Bu programlar daha mı az zararlı?

Bu ‘at gözlüklü’ düzende çifte standartları, rezillikleri, adaletsizlikleri görüp yanlışları vurgulamanın da anlamı kalmıyor.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Bugün yine isyanlardayım… Çünkü ekranlardan-medyadan yaşantımıza girenlerin tek yanlılığı o denli rahat kabul görüyor ki toplumda, bu sorgusuz sualsiz kabullenmişliğe karşı tepkisiz kalmak imkânsız. Lakin asıl isyan ettiren tepkilerin olumlu geri dönüşü olmaması! O durumda da insanın ‘Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil’ diyen Fuzuli misali ruh haline bürünmesi kaçınılmaz oluyor sonuçta. Gelsin isyanlar… Artık kim umursarsa.

Aslında bu sadece bana mahsus bir isyankârlık değil. Geçmişten günümüze, aklıselim her kişi aynı çaresizlikten muzdarip. Öyle şeyler oluyor ki yaşadığımız dünyada, olan biteni objektif değerlendirenler için susmak-tepki vermemek ne mümkün? Öte yandan nalıncı keseri gibi hep kendine yontan sistem o denli sığlaştırmış-duyarsızlaştırmış ki geneli… Bu ‘at gözlüklü’ düzende çifte standartları, rezillikleri, adaletsizlikleri görüp yanlışları vurgulamanın da anlamı kalmıyor. Anlamak istemeyene davul zurna bile az geliyor. Acaba orkestra mı denesek, davul zurnanın az geldiklerine karşı? Ne de olsa daha fazla ses çıkartıp etkiler belki diyorum da...

Neyse efendim, şu an için tek sesimiz, yazı olduğundan orkestra seçeneğini başkalarına bırakıp, ‘Mevzubahis yanlış olanı işaret etmekse, susmamak güzeldir’ diyelim ve gelelim asıl isyankârlık meselemize. Konu, başlıktan da anlaşılacağı üzere, ekrandaki çifte standartlılıkla ilgili! Kimi yapımlar zararlı görülürken kimilerine karşı çıt olmaması ‘Bu programlar daha mı az zararlı’ isyanını doğuruyor bende. Hadi daha net anlatalım derdimizi cümlesine…

DİKKAT! EKRAN AHLÂKÇILIĞINDA ÇİFTE STANDART VAR

Ekranlarımızdaki çifte standartlılık defalarca dile getirdiğim konulardan biri. Nitekim ‘çocuk gelişimi’ adına yaratılan sansürlerden, ‘toplumsal yozlaşma’ gerekçesiyle yasaklamalara… Gerek ekrandaki işlerin detayları arasında kıyaslama yapıldığında, gerekse programlardaki yaşama dair söylemler üstünden değerlendirmeye gidildiğinde denetlemeye takılanlarla takılmayanlar hususunda çifte standartlı bakış açısı olduğu açık seçik ortada.

Misal, dizilerdeki bir kadeh veya duman ya da yıllar öncesinin Yeşilçam filmindeki bir göğüs dekoltesi kocaman buzlamalarla, görüntü kirliliği yaratılarak sansürlenirken… Hemen her dizide gözümüze sokulan hatta küçüklerin ellerine tutuşturulup başlarına dayanan ‘silah’ görüntülerinin, şiddet içerikli sahnelerin rahat rahat sergilenmesi çifte standart değil de nedir? Silahlarla yaratılan özentinin çocuklara ve topluma vereceği zararın içki ya da sigarayla aynı olduğunu kim iddia edebilir? Tut ki iddia etti, bu iddia gerçekle ne oranda bağdaşır? Hiç.

Keza aynı çifte standart durumu ‘toplumsal yozlaşma-ahlâk bozma’ konusundaki bakış açısında da düşündürücü örneklerle çıkıyor karşımıza. Masum öpüşmelere, gençleri ayartıcı olay gözüyle bakılırken kumalığın-çifte karılı erkeklerin boy gösterdiği yapımlar nedense hiç yadırganmıyor. Bu çifte standart mantığının okkanın altına yolladıkları arasında izdivaççılar da var tabii. ‘Hem ağlarım hem giderim’ diyen gelinler misali, hem izleyip hem de şikâyet edenler sayesinde izdivaç programlarının defteri inceden inceye dürüldü. Buna sözümüz yok. Çünkü içeriklerin, çatışmacılıkların büyük ölçüde kurgudan ibaret oluşunu; koca koca insanların tartışmalarındaki çirkinliği kaç kere dillendirmiştik zaten. Öte yandan bunların aile yapısını bozmakla pek ilgilerinin olmadığını da vurgulamıştık, detaylı karşılaştırmalarla.

Nasıl ki; Gerçek hayatta yaşanan ensestlerin ‘Kuzen kuzenle olursa helal; amca yeğenle olursa haram’ noktasına gelen söylemlerle yorumlanması… Kendinden söz ettirmek isteyen kara zihinlilerin, beyaz ekrana çıkıp ‘Yok 9 yaşındaki kızla evlenilir, hatta 1 yaşındakiyle de evlen cima(cinsel ilişki) etme koy kenara’ gibisinden şovcu-fetvacı(!) havasına girmesi… Tecavüz şoku yaşayanların tecavüzcüsüyle evlendirilme rezaleti… Ve daha nice sakillik ekrandan-medyadan milyonlara yansırken aile ve toplum yapısı zedelenmiş olmuyor da izdivaççıların âlemindeki kurgusallık mı yegâne zararlı şey oluyor diye sorgulayarak ekrandaki çifte standart yaklaşımını saptamak yanlış bir şey olmasa gerek.

Sözün özü; Tıpkı yaşamın içinde olduğu gibi, kimi zaman mahalle baskısı formuna büründürülmek istenen, ekran ahlâkçılığında çifte standart diz boyu! Hal böyleyken, başka çifte standartçılıkların önünü kesmek adına… İzidvaççılara ‘ceza’ sopasıyla geçit vermemeyi aklına koyan RTÜK’ün gözden kaçırdıklarını saptayalım.

MAHKEMEYE DÖNEN PROGRAMLARA NE BUYURURSUNUZ?

Ekranlardaki yasaklamalara karşı olmakla birlikte tüm konularda ölçüyü kaçırmamak gerektiğine de inandığım gerçeğini vurgulayarak söze başlayıp, hâlihazırda en tehlikeli duran program mantığını değerlendirecek olursak… Evlendirme-barıştırma programlarından daha çok dikkat edilmesi gereken yapımlar ‘reality’ etiketiyle ekrana taşınanlar! Zira bunların özünde suç yatıyor. Yani suçlara merak üstünden izleyici ilgisi kullanılıp prim yapılmakta.

Nasıl ki, uzunca bir süredir ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’ evire çevire yiyor bu formatın ekmeğini. Artık başka işler de var rekabet arenasında… Mesela Seda Akgül’ün ‘Her Şey Gerçek’ isimli programı faili meçhulleri, aydınlatılamayan cinayetleri, mağduriyetleri çözüme ulaştırmak için 4 Eylül’den itibaren FOX ekranında. Tabii bir de ‘Sen İste Yeter’ var, ortaya karışık. Zuhal Topal’la hesabı kesen Star’ın ‘reality’cisi olarak hafiyeliğe soyunan ‘Balçiçek İlter ile Olay Yeri’ de aynı gün suç dosyalarına dalıp reyting kovalayacak. TV 8’de ise ‘Gerçeğin Peşinde’ ve Lütfiye Pekcan’ın sunumuyla ‘Yaşamdan Hikâyeler’ mevcut.

Velhasıl şimdilerde, ‘10 yıldır bu programda yaşanan olaylar, kişiler tamamen gerçektir’ diyerek izdivaççıların kurgudan ibaret olduğu gerçeğini kendisine yakıştırmayan ‘‘Esra Erol’da’’ ATV farkıyla ve rakiplerine oranla daha şanslı olup yoluna devam ederken, diğer kanallar izdivaççılığın boşluğunu doldurmak için ‘olay çözme’ merakına zirve yaptırmakta. Bu nedenle konu daha bir önem kazanıyor. Çünkü nihayetinde Vatan Şaşmaz-Filiz Aker olayıyla gerçek yüzlerini netleştiren programların malzemesi, insan hayatları. Dolayısıyla çözüm aranan hikâyelerden aile değerlerine de, çocukların ruhsal gelişiminin olumsuz etkilenmesine de, özel hayatların deşifresine de pay çıkartmak gayet kolay. Hem de izdivaççılardakinden daha da kolay! O halde ne olacak peki?

Şimdi RTÜK engeli olmasa dahi zaten suyu çıkartılmış konuma gelen evlendirme programlarından el etek çekenler hurra daldıkları ‘reality’lerde şans arayacak ya… Birbirinin peşi sıra ekrana çıkan ‘olay çözücü’ler, tıpkı izdivaççılıktaki sürece gireceklerdir. Format veya program ismi, televizyon âleminde en basit detay nasılsa. Hem oluşumun mantığı da aşağı yukarı aynı zaten. Tribünler hazır… Ekip bulunur… Bir de ağzı laf yapan sunucu oldu mu, gerisi yapımın takdirine kalmış. Artık psikolog, hukukçu, eski emniyetçi gibisinden danışmanlar hazır edilir veya edilmez. Sonuçta insan hikayeleri, ölümler, kayıplar ve suçlardan oluşan içerik en sansasyonel biçimde izleyiciye yansıtılsın da ne olursa olsun. Bunun için de stüdyodaki sunucuya büyük iş düşüyor tabii. Alabildiğine olayın üstüne gidecek, konuyla ilgili kime mikrofon uzatılmışsa sorularla kanırtacak, hepi topu bir televizyon programcısı olduğunu unutup kendini savcı-yargıç havasına sokacak ve ara ara tribündekilere pas atacak ki, işin abartı yönünün hakkını verebilsin. Hele bir de medyatik isimlerin dâhil olduğu bir olay düşmüşse gündeme… İpe sapa gelmez yorumlar mı istersiniz, ağız şapırdatarak geliştirilen suçlamalar mı? Allah ne verdiyse, dalınır ortama ‘ham’ etmeye. Burada bir alt başlık açıp ‘Sen İste Yeter’e bir parça değinmek istiyorum.

‘SEN İSTE YETER’ ŞOK ETTİ!

Reality türünün denetimsiz bırakılması halinde varacağı boyutu görmek için en kestirme örnek, FOX’taki ‘Sen İste Yeter’in suçu magazinleştirme mantığı oldu! ‘Olay çözücü’ olmaya soyunanların abartılı hallerinin nasıl çirkin boyuta ulaşabileceğinin, rencide edici hale getirileceğini deneyimledik. Bu programı ‘Kendini gösterebileceği, karakterini yansıtabileceği bir iş’ olarak gören Hande Ataizi, konuğuyla birlikte Filiz Aker’in aile bireylerini sorgularken(!) bir anda ipin ucunu kaçırdı, uçtu gitti. Aileyi ‘kriminal’ olarak tanımlayıp topyekûn karalama sayılabilecek söylem tarzı geliştiren Ataizi’nin ‘Kırın atın kilidi. Mektup çıkarmış bi de, biz bulmuş oluruz’ tarzındaki şok edici ataklığı da işin vahim boyutunu gösterdi bize.

Evet. Ortada haber niteliği taşıyan bir olay vardı ama yapılan işin seviyeli habercilikle ilgisi olduğunu söylemek biraz güçtü. Evet. Yaşananlar kamunun merakını gıcıklayacak türden aşk-para-sır üçgenindeydi. Fakat bu merakı tatmin için yapılacakların da medyanın etiğiyle paralel ilerleyen ahlâki bir boyutu olmalıydı. Dahası o nasıl bir programcılık zihniyetiydi ki, sosyal medyada Vatan Şaşmaz için yapılan kötücül yorumlara kızarken, kendisi olayın diğer tarafı olan Filiz Aker için aynısını yapıp tek yanlı bir yargılama geliştiriyordu? Hem de canlı canlı milyonlara karşı. Programı izlerken merak ettim doğrusu… İntihar ettiği ve cinayet zanlısı olduğu varsayılan kişiyle bağlantılı eşyalara müdahil olmak delil karartmak sayılmaz mıydı? Şaşkın şaşkın bakan abiye soru yöneltirken, çapraz sorguya almışçasına, sürekli ‘Annenizi abiniz öldürmüş’ diye üsteleyip durmak ve bu şekilde karalama mantığını devreye sokmak RTÜK açısından sakınca yaratmıyor muydu? Bu yaklaşım biçimi, sabıkalıların ailelerini külliyen etiketleme alışkanlığının önünü açmaz mıydı? Kapalı kapılar ardında yaşananları kim bilebilirdi ki bu denli kesin yargılamalar yapılabiliyordu? Ayıp değil miydi, incik bulmuş misali olayı vıcık vıcık didiklemek? Ayıptı da… Maddi ya da manevi kaygılarla, her uzatılan mikrofona koşturanlara itibar edip olay çözücü olunamayacağını bilemeyenler ve suç işlerini ‘magazin’ mantığıyla değerlendirenler ne yazık ki böyle derinlemesine düşünmediklerinden ayıp olmuştu, ‘kayıp’! Reyting uğruna kayıplarımız o kadar çok ki… Ne desek boş.

SONUÇTA; Reality olayı bizim icadımız değil. Çok daha insan haklarına saygılı ve adalet kavramına özen gösteren yabancı örnekleri bulunmakta. İlaveten böylesi yapımlar ilk bakışta yardımsever, insancıl ve faydalı dahi görülebilir. Öyle ya, yıllar önce ailesinden kopanlar buluşturuluyor; bir türlü çözülemeyen cinayetler didiklenip bulunamayan katiller ortaya çıkartılıyor; kaçırma olayları takibe alınıp mağduriyetler gideriliyor. Ancak tüm bu evrede pek çok insanın haksız yere zan altında bırakılmasını, ailelerin milyonlar önünde rencide edilmesini ve daha da önemlisi sunucu kimliğindekilerin bir anda hem savcı hem yargıç kesilip programı yargısız infazların yaşandığı stüdyo mahkemesine çevirmesini ne yapacağız? Ekran mahkemesine döndürülen bu işlerde telefonla aranılan kişilere ya da stüdyoya gelenlere yönelik sert-sorgulayıcı hitap tarzlarını, haksız ithamları tribünlerden alkışlayanları nasıl değerlendireceğiz? Yoksa bunların topunu da izdivaç programlarında olduğu gibi danışıklı dövüşten-kurgudan ibaret mi sayacağız? Hani güçlü emniyet teşkilatımızın yapamadıklarını başarıyorlar ya… İnsanın içine kurt düşüyor işte! Öyle veya böyle… Her ne olursa olsun hiç kuşkusuz eninde sonunda bizdeki ‘reality’ merakı da dibe vuracak, abartılar sarpa saracak.

Onun için şimdiden mahkemeye dönen şovlara bir sınır getirilmeli diyorum. Adaleti, ölümleri ekran şovlarına-reyting hırslarına malzeme yapmak hiç hoş değil! Neticede çoluk çocuk herkesin izleyebileceği saatlerde yayındalar ve yanıltıcı-özendirici-kışkırtıcı üsluptalar. Bu nedenle öyle keyfi sorgulamalara, rencide edici ve iftiracı mantıklara geçit verilmemeli. Yoksa yıllar boyu atı alıp Üsküdar’ı geçmesine ses çıkartılmayan izdivaççıların kötü örnekliğini aşan boyutta olumsuzluklar çıkacak ortaya. Bizden söylemesi.

İnsanın insanı itham etmesi, bu denli ucuz olmamalı. Hak arayışları, resmi sıfatı olmayanların magazinsel sorguculuğuna ve reytingle gelen popülerlik kaygısına malzeme yapılmamalı. Ne demiş Montesquieu… Bir tek kişiye yapılmış haksızlık, bütün topluluğa yapılmış bir tehdittir. ‘Reality’ programları toplumsal yozlaşma yaratan tehdide dönüşmesin!

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster