizyona giren yenilerle de bolca seçenek sunulmakta. Ancak her durumda olduğu gibi bu ortamda da tabii ki her film aynı değerde değil.
Bazı yapımlar, içerikleri ve film performansları başta olmak üzere, diğerlerine nazaran her anlamda üstünlük göstererek öne çıkarlarken bazıları da özellikle tavsiye edilmeyecek vasatlıkta kendilerini göstermekte. Dolayısıyla biz de bugünkü yazımızı, bu film seçkisi bolluğunda tercihte zorlanan seyircinin işini kolaylaştırmak adına, fikir kaynaklığı etmeye ayıralım dedik.
TOLGA ÇEVİK KEDİ OLURSA…
‘Arkadaşım Hoş Geldin’le Kanal D’nin yüzünü bol bol güldüren Tolga Çevik, bu kez bambaşka bir biçimde sevenleriyle buluşuyor.
‘Büyüler Evi: Sihirbaz Kedi’ isimli animasyonda, terk edilmiş yavru kedicik Şimşek’in sesi olan Tolga Çevik, emekli sihirbaz Lawrence’ın gizemli malikânesindeki macerasıyla büyülü bir dünyanın kapılarını açıyor.
Altan Erkekli, Volkan Severcan, Dilşad Çelebi gibi isimlerin de dublaj kadrosunda yer aldığı ‘Büyüler Evi: Sihirbaz Kedi’, 50 ayrı karakterin tek tek çizilerek yaratıldığı görsel şenlikli bir animasyon.
3D tekniğini uygulamadaki kalitesiyle de dikkat çeken ve son zamanların en iyi animasyonlarından sayılan yapım, Tolga Çevik’in seslendirmesiyle daha bir sempatikleşmiş. Bu ayrıntı ise filmi, çocuklar kadar Tolga Çevik hayranı büyüklere de hoş dakikalar yaşatacak bir seçenek haline getirmiş.
‘MANDELA’ ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
İnsanların iktidarı elde tutmak için her tür yola ve baskıya başvurduğu gerçeğini, efsanevi lider Mandela’nın otobiyografik öyküsü üstünden yansıtan yapım, bir yandan Güney Afrika’yı sömürmekten vazgeçmeyen beyaz azınlığın zulmetme iştahını anlatmakta… Bir yandan da kendisine ‘Madiba’ denen Avukat Mandela’nın, o toprakların asıl sahipleri oldukları halde hor görülen siyahlar arasında yaktığı ve adım adım geliştirdiği özgürlük ateşini aktarmakta.
Özgürlüğe giden yolun dikenli tellerle ve acılarla dolu olduğunu gösterirken, Mandela’nın şiddet karşıtı söylemini, hedefe ulaşmak için şiddeti seçen ırkdaşlarınınkiyle de çatıştıran yapımın fikir yoğunluklu içeriğinin, Güney Afrika’nın otantik görüntüleriyle süslü olması ‘Mandela’yı izleme keyfini katbekat artırıyor.
Yasaklamaların ve demokrasiyle, insan haklarıyla ters düşen türlü uygulamaların yaşandığı günümüze bir nefes gibi gelen ‘Mandela’nın, niçin dünyada gösterime girdiği halde bizde bunca zaman bekletildiğini anlayamamış olsam da, otuz yılını hapislikle geçirmesine karşın umudunu yitirmeyen birinin ‘Özgürlük mutlak gelir’ felsefesi, filmi henüz görmemiş olanlar için tavsiye edilecek bir güzellik diyorum.
BÜYÜK NUH’UN KÜÇÜK TUFAN’I
Cem Yılmaz muhabbeti ve Türkiye’deki yasaklamalara yönelik mesajlarıyla sempati toplayan, rüya projesi ‘The Water Diviner’ için ülkemizi seçen Russell Crowe ve kendine has yorumlarıyla dikkatleri çekmeyi başaran yönetmen Daren Aronofsky’nin ağırlığını hissettirdiği ‘Nuh: Büyük Tufan/Noah’, haftanın bir başka felsefi ve efsanevi yapımı.
Alıştığımız Nuh hikâyelerinden farklılığıyla dikkat çeken ve tıpkı ‘Mandela’ gibi iyiyle kötülüğü çatıştırıp özgürlüğe giden yolun çelişkili sürecini temelinde barındıran yapım, Tanrı’nın Dünya’yı sömüren insan kavmine haddini bildirip adaletli ve barışçıl bir yaşamın tohumlarını atma arzusuna odaklanmakta… Ancak Russell Crowe’ın devasa görünümüne ve kendisine verilen göreve koşulsuz uyan katı kimliğine karşın Aronofsky eliyle yaratılan Tufan, duygusal açıdan bir hayli etkisiz görünümde!
Hayvanların Gemi’ye geliş sahnesinde tavan yapan görselliğin, teknik destek sayesinde bir hayli açık kapattığı ve göz doldurduğu filmde, değer yargılarında oluşan fikri kaos ve benzerlerine kıyasla hayli cılızlaştırılmış bir Tufan süreci çıkıyor karşımıza. Öyle ki, film hemen hemen baştan sona Nuh’un iç dünyasında yaşadığı sorumluluk çatışmalarını sergilemeye odaklanmış! Kabil’in soyundan gelenleri cezalandırmak için oluşan Tufan da, Nuh’un ekstrası gibi kalmış. Bu tür olumsuzluklarına karşın yine de özellikle Russell Crowe’dan başarılı bir Nuh ortaya koyan ‘Nuh: Büyük Tufan’ı izleyin derim.
ÇOCUK BÜYÜTME REHBERİ
Dünya sinemasından harika bir örnek olarak karşımıza çıkan Meksika yapımı film, adına bakıp da ön yargıyla yaklaşılmaması gerekenlerden… Zira mükemmel bağlantılarla geliştirilen kurgu, seyircisini komediyle dramın buluştuğu öyküsünde yolculuk ettirdikten sonra ters köşe bir finalle uğurlayan kaliteli bir çalışma!
Oyunculuğundan renkli sahnelerine, mekân zenginliğinden akıcı temposuna iki saate yakın bir süreçte ilgiyi diri tutmayı başaran ‘Çocuk Büyütme Rehberi/ Instructions Not Included’, en adam olmayacak türden erkeklerin bile ‘çocuk’ uğruna nasıl kadından daha özverili davranabileceğini resmetmekte…
‘Korku da tıpkı doğadaki yaratıklar gibi evcilleştirilebilir. Korkulan şeyi, korkutup kaçırmak için gözünün içine bakacaksın’ öğretisinin mantığından hareketle yola çıkan ve baba-kız arasındaki yakınlığı en doğal ve samimi haliyle seyirciye sunan yapımda, hiç ummadığı bir anda eski sevgilisinin kucağına bıraktığı bebekle baş başa kalan Valentin’in o güne dek yenemediği korkularını, çocuk büyütme sorumluluğuyla terk edişine ve sırf annesiz büyüyen kızına cesur görünmek için en olmadık aksiyonlara katlanışına tanıklık edeceksiniz.
Kısacası, ayaküstü çekilmiş baba-kız hikâyelerine nazire edercesine beyazperdede yer alan ‘Çocuk Büyütme Rehberi’ kaçırılmaması gereken bir film.
‘BASKIN 2’ ŞİDDET DELİLERİ İÇİN NİMET
İlk filmin noktalandığı yerden şiddetini sürdüren ‘Baskın 2/The Raid 2’, müthiş dövüşçü-acemi polis Rama’yı, kapalı kaldığı binadaki çeteyi tek başına haklamanın yorgunluğunu üstünden atamadan, acımasızlığın kol gezdiği kardeş intikamının içine itiveriyor.
Polis teşkilatındaki çürük elmaları ayıklamak için gizli faaliyet gösteren güvenlikçilerin yönlendirmesiyle mafyanın içine sızmaya mecbur bırakılıp ajanlığa soyunan Rama, ilk filmindekini aratmayan hatta daha da öteye geçen bir şiddet ve aksiyon fırtınası estiriyor.
Haraç toplama ve mafya hesaplaşmalarına yönelik konusu, tüm Uzakdoğu filmlerinde karşımıza çıkan türden basitliğe sahip olan ‘Baskın 2’nin en büyük özelliği, seri dövüş teknikleri ve harika koreografilerle yaşatılan şiddet dolu dakikalar! Kimi zaman hızı ve kanlılığıyla insanın içini bunaltan bu gereğinden fazla uzun sunum, kırılan kemiklerin, yumruklanan duvarların, ızgara yapılan yüzlerin, kesilen gırtlakların vahşetiyle dolu.
Kaotik dövüş sahnelerinde, bir Rama bin tanesine bedeldir, misali düşmanları tıkır tıkır istifleten yapım ‘Bu kadar da olur mu’ dedirterek yol alırken kendinizi, hapishaneden metroya her mekânda kanlı dövüşlerin soluksuz temposuna hazır hissediyorsanız, türünün kültleri arasında yer almayı hak eden ‘The Raid 2’ tam size göre derim.
Bu haftanın öne çıkanlarıyla ilgili yazımızın nihayetinde ‘Tercih de, beğeni de seyirciye ait’ vurgulamasıyla koyalım noktamızı. Yasaksız ortamlarda iyi seyirler…
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal