Diziciliğin geldiği nokta: Aşk-ı Roman

‘Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kalkmaz’ demiş atalarımız… Yani kötü kişinin peşine takılanın başı dertten kurtulmaz manasında.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

‘Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kalkmaz’ demiş atalarımız… Yani kötü kişinin peşine takılanın başı dertten kurtulmaz manasında. Hani yanlışı örnek alanların yapacakları yanlışların daha vahim olacağı şeklinde de yorumlamak mümkün atalarımızın bu tespitini. Nasıl ki her alanda örneği mevcut kargaları kılavuz alarak beterin de beteri hale gelenlerin yarattığı ucubelikler. Ekranlar da bu çeşniden nasibini almakta kuşkusuz.

Nitekim yıllar boyu istedikleri gibi cirit atıp her türlü rezilliğe sahne olan evlilik programları da birbirlerini örnek alarak ipin ucunu kaçırdıkları için nihayetinde iyice sarpa sardılar. Gerçekçilikten uzak kurgusal içeriklerinde işi o denli abarttılar ki, formatların cılkı çıktı sonunda. Yoklar-varlar ikileminin ardından izdivaççılar yeni formatlarla sezona başlamaya karar verdi. Zuhal Topal’dan sonra evlendirme kurgusu noktalanan Esra Erol’un şansını sosyal sorumluluk projesiyle deneyeceği söylenmekte. Buradan nasıl kokular çıkacağını hep birlikte göreceğiz. Kaldı ki, ekranda mevcut olan sosyal sorumluluk projelerinin de ‘kurgusallık’ ve abartı örnekliği açısından izdivaççılardan geri kalır yanı olmadığı muhakkak!

Öte yandan, ünlüsünden ünsüzüne ensest ilişkilerin yaşandığı… Kurslarda-okullarda çocuk tacizlerinin sıkça görüldüğü… Çocuk gelin olaylarından gelişen yozlukların ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığıyla göz ardı edildiği toplumsal gerçeklikte, ekran oyunundan ibaret kalan izdivaççıların aile müessesesine ne ölçüde zarar verdikleri ve toplumsal yozlaşmaya çanak tuttukları konusu tartışmaya açık olsa dahi, bu programlardaki düzmece ilişkilerin gerçek aşka hakaret olduğunu kesinlikle inkâr edemeyiz.

Sözün kısası; Tası tarağı toplayıp gidiyorlarmış gibi görünseler bile format değişimiyle yeni kurgularda izleyici karşısına çıkmaları kuvvetle muhtemel olan izdivaççıların arkalarında bıraktıkları en büyük olumsuzluk, çıkarcılıkla eşleştirilen sevgi-aşk olgusuna yönelik saygısızlığın yolunu açmış olmaları! Nitekim kılavuz karga pozisyonundaki bu programların açtığı yoldan ilerleyenler, aynı saygısızlığı ‘dizi’ adı altında izleyiciye yedirmekte bir sakınca görmemekte. Bu bakış açısıyla diziciliğin geldiği nokta da, ‘Aşk-ı Roman’ olmakta… Peki, bu gelinen noktada açığa çıkan gerçekler ne?

‘AŞK-I ROMAN’IN KILAVUZLUĞUNA BAKIŞ

Kimileri, görmeden hatta tanıtımları okumadan ezbere yazdıkları için olsa gerek, Nurullah’ın projede yer almadığını düşünseler dahi Kaan-Solmaz-Nurullah üçlüsünü bünyesinde barındıran ‘Aşk-ı Roman’ üstüne söylenecek söz çok. Eleştiren de çıkar, beğenen de… Yerin dibine sokmak da mümkün, farklı bir tarz yarattığını savunmak da. Neticede beğeniler ve görüşler değişim gösterebilir her durumda. Lakin bunların ötesinde ‘Aşk-ı Roman’ın bir kılavuzluk durumu olduğu aşikâr. Nedir bu kılavuzluk halleri? Beş başlıkta sıralayalım.

1-Saygısızlığa kucak açan izleyici profilini ortaya çıkartmak

TV 8’in ‘Dizi’ değil de ‘Programlar’ başlığı altında yer alarak, diğer kanalların dizi anlayışından farkını en baştan ortaya koymuş olan ‘Aşk-ı Roman’ projesinin birincil kılavuzluğu, reytinglere ve dolayısıyla yapım tercihlerine yön veren izleyici profilini gözlemleme üstüne gelişmekte.

Şöyle ki; Eski yapımların etinden sütünden faydalanma hususunda hayli mahir olup sürekli sil baştan yapmayı adet edinen kanallar sayesinde önüne ne konursa kabullenmeye hazır bir izleyici kitlesi var hâlihazırda. ‘Güldür Güldür’ misali şovların tiyatroyu sıfırlayan skeçimsi varlıklarına; ‘Aşk-ı Memnu’ ve ‘Cennet Mahallesi’ gibi dizilerin tekrarlarının tekrarlarına dahi ilgi gösteren bu kesim, ‘Aşk-ı Roman’ ile yeni yönlerini açığa çıkartmış oldu… Her türlü kurala ve kaliteye karşı geliştirilen saygısızlığa kucak açma aymazlığı!

Saygısızlık işin neresinde derseniz… ‘Cennet Mahallesi’nin C’sine dahi erişemeyen Roman havasını, ‘aşk’ın A’sından bihaber sakillikte sergilenen tavırlarla harmanlayıp karşımıza gelen ‘Aşk-ı Roman’ın, kurgudan oyunculuğa, her açıdan pes dedirten varlığı başlı başına saygısızlık zaten. En başta da, izleyiciye karşı. Ancak görünen o ki, izleyicinin bir kesimi bizzat muhatap olduğu bu saygısızlık sürecinde ne ciddi senaryo ve oyunculuk olayını umursamakta, ne de amatörlüğü bile aşan ayaküstü iş bitirme kolaycılığının dizi diye sunulma olayına takılmakta. Kuşkusuz ‘Aşk-ı Roman’ın kılavuzluğuyla iyice netleşen bu duyarsız izleyici profilinin varlığı, beğeni kriterlerini dibe vurdurma projelerinin önünü açacaktır. Şayet bu kılavuzluğa itibar edilirse de, yeni nesil diziciliğin ‘kılavuzu karga olan’ durumuna düşmesi kaçınılmaz.

2-Formatlar arası geçişe kapı aralamak

RTÜK’ün ‘İzdivaç’ programlarında yaşanan seviyesizlikleri hedef almayı yoğunlaştırmasının ardından gündeme gelen ‘format değişimiyle yola devam’ olayı malum. Evlendirme oyununda denizin bittiği noktaya gelinmesiyle açıkta kalacak olan kadroların ekranda varlık gösterebilmenin yeni yollarını denemek için kolları sıvamaları da normal.

İşte ‘Aşk-ı Roman’ da bu arayışlara kılavuz niteliğinde. Herkesten önce davrandığı için de ‘öncü’ diyebiliriz. ‘Evleneceksen Gel’in bitmesinden sonra aynı kadronun dizi formatında varlık göstermeye başlamasını, formatlar arası geçişe kapı aralama provası olarak görebiliriz. Yani izleyiciden rağbet gördüğü halde RTÜK’ten zılgıtı yiyenler, içerik mantığını ve bu mantığa rol keserek katkıda bulunanları topyekûn başka formata aktarıverecek. Nasılsa kavga-şamata kazanılan takipçi mevcut… İzdivaççılık olmasa, dizicilikte şans denenir. Tutmadı, çatışmacılık kurgusunda bir yarışma icat edilir. Maksat, lafa gelince değerlere saygıda sınır tanımayan ama icraatta tam tersini yapan kesimi çekecek bir şey çıkartılsın! Formatın ne önemi var.

3-Televizyon dünyasının işi ucuza kapatma prototipi olmak

‘Aşk-ı Roman’ın ikinci kılavuzluğu, televizyon dünyasındakilerin işi ucuza kapatma heveslerinin prototipi olma noktasında çıkıyor ortaya. Reklam pastasına ortak sayısı arttıkça düşen gelirlere karşılık ünlü oyuncuların gittikçe artan kaşelerine alternatif olarak, ekranda veya sosyal medyada bir şekilde popüler olmuş isimlerle bir şeyler üretmenin nasıl bir sonuç doğuracağı test edilmek istenmiş sanki.

Anlayacağınız şov, yarışma gibi işlerin katılımcıları çatıştıran kurgularla yürümesinden hayli nasiplenenlerin, buralardan edindikleri ‘izleyiciyi kafalama’ tecrübesini dizi niyetine yedirme akılcılığı olarak yansıyan ‘Aşk-ı Roman’, yapımcıların ve kanalların yüksek maliyetli işlere karşı seçenek geliştirme kılavuzu durumunda. Bu seçeneğin nereye kadar iş yapacağını görmek için de TV 8 gönüllü olmuş adeta. Hani oyunculuk yeteneği olsa bir nebze alternatif dizi seçeneği göreceğim de… Bu şartlarda işi ucuza kapatma kılavuzluğu tez zamanda pise sarar biline!

4-Oyunculuğu ve yapımcılığı önemsizleştirmek

Cep telefonuyla dahi film çekilir hale gelinen günümüzde gerçek sanata ve sanatçıya saygı da gittikçe azalmakta. Özellikle televizyon alanı bu mantık için sıçrama tahtası gibi. Nitekim klişelerle doldurulan ve çoğu zaman birbirinin kopyası gibi gelişen diziler sayesinde kurgu sanatına saygı epeyce örselendi… Uyarlama merakıyla özgün yapım bir hayli ötelendi… Ve dahi mankenlerden-şarkıcılardan devşirme oyunculara oldukça prim verildi. Ancak şu da bir gerçek ki hiçbirinin yarattığı tablo, ‘Aşk-ı Roman’da olduğu kadar, sanata ve sanatçıya saygısızlık noktasına erişmedi. Zira abuk sabuk tartışmalarla sergilenen sözde kıskançlık ve sevgi hallerini, insan hayatlarını gözlemeyi sevenlere ‘gerçek’ diye yutturan ‘Evleneceksen Gel’den bir gıdım farklılık göstermeden yaratılan acemi canlandırmalar külliyen oyunculuk mesleğine hakaret niteliğinde! Senaryo ne yazarsa yazsın, canlandırma sıfır neticede.

Kalkıp da acemiliğin ardına sığınılmasın. Çünkü bunun acemilikle kamufle edilmesi imkânsız. Yaşamsal doğallıkla sergileniyor olsa yine kabul edilebilir bir yanı olurdu. Ama yetenek ışığı veren Aylin Çakın ve profesyoneller haricindekilerin yapmacıklığı tavanda. Özellikle Solmaz, abartılı takma kirpiklerini kırpa kırpa bakarken bir sonraki yapacaklarını düşünüyor sanki. Yarışmada olduğu gibi, açık açık rol kesmesi cabası… Hem de alabildiğine beceriksizce. O kadar ki, SolKan merakı da yetmez bu gerçeği değiştirmeye. Kaan ve Nurullah da aynı sahtelikte. Geri kalanları saymıyorum bile. Sanatçıları ve yapım kalitesini önemsizleştirmeye kılavuz niteliğindeki bu iş oyunculukla mı izleyiciyle mi dalga geçiyor, anlamadım.

Şimdi merak ediyorum… ‘Evleneceksen Gel’de kendilerine biçilen sözde sevgililik hallerinin hakkını veremedikleri halde yarattıkları şamatayla izleyiciden ilgi gören izdivaç oyunu ekibinin elde ettiği kitleyi kaçırmak istemeyenler, ‘Aşk-ı Roman’ cevherini ekrana çıkartırken bu tabloya bakıp gerçek oyunculara ne kadar ağır hakarette bulunduklarını hiç düşünmüşler midir? Yani onca tiyatro eğitimi almış insan işsiz dolaşırken, sözde izdivaç niyetine gidilen programda haybeden ünlenip oyunculuğa zıplamak hak mıdır? Üstelik tam kadro. Dahası nice kaliteli oyuncu başrole bir türlü erişemezken, damdan düşer gibi birilerini başrole çıkarmak gerçek oyuncuları aşağılamanın daniskası değil midir? İlaveten, oyunculuğu ve içerik özenini yerlerde süründüren tarzda yaratılmış olması da ciddi yapımcılık kavramıyla dalga geçmek adeta. Neticede bu iş bir parodi değil ki hoş görülsün. Buna karşılık ‘dizi’ olmadığı da kesin!

5- Ekranın ‘yalan’lık gerçeğini saptamak

Her ayın bugünü bu ağacın altında buluşmak isteyen ve ‘Büyüyünce seninle evlenecem’ diyen Kaan ile ‘Çok beklersin, gelmeyecem’ diyerek koşup giden Solmaz’ın çocukluğundan açılışını yapıp gelin-damat hayalciliğine geçerek başlayan ve dış sesin maydanozluğunda yol alan ‘Aşk-ı Roman’ın kılavuzluğundaki son nokta… Gerçek sanılarak izlenenlerin aslında gerçek değil kurgudan ibaret olduğu gerçeğini saptamak! Yani ‘Ekranın tamamı kurgu’ demekte bize.

Böylece izdivaççılarda yıllar boyu izlenen eş arama performansları; yarışma programlarındaki kazanımlar, çekişmeler ve muhabbetler; tartışma-haber yapımlarındaki hararetli atışmalar önceden planlanmış-dikte edilmiş kurguculuğun eseri konumuna düşmekte. ‘Evleneceksen Gel’i ünlülüğe açılan kapı olarak kullanan isimlerle yaratılan ‘Aşk-ı Roman’ın izlenimi bu! Bunların ilgi çıtasını yükseltme maksadıyla ve izleyiciden gelen tepkiye göre şekillendikleri de aşikâr. Amaç, gerçeklerden uzak işler ortaya koymak olunca, bu şekillenmelerin erişeceği abartı rezaletini varın siz düşünün artık. Hoş çok düşünmeye de gerek yok. Her şekilde izliyoruz yıllardır ekranlarda. En önemli yan etkiyse, insanların ekrandan izlediklerine tümden inancını kaybetmesi oluyor sonuçta. ‘Nasılsa her şey kurgu’ mantığı işliyor beyinlere zira.

Anlayacağınız; Karganın kılavuzluğuyla pisliğe bulanma konusunda olay yine başa dönüyor ve asıl sorumluluk, izleyiciye yani karganın takipçiliğini kabullenenlere düşüyor. Kargayı canla başla kılavuz yapmayacaksın arkadaş. Yapınca da ‘Aileye zararlı, toplumu yozlaştırıyor’ gibisinden şikâyetlerde bulunmayacaksın! Bilmem anlatabildim mi?

SONUÇTA; Zenginlerin hizmetlilerine köle gibi davranma klişesini eksik etmeyen… Ara yerde Mikanos reklamcılığı yapan… Sevgili kıskançlığına ‘Git sor ama sorgulama’ diyerek felsefi yaklaşan… İşinin ehli kadınların internetten buldukları ultrasonlarla istavritleri oltaya getirdiği söylemiyle erkek yolma olayını kasan… Mahalle arasındaki açık hava mekânında dansöz oynatarak aile-mahalle kültürüne yamuk yapan ‘Aşk-ı Roman’ nev-i şahsına münhasır bir iş! Şayet oyuncular iyi olsaydı, ‘Cennet Mahallesi’ gibi uzun ömürlü de olurdu. Fırsat kaçtı.

Ayrıca oyunculuktan nasiplenmeyen ‘Aşk-ı Roman’ın, aşktan ve Roman’lıktan bihaber olduğunu da belirtelim. Roman mahallesinde salyangoz satmaya niyetlenenlerin, renkli elbiseler ve beterin beteri göbek atmalar dışında, Roman’a benzememesi… Hatta ‘Bana bağh’ diyen Yılmaz’ın Doğulu şivesiyle konuşan Roman’lığı, sadece oyunculukta değil yönetmenlikte ve yapımda da amatörlüğün dibine vurulduğunun resmi durumunda. Nasıl ki, Totalde 11’inci AB’de 35’inci olan diziyi ‘Büyük başarı sergiledi’ diye lanse eden medyanın riyakâr şişirmesine rağmen Total’de yerini koruyup AB’de 43’üncülüğe gerilenmesi de ‘Aşk-ı Roman’ın kılavuzluğunun bilinçli izleyiciyi etkilemediğinin göstergesi olmakta! Darısı, herkesin başına.

Diziciliğin geldiği nokta ‘Aşk-ı Roman’ olurken, bakalım daha neler göreceğiz bu ekranlarda. Gelenin gideni arattığı gerçeğinde, izdivaççılara ve cümle seviyesizliklere en çok tepkinin, böylesi işlere prim veren Total’i oluşturan kesimden geldiğini hatırlatarak sözü bağlayalım.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal



Tüm yazılarını göster