‘Gittin mi büyük gideceksin, ayrılık bile gurur duyacak seninle’ demiş Can Yücel… Ama ne yazık ki gidişlerin bazıları alabildiğine hayal kırıklıklarıyla dolu… Kimi vedalar, olması gerektiği gibi yaşanırken kimilerinde ne gidişin büyüklüğü var, ne de ayrılığın gururu. İnsan, böylesi vedaların ardında bıraktığı manzaraya bakarak, ister istemez sorguluyor… Onca zamanın yaşanmışlıklarından elde kalan bu mu olmalıydı, diye.
Nitekim bu tarz ikili tablo final yapan diziler için de geçerli. Kimisi veda gelişimiyle hak edene hakkını teslim edip takipçilerini sevindirdi… Kimisi de hayal kırıklığı yaşatıp ‘Ne umduk, ne bulduk’ dedirtti sonuçta. Mutluluk beklentisini son ana kadar diri tutan yapımların içinde yaşamın acımasız gerçekçiliğinin aksine umutsuzluktan umut türeten de oldu… Uzun sürelerinin ağır temposuna rağmen takipten vazgeçmeyerek, bölümler boyu gelişen olayların heyecanına kapılıp sonuçta güzel bir noktaya varışı umut eden izleyicisini elleri böğründe bırakanı da… Tabii sezon finali beklentisindeki izleyicisine final yersizliği yaşatıp dizi dünyasının acımasız çarklarında sürpriz biçimde heba edileni de çıktı… ‘Çoban Yıldızı’ misali!
Anlayacağınız, yavaş yavaş şişmiş egoların hâkimiyetine girmeye başlayan ve bazı durumda izleyiciyi küstürmemek adına aşırı iyimserlikle gelişen dizilerin vedalarından geriye kalanlar doyuruculuktan uzak, her telden çalma kıvamında. ‘Hayat Şarkısı’nı ve ‘Çoban Yıldızı’nı daha önce ele aldığımızı hatırlatarak iki etapta bakalım son vedalara…
KARA SEVDA’NIN FİNALİ KÖTÜLÜĞÜ PARLATTI!
Başlangıç performansıyla kara sevdadan ziyade sahiplenme inatçılığını yansıtan ve aile uğruna yapılan fedakârlığın ne derece doğru olduğunu sorgulatan ‘Kara Sevda’nın bende yarattığı soru işareti, Emir’in mi yoksa Kemal’in mi Nihan’ı daha çok sevdiğiydi? Yanlış anlaşılmalar, restleşmeler ve inatlaşmalarla harmanlanan aşk tablosunda ibre Kemal’den yana ağır basıyordu ama… Hedefine tehditle, kötülükle ulaşma yolunu seçen Emir’in duygularını yabana atmak da yanlış olurdu. Nitekim Total’de dördüncü, AB’de ikinci olan dizi finalinde her iki karakteri de eşit kıldı.
‘Sen git kara elmas gelsin’ diyerek Kemal’i hastaneye çağıran Emir’in, Ayhan-Zehir ve Nihan’ın hayatlarına karşılık yaptığı teklifi kabul ederek oyuna gelen Mühendis Kemal, kalbinin nefretinden büyük olduğunu ispatlamakla sınandı. Öte yandan bir otel odasında başlayan hikâyenin peri masalına dönüşmeyeceğini idrak ederek intikama soyunan Zeynep’in Komiser Hakan tarafından kontrolsüzce odaya sokulması, Emir’in kelepçesiz şekilde yatıyor olması, Kemal’le anlaşan Hakan’ın bir polis olarak Emir’in araç değişimi yapacağını düşünememesi gibi mantıksızlıklarla basitleşerek yol alan finalin, ‘Benim hapse girdiğimi asla göremeyeceksin. Bu bizim savaşımız bizimle bitmeli’ diyen Emir’in planlarıyla şekillenmesi kötülük ve ceza dengesinde oldukça düşündürücüydü.
Şöyle ki; ‘‘Ölümden korksam Nihan’ı sevmezdim’’ diyerek zamana karşı nefes nefese yarışa koyulan Kemal, kolayca Emir’in kurduğu mayınlı tuzağa düştü. Kemal bunu hak etmiş miydi? Bence etmemişti ama gerçek hayatta da hak etmeyenler hep okkanın altına gitmiyor muydu? Mutluluk ve adalet her daim kötüden yana işlemiyor muydu? İşin tuhaf olan ve gerçek hayatla bağdaşmayan yanıysa, Emir’in de faka basarak dönüşü olmayan seferde Kenan’a eşlik eder hale gelmesiydi. Bu tablo, bir yandan Nihan-Kemal buluşmasına odaklanan izleyiciyi hüsrana uğrattı, bir yandan da kötülüğü parlatır hale getirdi dizinin finalini.
Aşka mutluluğu tattırmamak adına düzenlenen finali izlerken soru işaretleri uçuştu kafamda… Emir’in kardeşini ve adamlarını polis yakalamıştı ve kötülüğün başı olarak gösterilen Emir de ölüme yollanmıştı ya, Kemal de neden onunla birlikte patlatılmıştı? Niçin Kemal’in bastığı mayının mekanizması etkisiz hale getirilemezken Emir’inki çabucak halledilen türden olmuştu? Demek ki, Nihan’ın çektiği acılarda her iki adamın da payı vardı. Dolayısıyla ‘Kara Sevda’yı kendilerince yaşayan Kemal ile Emir’in yollarının ölümde kesiştirilmesini de yadırgamamak lazımdı. Hem Emir, Nihan’ı sevmese ona temiz yolu tarif etmez, yerdeki siyah taşları takip ederek kurtulmasını sağlamazdı. Bu gerçek ışığında, en başından beri bel altı vurarak savaşsa dahi, iflah olmaz romantiklerin hüzünlü ayrılığının sebebi olan Emir’in de tutkulu bir sevdanın pençesinde kıvrandığını kabul etmemiz gerek. Sözün kısası; Emir’in şanslı gününü, ‘Bu senin sonun’ diyerek ayağını mayından çeken Kemal’in ölüm cesaretiyle noktalayan ‘Kara Sevda’, başlangıcında değilse bile patlamalı finaliyle en derinden hissettirdi kara sevdada mutluluk olamayacağı gerçeğini. Bu sırf bir aşk öyküsü değil, bu bir ‘Kara Sevda’ydı ne de olsa… Hem de çekilen acıları boşa çıkartıp aşkla yükselişe geçen kötülüğü özene bezene parlatan türden!
BU ŞEHİR ARKADAN GELDİ VE GİTTİ
Bazı insanların gelişleriyle gidişlerini fark etmezsiniz. Çünkü ortamda kayda değer etki yaratıp aksiyon ve heyecan oluşturamazlar. Aldığı düşük reytinglere rağmen 20 bölüm ayakta kalarak final yapıp yolculuğunu noktalama şansına erişen ‘Bu Şehir Arkandan Gelecek’ de aynı kıvamda misafir oldu ekranlarımıza.
Rauf annesinin kucağından İstanbul’un yaban ortamına düşen Ali’nin benliğini bulma macerası olarak yansıyan öyküsünde ne bir heyecan vardı, ne de aşkın gerçek tadı. Ali, annesinin ölümüne şahit olarak ayrıldığı İstanbul’un kan kokusunu içine çekme evresinde Derin’le tanışıklığını geliştirip aşka dönüştürdü ama bu durum alabildiğine soğuk biçimde yansıdı izleyiciye. Keza, Ali’nin Şampiyon Şahin’in gerçek babası olduğunu öğrenmesi… Tekin’le ve Yiğit’le yaşadıkları sabun köpüğü misali sunuldu. Tekin’in mutlu aile tablosunun birden bozulduğu ve düğün planıyla uğraşan Belgin’in güç sahibi birine dönüştüğü süreçte bu evliliğin geçmişten gelen Elif aşkının gölgesinde olduğu uydurmacası da tuz biber oldu.
Evet, ‘Bu Şehir Arkandan Gelecek’ Gürkan Uygun, Kerem Bürsin, Leyla Lydia Tuğutlu, Nilperi Şahinkaya, Osman Alkaş gibi sevilen isimlerden oluşan bir kadroya sahipti. Ancak öyküsünü ciddi biçimde oluşturamayıp işi, yan konularla idare etmeye ve Aslı’nın Ali tutkusu üzerinden yol almaya odaklanması hataydı. Dahası isimlerden prim yapma modasından hareket eden dizinin iç dinamikleri bu kapasiteyi layıkıyla kullanmaya elverişli değildi. Dolayısıyla finali de bekleneni hatta gecikmiş bir durumdu.
Bu ümitsiz tabloda Tekin’e kendi kendinin cezasını verdirerek adaleti sağlayan dizinin yegâne final ekstrası, kurşunlanmaya rağmen bebeğine can vermeyi başaran Derin’in ölümü oldu. Bebek Şahin’e süt veremeyecek olmanın acısını dillendirip, Ali’yi Aslı’ya emanet ederek aslında aralarında büyük aşk olmadığını son anda bir güzel ispatlayan Derin, kurşundan kurtarılıp komplikasyona kurban verilirken Ali de bebeğini alıp gitmeyi tercih etti. İyi bir karar mıydı? Gemilerde büyümüş birinin aile ortamının önemini bilemeyeceğini düşünürsek, babasının borçlarını kapatıp evlatlık vazifesini yapan Ali’nin Belgin’e çemkirip İstanbul’u minnacık bebekle terk etmesi de gayet normaldi. Anormal olansa, İstanbul’u fon yapıp yola çıkan ve şehrin dramatik yönünü takıntıların ardında bırakarak yavanlaşan diziden ekstra performans beklemekti! Nihayetinde ‘Bu Şehir Arkandan Gelecek’ diyenler de içerikle yeterli tadı verememiş olmanın telafisini, Derin’le Ali’yi kavuşturmayan finalde buldu. Kayıp değildi de... Yük gemileri, çalışanlarının bebeklerini de kabul ediyor mu sorusu akılda kaldı.
‘CESUR VE GÜZEL’ MASALININ FİNALİNDE NE HİSSETTİK?
Birbirleriyle güzellik yarışına giren Cesur ile Sühan’ın gösterişe odaklı yapay tablosuyla ekran yolculuğuna çıkan… Ancak sonlara doğru kendi içinde gelişim yaşayıp ‘Keşke baştan itibaren böyle bir üsluba sahip olsaydı’ dedirten ‘Cesur ve Güzel’, 32 bölümlük ömrüyle izleyicisine veda etti. ‘Hayat bir düşmüş aslında ve gerçek diye bir şey yokmuş. Sadece ihtimaller varmış’ diyerek başlayan final bölümü, keşkelerle ve günah çıkartmalarıyla dolu bir akış izletti bize. Peki, Total’de yedinci, AB’de dördüncü olan dizinin finalinde ne hissettik?
Tuba Büyüküstün ile Kıvanç Tatlıtuğ’un elektrik uyumundan yoksun bir tablo sunduklarını düşünenlerde, ‘Bitsin de nasıl biterse bitsin’ duygusunu uyandıran dizinin finali, ne gariptir ki intikam duygusuyla öyküyü başlatan Cesur’un intikamıyla değil de, 30 yıllık haksızlığın intikamı için birdenbire ortaya çıkan ve Yiğit Özşener’in harika performansıyla Cesur’a bin basan Rıza’nın eliyle şekillendi!
Korhan’ın Rıza’nın kurşunuyla can vermesi… ‘Abim benim yüzünden öldü’ vicdanıyla sarsılan Sühan’ın psikopat Rıza tarafından zincire vurulması… Sühan’ın kaçırılmasının acısını yaşıyor görünmeye uğraşan Cesur’un ‘Ben nasıl inandım ya’ diyerek antikalara zarar verip duvarları yumruklaması… Torun sevinci yaşayamadan oğlunun ölümüyle yıkılan Tahsin’in ‘Oğlum senin yüzünden öldü haykırışları’… Loğusa halinde, çocuğunu göremeden ölen kocasının yasını yaşamak zorunda kalan ama görüntüsüyle bunu hiç yansıtamayan Cahide’nin teselliyi kızında bulma masalı… Hepsi de Rıza karakteri sayesinde yaşanan gelişmeler oldu.
Nikâh masasında Mihriban’ı neden terk ettiğini anlatıp kendi kötülüğünün bilincine varan ve üç canın intikamını almak için ortaya atılarak Cesur’u kollayan Tahsin’i Rıza ile karşı karşıya bırakan final, geçmişin anılarıyla donatılarak masalsı hale getirilirken bir yandan da vicdan muhasebesine dönüştü. Ancak ne yazık ki vicdan konusunu da pek hissedemedik bu söylemde. İzleyiciyi, Barbie ile Ken’e benzetilen çiftin, akli denge bozukluğuna hükmedilen Rıza sayesinde mutsuzlaşmasına tanık eden süreçte en kayda değer detay Rıza’nın performansıydı. Cesur’un ve Sühan’ın olayı hayallerden ibaret kalırken, Rıza her sahnede gerçeklerle yürüdü. Akıl hastanesinden kaçmanın kolaylığını sergileyerek paranın açamayacağı kapı olmadığını ve kötülerin bu sayede hep galip geldiğini düşündürürken, durumu tersyüz ederek Tahsin’in özverisinden neticeye varan final, Rıza’nın geldiği oyunla da en akılcı kötülükte bile fazla kendine güvenin iyi bir şey olmadığı gerçeğini yansıttı bize.
Anlayacağınız; Senarist Sinan Biçici’nin yazdığı ve 500 yıl öncesine ait büyülü aşkın öyküsünü anlatırken ‘Hiçbir aşk yarım kalmaz, yüzyıllar sürse bile’ diyen ‘Leydi’ isimli romana dikkat çeken… Tahsin’e Rıza’yla birlikte kendisini de cezalandırmayı layık gören final iyiliğin galip gelmesine odaklanmıştı ama bu süreçte gerçek bir canlılık ve heyecan uyandırmaya yönelik çabaya ihtiyaç duyulmamıştı. Bundan dolayı Rıza’nın aksiyonu ve hayallerle doldurulan finalde terk edilmiş gibi duran hastane koridorlarında koşturup ‘Mucizeler, ödülün; rüyaların, gerçeğin olur’ diyerek uyanan Sühan’la Cesur’a, bebeklerini kollarına alıp hayatın tanıdığı ikinci şansı, ufka yelken açarak kullanmanın dışında pek iş düşmedi!
SONUÇTA; Her sezon finali kendince bir boşluğu ve tatminsizliği de beraberinde getiriyor. Üç dizinin vedasıyla ilgili yorumlarımız da bu detayları netleştirmekte… ‘İçerde’, ‘Anne’ ve ‘Muhteşem Yüzyıl-Kösem’i gelecek yazıya bırakarak koyalım noktayı.
Anibal GÜLEROĞLU