Çalıkuşu'nu vurmasınlar..

Atları da, şahları da vuranlarla paralel işleyen ve kültürsüzlüğü yerleşik kültüre dönüştürmek için reyting dayatmasına boyun eğen mantık, ekrana tutunma savaşı veren ‘Çalıkuşu’nu getiri uğruna, ‘vakitsiz finalle’ vurmak niyetinde.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Kazandaki su yavaş yavaş kaynarken haşlandığını fark etmeyip ‘Oh ne güzel ısınıyorum, zahmetsizce doyuyorum’ diyerek, uyarılara aldırmadan önüne atılanlarla keyif süren ve sonunda haşlanıp birilerinin yemeği olan kurbağanın aymazlık öyküsünü bilmeyen yoktur sanırım…

Son dönemlerde birer ikişer defteri dürülen güzelim yapımların yerleri, insan zekâsını küçümseyen maskaralıklara varan kakara kikiriklerle, bozuk dilleriyle Türkçe kültürümüzü dibe vurduran uyanıklıklarla doldurulurken, alttan alta bir ekran seviyesizliği ateşinin harlandığının gözden kaçırılması da bu kurbağa öyküsüyle doğru orantılı.

Birileri çıkıyor, içinde uyduruk şivelerin yer almadığı, adam gibi aşk cümleleriyle ruhların okşandığı, karakterlerinin sükûnet ve saygı çerçevesinde varlık gösterdikleri, edepsizce kavgaların, kadın-erkek kapma çekişmelerinin utanmazlık düzeyinde yaşanmadığı seviyeli yapımları televizyon dünyamıza kazandırmak istiyor. Bunun için hayli ilgi gören ve geçen süreye rağmen değerini yitirmeyen romanlardan örnekler seçiliyor. Karakterlere uygun oyuncularla bir ekip kuruluyor. Dönemin romantik ilişkilerini edebi dille anlatan, içerikli replikler yazılıyor. Nihayet izleyiciye zarafet tattırmak adına bir yığın emek harcanan yapım, bir heves ekrana çıkartılıyor.

Peki sonra? Sonrası malum… Çalakalem yaratılan şamataların, kendilerini tekrarlayan içeriklerin kaba kuvvetleri karşısında boyunları kıldan ince!

Kimlerin, nerede, nasıl ve hangi algı düzeyinde oluşturduklarını merak ettiğim… ‘Acaba o seçilen evlerde ölçüm aletlerinin takıldığı televizyon belli bir yapımı oynatıp reytingleri yazdırırken, ev halkı da başka bir televizyondan istedikleri kanalı izliyorlar mıdır’ diye sorgulamaktan kendimi alamadığım reyting sonuçlarının o meşhur toplam izleyici kesimi, bu özenli çalışmayı ve kaliteli iş üretme gayretini anında yerle bir ediyor.

Bunu dikkate alanlar da, elit kesim olarak görülüp adeta küçümsenen izleyicilerin seyir keyfinin ve ekranda dişe dokunur yapımlar görme hakkının yok sayılmasına, oralardaki reytinglerin sıfırlanma durumuna sebep oluyor. Madem AB izleyici grubunun reytinglerinin ve beğenisinin bir önemi yok, o halde böyle bir göstermelik oyunbazlığa hiç girişilmesin!

Final yapacağı haberiyle takipçilerin sinirlerini iyice zıplatan ve destek kampanyasına yönelten Kanal D’nin ‘Çalıkuşu’na reva gördüğü de, işte bu kıymet bilmezlik durumunun neticesi. Tabii, ‘Çalıkuşu’ ilk değil. İnsanların boş vermişliği sürdükçe, son da olmayacak kuşkusuz. Bu yüzden Kanal D’nin içine düştüğü hatadan dönmesi gerektiğinin altını çizerek, ‘Çalıkuşu’nun ve benzeri değerdekilerin kaldırılmaması konusunun üstünde hassasiyetle duruyorum.

KÜLTÜRÜMÜZÜN SUYU KAYNIYOR, KİMİN UMURUNDA?

Neymiş efendim, ‘Kurt Seyit ve Şura’ gibi harika bir işi dahi ilk 10’a sokmayan toplam izleyici hazretleri küçücük, mini minnacık öykülerin temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önüne konmasını, beş on kelimelik cümleleri sürekli tekrarlayan karakterlerin zıpırlıklarını, ağır başlı edebiyat eserlerinden uyarlananlara tercih ediyormuş!

Büyümüş de küçülmüş tarzı tiplerle ekrana getirilen küçüklerin çocuk masumiyetinden uzak bilmişliklerini, Anadolu’da öğretmenlik yaparak kadının gücünü gösteren İstanbul terbiyesini inancın gücüyle bütünleştirmeyi bilen Feride’nin ayakları yere basan öyküsüne yeğliyormuş!

İsteyen istediğini izler de… Madalyonun bir de diğer yüzü var. Eskiye oranla hızla gelişen ‘İyi işleri bertaraf’ etme merakı, ekran kazanının altını ateşlemiş durumda. Şimdi biz, bu kültürel haşlanmayı göre göre alkışlayalım mı? Kendi namıma, buna gönlüm el vermiyor.

Üstelik Gezi Parkı’nda beşer onar toplaşan gençlerin kitap okuyup bunları değiş-tokuş etmesi sakıncalı sayılırken…

İstanbul Film Festivali’nde ödül alan ve yozlukları işaret eden konusuyla hayli cesur saptamalarda bulunan ‘İtirazım Var’ filminin, içeriğinde hiçbir cinsellik veya şiddet abartısı olmadığı halde, sinemalarda ancak 18 yaş sınırıyla oynatılmasına izin verilirken…

Ekranlarda hüküm sürmeye başlayan beyin yıkayıcı basitleştirme salgınının boş geçilmesine aklım rıza gösteremiyor. Çünkü bu yapımların ‘Çalıkuşu’ gibilerini alt ederek ekranları doldurması kültürümüzün, içine atıldığı kazanda yavaş yavaş suyunun kaynatılarak, dönüştürüldüğünün bariz göstergesi! Ama şive şamatasının, içerikte hafif pahada ağır komedi yaygarasının gürültüsünde sağırlaşıldığından bu gerçekler de güme gitmekte.

ATLARI DA, ŞAHLARI DA VURURLAR AMA…

Kapitalist dünyanın rekabet ortamında varlık sürdürebilmek, geçmişten günümüze her alanda sorun yaratmış; değerlerden ziyade getirileri ön plana çıkartmıştır. Özel televizyonların izleyiciyi hiçe sayan, kazanç odaklı yapım tercihlerini de bu gerçekler doğrultusunda anlayışla karşılayacak olsak bile, insan gerçekten iyi oldukları halde harcanan işler karşısında para kazanma hırsının bir parça arka plana atılmasını bekliyor. Ama görünen o ki, filmlere de oyunlara da konu olan kapital gerçeği, kalite duyarlılığına bir kez daha ağır basma niyetinde.

Sydney Pollack imzalı ‘Atları da Vururlar’ filmi, güçlülerin karşısında varlık gösterebilmek için her şeye rağmen ayakta kalmaya çabalayanların dünyasını sarsıcı biçimde anlatırken, ‘Şahları da Vururlar’ diyen Ferhan Şensoy, ‘at ile de rok yapma’ diktatörlüğündekilerin hakları umursamayarak nasıl da bilinçsizce bir başka güce hizmet ettiklerini güldürerek ortaya koymuştu…

Şimdiyse atları da, şahları da vuranlarla paralel işleyen ve kültürsüzlüğü yerleşik kültüre dönüştürmek için reyting dayatmasına boyun eğen mantık, ekrana tutunma savaşı veren ‘Çalıkuşu’nu getiri uğruna, ‘vakitsiz finalle’ vurmak niyetinde.

Reşat Nuri Güntekin’in Türkiye’de yeni ve modern bir dönemin başlamasını özendiren romanı olarak görülen ‘Çalıkuşu’nun üç beş sıradanlık dayatmasına yenik düşmesi, 1922 yılında ses getirir ve yoğun ilgi görürken, 2014 yılının Türkiye’sinde reyting kurşunuyla vurulması ne acı…

Sanki birileri insan ruhunu geliştiren, bilinçleri açan işlere toptan kast etmiş gibi! Akıl gözüyle gören ve değerlendirme yeteneği olan hiç kimse ölçüsü çoktan kaçırılan bu ‘kaliteliyi harcama’ alışkanlığını hoş karşılayamaz… Karşılamamalı.

Dolayısıyla henüz dizi halinde kendini tam ifadeye fırsat bulamayan ‘Çalıkuşu’na; her şeyi sorgulayan, gururlu ve ayakları üstünde durmayı yeğleyen kadın tipini örnekleyen Feride’siyle düşünsel yönü ağır basan bu güzelim yapıma kıyılmamalı. Konusunu sonuna kadar layıkıyla işleme ve sevenlerine izlettirme fırsatı tanınması için çaba harcanmalı. Tabii, televizyonun düşünmeyi körelten bir kimliğe bürünmemesi isteniyorsa!

‘Düşünce özgürlüğü tüm kötülüklerin anasıdır’ diyen Adolf Hitler’in mantığı, ondan 300 yıl kadar önce ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ diye buyuran René Descartes’a galip geliyorsa şayet, o zaman da verilecek tek cevap var… O da, ‘Şahları da Vururlar’dan gelsin izninizle…

‘‘Yeller eser, umutlar savrulur… Sensiz bensiz kalır bağlar bahçeler… Altın gümüş nen varsa, bak yavrum harcamaya… Bir gün gelir, bir gün gelir şahları da vururlar’’…

Veee… Ötücülükleriyle bilinen Çalıkuşları bir şekilde hep yaşar!

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster